Azerbaycan'da 7 Şubat 2024 Çarşamba Günü Yapılan ve 30 Yıl Sonra Ermeni İşgalinden Kurtarılan Dağlık Karabağ Bölgesinde de Sandıkların Kurulduğu, 8. Cumhurbaşkanlığı Seçimini, Mevcut Cumhurbaşkanı İlham ALİYEV Büyük Farkla Kazandı. Yeni Dönem, Kardeş Azerbaycan Devleti ve Halkı için Hayırlı, Uğurlu olsun…

NÜKLEER ENERJİ GERÇEĞİ

“Galiba yok bana dar gelmeyecek bir belde,

Değerim çok, alacak müşteri bilmem nerde.”

“Büyüyünce hiçbir şehir beni içine almaz oldu,

Değer kazanınca, beni alacak müşteri çıkmaz oldu.”

 

Diğer birçok alanda olduğu gibi şairlikte de hatırı sayılır eserleri bulunan ve yukarıdaki dizelerin sahibi olan İbn-i Sina ’yı hepimiz hekimliğiyle tanırız. Bu şiirleriyle tıpkı onun gibi çağının ötesinde işlere girişen insanların belki de hissiyatını dile getirmiştir. İbn-i Sina’dan bahsetme nedenimi merak ediyorsanız, dünyanın her yerinde saygıyla karşılanan meslektaşlarımızın ülkemizde değerlerinin olmayışını başka nasıl açıklayabilirdim bilemedim.

“Biz yapamayız!”, “ Biz yapmayalım!” , “Bizimkilere bırakırsak Çernobil ’e döner!” vb. ithamlarla belki de siyasi atamaların kaygılarının yansımasıyla kendimizi aşağılamamız ne kadar doğrudur? Bugün bütün bir savaş uçağı ya da süpersonik bir uçak yapamadığımız halde yurdumuzun gözbebekleri olan TÜRK YILDIZLARI tüm dünyaya kendilerini kanıtlamışlardır. Uçak yapamadan uçağı en iyi şekilde uçurabilirken neden nükleer santral yapamadan işletemeyeceğimiz fikrine bu denli inandığımızı halen anlamış değilim.

Biz bunları konuşurken diğer dünya ülkeler de 443 ticari santral aktif olarak çalışıyor, başta Amerika Birleşik Devletlerinde 100‘ü aşkın olmak üzere tüm gelişmiş ülkelerde hatta komşumuz Ermenistan’da bile aktif olarak işleyen bir teknolojiden bahsediyoruz. Ermenistan’ı örnek verdim çünkü Ermenistan’ın sahip olduğu santral şu an dünyanın en güvensiz nükleer santrali olarak nitelendirebileceğimiz Metzamor, Türkiye sınırına 16 km, Iğdır‘a 30 km mesafededir. RBMK tipinde (Çernobil tipi) olmasının yanı sıra çalışma süresi 2026 yılına kadar uzatılmıştır.

Çernobil ‘in güvensizliğini gösteren en belirgin özelliği koruyucu kabuk dediğimiz kubbe biçimindeki yapının olmayışıdır. Bu yapı dışarıdan gelecek bir uçak saldırısına karşı santrali koruyan ya da içerideki bir radyasyon sızıntısına mahal vermeyecek kalitede malzemeden yapılan ve çok pahalı bir yapıdır. Nedense çevreci örgütlere gönül veren kardeşlerimiz kendilerini bu santrale zincirlemek konusunda pek bir isteksizler. Fakat yeni nesil teknolojilerle donatılacak Akkuyu’ya ya da Sinop ‘a zincirlemek için birbirleriyle yarışmaktalar. Bu tutarsız ve samimiyetsiz tutumlar akıllarda soru işareti bırakmakta ve gerçek çevrecileri üzmektedir.

İstatistiklerle ya da bilimsel kavramlarla sizleri sıkmak istemediğim için kısaca nükleer teknoloji ve santraller hakkında bilgi vermek isterim. Nükleer teknoloji ile ziynet eşyası olarak kullanılabilecek değerli taşlar da yapabilirsiniz, enerji de üretebilirsiniz, hastalıkları belirleyebilir ve iyileştirebilirsiniz ya da diğer tüm teknolojilerde olduğu gibi insan da öldürebilirsiniz.

Bugün insan ölümlerinin, sakat kalmaların hatta çok bağdaştırılan kanserin yüzde kaçı nükleer enerjiye bağlı? Tarihimizden daha da geri gidelim, 70 yıldır acaba trafik kazaları mı, kömüre ve doğalgaza dayalı termik santraller mi ya da yenilenebilir enerjiye dayalı santrallerin yapımı ve işletimi sırasındaki olaylar mı, inşaat sektörü mü yahut toplu taşıma araçları mı acaba ciddi ölümlere sebep olmuştur. Kıyaslanamayacak oranları yazmaya bile gerek görmedim. Bir sürü kuru senaryo ve yanlış istatistiklerle maalesef insanlarımızın beyni yıkanmaktadır. Bunun en bariz örneğini ise Çernobil faciası akabindeki nükleer karşıtı tutumlarda görebilirsiniz. Çernobil ile insanların genetiğinin bozulduğunu binlerce insanın öldüğünü ve bu yüzden engelli çocukların dünyaya geldiğini, vb. abartılı ve gerçek olmayan anlatımlarla ülkemizi bu teknolojiden uzak tuttular ve milletimizi korkuttular. Ukraynalılara ve Ruslara baktığımda (bazen kendi genetiğimizin bozulmuş olduğunu düşünmekle beraber) böyle bir durumun olmadığı aşikârdır.

cernobil

Daha büyük yalanlar ise nükleer santrallerin CO2 saldığı ve radyasyon yaydığıdır. Nükleer santralin atığı yoktur yani sizin düşündüğünüz gibi bir atığı yoktur. Külü yoktur. Kullanılmış yakıt diye tabir ettiğimiz yılda bir masa büyüklüğünde açığa çıkan ve santrallerin içinde bekletilen %96 ‘sı yeniden kullanılabilir bir malzemeye çöp diyorsanız o başka. Atık bir gazı yoktur. O devasa bacalardan çıkan buhardır, su buharıdır. O da doğal döngü ile size yağmur olarak geri döner. Siz hiç yanında yeşil bir bitki örtüsü olmayan nükleer santral gördünüz mü? Mümkün değildir çünkü radyasyon yaymazlar. Dünya üzerinde depreme dayanıklılığı en üst düzeyde olan yapılardan biridir. Akla hayale gelmeyecek önlemlerle korunur ve işletilir. Çok basit bir örnek verecek olursak santral operatörü işletme sırasında bayılacak ya da ölecek olursa ve bu esnada kontrol panelinin üzerine düşerse diye düğmelerin bir kısmı kodlu olarak tasarlanmıştır. Nükleer santrallerin aldığı tedbirleri herhangi bir sektör kullansaydı şu anda dünya nüfusu çok farklı (daha çok) olabilirdi.

Vue aérienne du CNPE de Chooz,  le long de la Meuse.

Peki, neden nükleerden korkuyoruz? Bugün asansöre bindiğinizde ya da uçağa bindiğinizde korkmuyorsunuz ama nükleer denilince korkuyorsunuz. Çünkü insan bilmediğinden korkar. Ayrıca insanlar yıllarca bombalarla, savaşın acı yüzüyle korkutulursa ve bu yüzden ölümler olursa elbette bu kadar korku ve çekince olur. Bomba ayrı bir şey santral ayrı bir şeydir. Nükleer santraller nükleer bomba gibi patlamazlar. Bir şeyi yıkmak yapmaktan çok daha kolaydır. Siz şayet insanların öldürülmemesini istiyorsanız nükleere hayır demek yerine savaşa hayır demelisiniz. Bomba yapan ülkelere dur demelisiniz. Gönülleri iman ve sevgi ile doldurmalısınız. Maalesef ne imanı tam öğreniyoruz ne de ilmi. Aşağıdaki şiir az önceki anlatımıma güzel bir örnek aslında…

“Hadi gel yıkalım şu Süleymaniye’yi desen,

İki kazma kürek, iki de ırgat gerek,

Ancak hadi gel yapalım geri şunu desen,

Bir Sinan gerek bir de Süleyman.”

 

Yine de Nükleer Santrallerin çalışma prensibinden biraz bahsedelim isterim. Kısaca santralin çalışma prensibini özetlersek; Nükleer güç reaktörü ya da santrali dediğimiz halk arasında daha çok nükleer santral olarak anılan yapı, fisyon sonucu oluşan enerjinin kontrollü bir biçimde elektriğe dönüştürüldüğü yerdir. Çeşitli tipleri bulunmasıyla beraber yaygın olarak reaksiyon sonucu oluşan ısıl enerji ile suyun buhara dönüştürülmesi, oluşan buharın jeneratöre bağlı olan bir türbini çevirmesiyle ve tüm döngü sırasında ısınan suyun yine su ile soğutulmasıyla elektrik üretir.

Daha kolay anlaşılması için evinizdeki ocakta tencerede bir su düşünün, alttan yaktığınız ateş ile suyun buhara döndüğünü göreceksiniz ve buharı bir boruya hapsedip önüne de kabaca su değirmenine benzer bir şey koyup bu değirmeni de bir jeneratöre bağlarsanız ve bunu kapalı çevrim ile sürekli hale getirebilirseniz elektrik üretebilirsiniz. Doğalgaz santralleri doğalgaz yakarken kömür santralleri linyit yakarak bu amaca ulaşmakta, Nükleer Santraller ise radyoaktif elementlerin çekirdek reaksiyonları sonucu oluşan ısıl enerji ile bu amacına ulaşmaktadır.

Fakat ülkenizin doğal kaynakları yetersiz ise elektriği nereden üretebilirsiniz? Termik santrallerin en temizi olarak düşündüğünüz doğalgazı tercih ettiniz ve dış ülkelerden ithal etmeye başladınız hiç hesapladınız mı kaç yıllık yakıt masrafıyla bir Akkuyu yapılabilir? Çok can alıcı bir oran verecek olursak sadece 1,05 gram uranyumun tüm atomları bölünürse 1 MWh enerji üretir. Aynı enerjiyi kömüre ya da doğalgaza dayalı santrallerde üretmeniz için tonla yakıt yakmanız ve çevreye bir o kadar kül bırakmanız gerekir.

Yenilenebilir enerji diyorsunuz, güneş yüz çevirdi ve yağmur yağmadı ya da rüzgâr esmediğinde elektriksiz kalmayı göze alıyor musunuz? Hayır. Eğer alıyor olsaydınız zaten şuan bunları konuşmuyor olurduk. Nükleer santraller 12 ay ya da 18 ay boyunca hiç durmadan çalışabilirler ve stabil olarak kurulu güçlerine yakın bir elektrik üretirler. Oysa maalesef yenilenebilir enerji bu şekilde üretemez. Çünkü üretimi kısıtlı, verimliliği ve kullanılabilirliği düşüktür. Farz edelim bir NGS ‘nin (nükleer güç santrali) 2,5 MW kurulu gücü olsaydı (Kullanılan rüzgâr santrallerin en büyüğü) neredeyse kurulu gücü kadarını ve neredeyse 1 yılda 8760 saat elektrik üretebilirdi. Oysa Yenilenebilir enerjiye dayalı bir santral yılda maksimum 4000 saat çalışabilecek ve maalesef rüzgârın sürekli aynı güçte esmemesi, suyun aynı debide akmaması ve güneşin aynı enerjiyi vermemesi nedeni ile üçte biri ya da dörtte biri kadar elektrik üretebilecek (1000 MW bir NGS = bölgeye göre değişmekle birlikte 160 – 200 tane 2,5 MW ‘lık rüzgâr santraline eşdeğer sayılabilir) ve bu üretilen elektrik de istenildiği saatte üretilemeyecekti. Kısacası siz bu elektriği kaliteli olarak kullanamayacaktınız. Ayrıca şebekeleri de yoracaktınız ve stabiliteyi bozacaktınız. O yüzden ülkeler yaptıkları yenilenebilir enerjiye yakın bir oranda, ikame, stabil elektrik üretebilen santrallerle elektrik şebekesini destekler ve yedeklerler.

Nine Mile Point 2 nuclear power plant

Şunu söylemeliyim ki ben bir nükleer enerji hayranı değilim sadece makul ölçüde kafamı kullanarak bir ülke için en verimli üretim şeklini arıyorum ve bence ülkemizin elektrik ihtiyacının bir kısmı kömürden, bir kısım yenilenebilir enerjiden, bir kısım da NGS ‘den üretilerek enerjinin çeşitliliği sağlanmalıdır. Bunun nasıl olması gerektiğinin detaylarını ise gerekirse ülkenin en üst kademelerine hiçbir karşılık beklemeden sunabilecek kadar bilgili ve bunun denetimini de dünyanın ileri gelen bilim adamlarına ve kurullarına denetletecek kadar da özgüven içindeyim ve eminim birçok meslektaşım da aynı bilgilerle hazır olarak beklemektedirler.

“Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile atinin yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır.”

Atatürk ruhbanı olarak değil, Atatürk ‘ün de dediği gibi doğrudan doğruya bir Türk Milliyetçisi olarak üstteki sözleri unutmamızdan ötürü derin üzüntü içindeyim. Fakat merak etmeyiniz, Türk mühendisleri ve bilim adamları emin olun fırsat verildiğinde birçok zorluğu aşacak fıtri zekâya, ilme bağlılığa ve yorulmaz çalışkanlığa sahiptir. Bir gün aşağıdaki sözleri gerçekleştireceklerini bilerek hazırda beklemektedirler. Allah bu Büyük Millete tarihe ışık tuttuğu günleri yaşatma gücü ve kuvveti versin inşallah.

Mehmet Kutalmış Karacan

1985 yılında Ankara ‘da dünyaya geldim. Tüm öğrenim hayatımı Ankara ‘da geçirdim. Türkiye ‘de 35 yıldır yalnızca Hacettepe Üniversitesi Mühendislik Fakültesinde bulunan ve kazandığım yılda yalnızca 146 mezuna sahip Nükleer Enerji Mühendisliği bölümünden mezun oldum. Çalışma hayatı temposu ve İstanbul ‘a taşınmamla birlikte bir gün bitireceğime inanarak başladığım Nano teknoloji ve Felsefe alanlarındaki yüksek lisanslarıma ara vermek durumunda kaldım. Arkadaşlarım arasında spora, sanata ve şiire olan merakım ile tanınırım. Başta okçuluk, yüzme ve basketbol olmak üzere spora yatkınlığım, kendi eserlerimi yazmam ve başka eserleri okumaktan büyük keyif almamdan ötürü olan şiire merakım, ayrıca Türk Sanat Müziği hayranlığım ile bilinirim. Ülkemizde Nükleer Enerji ile alakalı faaliyetlerin neredeyse olmayışı nedeni ile mezun olduğum yıllarda fark ettiğim Elektrik Piyasasına aktif satış ile başladım. Kısa zamanda toptan satış ve elektrik üretim şirketlerinde üretimden, satıştan ve tahminden sorumlu olarak görev aldım ve almaktayım.

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın