Azerbaycan'da 7 Şubat 2024 Çarşamba Günü Yapılan ve 30 Yıl Sonra Ermeni İşgalinden Kurtarılan Dağlık Karabağ Bölgesinde de Sandıkların Kurulduğu, 8. Cumhurbaşkanlığı Seçimini, Mevcut Cumhurbaşkanı İlham ALİYEV Büyük Farkla Kazandı. Yeni Dönem, Kardeş Azerbaycan Devleti ve Halkı için Hayırlı, Uğurlu olsun…

HAYALLERİ VE AZMİ ONU HARVARD’A TAŞIDI

hj

Yurtdışında başarılı yerlere gelmiş Türk kadınlarını tanıtmaya devam ediyoruz.

Adı: Canan Dağdeviren.

Mesleği: Fizik Mühendisi.

Başarısı: Harvard Üniversitesi’nin genç akademi üyeliğine (Junior Fellow of Harvard) seçilen ilk Türk.

Nobel ödülünün sevincini yaşatan Prof.Dr. Sayın Aziz Sancar’dan sonra bize bir mutluluk daha yaşattı Canan. 

Şeyda Nasibli (Ş.N) önce kendinizi tanıtır mısınız? Nasıl bir ailede büyüdünüz? Hangi okullarda okudunuz?

Canan Dağdeviren (C.D) 4 Mayıs 1985’te İstanbul’da doğdum. Üniversiteye kadar Kocaali’de yaşadım. 99 Körfez depreminde okulum hasar gördüğü için, Adana Seyhan ÇEAŞ Anadolu Lisesi’ne misafir öğrenci olarak gönderildim. Lisenin İngilizce hazırlık sınıfını orada okudum. Keyifli bir yıldı. Şu an kullandığım İngilizceyi orada inşa ettim. Ben ailemin en büyük çocuğuyum, 2 erkek kardeşim var. Caner benden 2 yaş küçük, Bilgisayar Mühendisi, bir bankada müfettiş olarak çalışıyor, Emre, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde 2. Sınıf öğrencisi, aramızda 10 yaş var. İleride birlikte ortak çalışmalar yapmayı planlıyoruz.

Haziran 2007’de Hacettepe Üniversitesi Fizik Mühendisliği Bölümünden mezun oldum. Aynı yılda Yüksek lisans için Sabancı Üniversitesi’ne başvurdum. Sadece bir öğrenciye tam burs verilmişti, o bursu ben almıştım. Sabancı Üniversite’si Malzeme Bilimi ve Mühendisliği Programı’nda yüksek lisans eğitimimi 2009’da tamamladım.

2009’da ilk defa verilmeye başlanan Fulbright Doktora Bursu’nu kazandım ve The University of Illinois at Urbana, Champaign’de (UIUC) Malzeme Bilimi ve Mühendisliği bölümde doktora eğitimine başladım. Doktora süresince fizik, elektronik, kimya, malzeme, mekanik ve tıp alanlarının kapsamına giren esnek ve katlanabilir, vücut içine ve deri üstüne yapıştırılabilir, giyilebilir elektronik aletler üzerinde çalışmalar yaptım.

(Ş.N) Nasıl oldu da Hacettepe Üniversitesindeki çalışmalarınızı Harvard’a  taşıdınız?

(C.D) Herkesin imkânsız olduğunu söylemesine rağmen, küçük yaşta, bir çakıl taşını parçalara ayırıp içindeki atomu bulmaya çalışıyormuşum.

Küçükken babam, bana Madam Curie’nin hayatını anlatan bir kitap hediye etmişti sanırım. O’ndan etkileneceğimi düşünmüş olmalı ki, kitabı okuyunca, piezoelektrik olgusunu keşfeden Madam Curie’nin kocası Pierre Curie’ye âşık olmuştum. Fiziğe ilgim böyle başladı ama henüz tam olarak fikir kafamda şekillenmiş değildi. Memleketimizdeki her genç gibi ben de üniversitesi sınavına girdim. Fizik, kimya gibi temel bilimlerden bir dal okumak istiyordum fakat karar veremiyordum. İste tam bu dönemde, Erdal İnönü ile Kocaeli kitap fuarında tanıştık. Çocuklarla sohbet etmeyi seven biriydi sanıyorum. Anne ve babamdan çok ben ve kardeşim Caner ile sohbet etmeyi tercih etmişti. Nerede okuduğumuzu ve ne olmak istediğimizi sormuştu. Tabii, ben de bu imkânı kaçırmayıp Türkiye’nin önemli teorik fizikçilerinden Prof. İnönü’ye kafamdaki soruları sormuştum. Bana, Anılar ve Düşünceler (1.cilt) isimli kitabını imzalayıp vermişti.  “Kitabı okuyunca, ne üzerine eğitim alacağına karar vereceğine inanıyorum’ demişti. Caner’de de 2. Cildi mevcut. Henüz bebek olan Emre’nin adına da 3.cildini imzalamıştı. Belki o sırada olayı tam kavrayamamıştım ama kitabı okumamla birlikte, hayatım tamamen değişti.

Şuan, MIT ve Harvard Üniversitelerinde doktora sonrası araştırmacı olarak çalışıyorum. Çok yakın gelecekte kendi grubumu kuracağım.

(Ş.N) Burada ne gibi zorluklarla karşılaştınız? AR-GE çalışmaları yetersiz mi oldu?  

(C.D) Çok soru sorduğum için öğretmenlerimle arada sürtüşme yasadığım oluyordu. Ama zevkli, inişli-çıkışlı bir öğrencilik hayatım oldu.

Tüm öğrenim hayatım boyunca burslu okudum, maddi açıdan pek bir sorunum yoktu ama manevi açıdan vardı. İleriki yıllarda hayal projemi yapmak isteğim arttı, çünkü zaman ilerliyordu, 28 yaşıma az kalmıştı. Projeyi Türkiye’de yapabilecek bir kurum bulamamıştım. Sonra kendime bir strateji belirlemeye karar verdim: Lisans dönemi sırasında yaz dönemlerinde üst sınıflardan ders alıp, dönem içindeki ders yükümü azaltıp, ulusal ve uluslararası konferanslara katıldım. Konferanslardaki konu yelpazem çok genişti ve bazı hocalarım ‘Sen daha ne yapacağına karar verememişsin, başarıya ulaşman neredeyse imkânsız, işin zor.’ diyorlardı. Fakat odaklanabilmem için farklı insanlarla tanışıp farklı konuları nasıl birleştirdiklerini görmem gerekiyordu, çünkü benim yapmak istediğim proje sadece fizik değil, malzeme, elektronik, tıp ve kimyayı da kapsıyordu.

Konferanslara katılabilmek için maddi destek bulmam çok güç olmuştu, çünkü üniversiteler öğrencilerden gelen böyle bir talebin olmadığını söylüyorlardı. Mesela bir örnek vermek gerekirse: Doktora hocamla tanıştığım Amerika’daki bir konferans için Türkiye’den seyahat bursu alamamıştım ama araştırmış ve Amerika’dan seyahat bursu almayı başarmıştım. Kısacası, insanlara kendimi anlatmam kolay olmamıştı, sınırları, çerçeveleri yıkmak zordu.

Hacettepe Üniversitesi Fizik Mühendisliği Bölümü gerçekten de çok zor bir program, fakat çok değerli hocalarım oldu, şanslıydım. Kaliteli bir eğitim aldığımı düşünüyorum. Aldığım karma eğitimin verdiği üretkenlik, esneklik ve aynı probleme farklı açılardan bakabilme kabiliyetinin bana çok şey kattığını düşünüyorum. Özellikle kazandığım analitik düşünme gücü, deney yapabilme, tasarlama kabiliyeti Hacettepe Üniversitesi’nde kazandığım niteliklerdir.

Devlet üniversitesinde tecrübe ettiğim maddi destek eksikliğini, Sabancı Üniversitesi’nde neredeyse hiç yaşamadım. Hem öğreten hem de öğrenen bir birey olmayı yaşadığım bir üniversiteydi, çok mutluydum. Hayalimdeki aletleri yapabiliyordum fakat istediğim gibi vücut ile entegre edebilmem mümkün değildi. Esnek, giyilebilir aletler üzerine çalışan akademisyenleri araştırmaya başladım. Prof. John A. Rogers’ı buldum. Hatta kendisiyle 2008 yılında Boston, ABD’de yapılan bir konferansta yüz yüze tanıştık, sunumunu dinledim ve kendi sunumuma davet ettim. Yine önyargıların ve eleştirilerin tersine, gideceğim okulu değil, çalışacağım hocayı seçmiştim.

Daha sonra, doktora eğitimim için burs arayışına başladım. Doğrudan hocadan da burs alabilirdim fakat akademik olarak özgür olmak finansal açıdan da özgür olmayı gerektiriyordu, özellikle doktoranın ilk seneleri için, kendini ispat edene kadar.

2009’da ilk defa verilmeye başlanan Fulbright Doktora Bursu’nu kazandım ve The University of Illinois at Urbana, Champaign’de (UIUC) Malzeme Bilimi ve Mühendisliği bölümde doktora eğitimine başladım. Tahmin ettiğim gibi doktora hocam, Prof. John A. Rogers, farklı bir konu üzerinde çalışmamı istiyordu, yapmak istediğim şeyi grubunda önceden yapmış biri yoktu, aslında derinlemesine bakarsanız hayalimdeki kavram henüz hiç kimse tarafından yapılmamıştı. Rogers, beni kararlı görünce ve maddi olarak özgür de olduğumdan istediğim projeye başlamama izin verdi. 5 yıl sürecek kişisel savaşım başlamıştı.

(Ş.N) Harvard’a hangi çalışmanızı sundunuz?

(C.D) Parkinson ve farklı beyin hastalarına yardımcı olabilmesi için iğne şeklinde bir pil fikrimi sunmuştum. Lokal olarak beynin en ücra noktalarına inebilen alet, ağız yoluyla aldığımız ilaçları doğrudan beyine iletebilecek ve kırılmış, çalışmayan nöronları tamir edebilecek.

(Ş.N) Sizi seçeceklerini bekliyor muydunuz?

(C.D) Binlerce kişiden sadece 40 kişinin mülakata davet edildiği ve 12 kişinin seçildiği bir süreçti. Mülakatı yapan kişiler, alanlarında kendilerini aşmış insanlar, Nobel ödülü kazanan kişilerdi. Mülakata davet edilirsem, elimden gelenin fazlasını yapacağımı biliyordum ve öyle de oldu. Hayatımda geçirdiğim en keyifli mulakkatı. En yüksek oy ile seçildim.

(Ş.N) Hedefleriniz neler? Gelecek için muhakkak planlarınız vardır. 

(C.D) Az zamanda çok ve iyi işler yapmayı planlıyorum. Hep birlikte göreceğiz.

(Ş.N) Prof. Dr. Aziz Sancar Nobel ödülünü almakla bize, çok büyük bir gurur yaşattı. Bu konuda ne diyeceksiniz? 

(C.D) Çok mutluyum, Aziz Hoca’nın çalışmalarını yakından takip ediyordum. Muhterem ellerinden öpüyorum, çok yaşasın Aziz Hoca!

(Ş.N) Gelecekte Türkiye’de çalışmayı düşünüyor musunuz? 

(C.D) Neden olmasın? Nerede değil neden ve nasıl sorularının önemli olduğu bir iş yapıyorum. Gerekli altyapı olursa elbette gelirim.

(Ş.N) Gençlere neler tavsiye edersiniz? 

(C.D) Genç arkadaşlara en başta pes etmemelerini öneriyorum, tutku, aşk ile hayal ettikleri, yapmak istedikleri şeye sarılmalarını istiyorum. Soru sormalarını, hayal kurmalarını, plan yapmalarını, literatürü taramalarını, mümkün olduğunca kendilerinden farklı insanlarla iletişim içinde olmalarını tavsiye ederim. Farklı insanlardan çok bilgiyi öğrenir, olaylara farklı açılardan bakabilme kabiliyeti kazanırız. Kendimizi bizden daha iyi tanıyacak biri yok, o nedenle kendilerine de soru sorup hayattan ne istediklerini sorgulamalarını isterim, arada sırada kendimizle baş başa kalmalıyız. Aldıkları cevaba göre şartlar el verdiği kadar alanlarında iyi olan hocalarla temasa geçmeleri doğru bir strateji olur. Eğer sevdiğiniz işi yaparsanız, başarısız olma ihtimaliniz çok düşük. Asla kendilerini başkalarıyla kıyaslamamalarını öneririm. Model alabilirsiniz, şevk duyabilirsiniz, ama ileri gidip karşılaştırma yaparsanız mutlu olamazsınız ki farklı olan iki insanı karşılaştırmak bence mantıklı değil. Risk almakta önemlidir. Hayat başkalarının fikirlerini takip etmek için çok kısa, risk alsınlar ve istedikleri şeyi yapsınlar.

Şeyda Nasibli

1973 senesinde Karabağ'da doğdum. İlkokul 4. sınıftan beri yerli ve ulusal basında yazılarım yayınlanmaktadır. Azerbaycan'ın bir çok ulusal gazetesinde reklamcı, muhabir, yazı işleri koordinatörü, köşe yazarı görevlerinde çalıştım.

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın