Azerbaycan'da 7 Şubat 2024 Çarşamba Günü Yapılan ve 30 Yıl Sonra Ermeni İşgalinden Kurtarılan Dağlık Karabağ Bölgesinde de Sandıkların Kurulduğu, 8. Cumhurbaşkanlığı Seçimini, Mevcut Cumhurbaşkanı İlham ALİYEV Büyük Farkla Kazandı. Yeni Dönem, Kardeş Azerbaycan Devleti ve Halkı için Hayırlı, Uğurlu olsun…

Zümrüd-ü Anka

407056

Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, ben annemin beşiğini sallarken, babam düştü eşikten, annem düştü beşikten, ben ne yapacağımı şaşırdım, başladım masal anlatmaya.

Vakti zamanında ülkenin birinde bir padişah ve üç oğlu varmış. Ülke içinde halk mutlu, rahat bir hayat geçiriyorlarmış.

Sarayın çok güzel bir bahçesi varmış. Bu bahçede özel bir elma ağacı varmış. Bu ağaçta yılda sadece üç tane elma olurmuş, ama bu bizim bildiğimiz elma gibi görünse de her derde deva bir elma imiş. Lakin bu elmalar tam olgunlaştığı gün çalınıyormuş. Yıllar böyle geçmiş, padişah artık ihtiyarlamaya başlamış. Belki bu elmalardan yersem iyi olurum diye oğullarını yanına çağırmış ve “Yavrularım ben artık ihtiyarladım, bu elma derde deva olan bir elmadır, yersem biraz daha rahatlarım. Onun için sizleri çağırdım. Bu elmayı bana getirebilir misiniz?” der. Şehzadeler de “Emrin olur, babacığım.” derler. Büyük şehzade bu benim görevim, elmaları ben getiririm der. Ve elma ağacının altında beklemeye başlar. Bir gün…. İki gün… üç gün… gelen yok, giden yok. Akşam olur bir uyku bastırır, bir uyku bastırır ki…. Derken şehzade uyur kalır. Sabah olunca uyanır ki elmalar yok. Üzgün bir vaziyette saraya babasının yanına gelir. “Özür dilerim babacığım, kaç gündür uyumuyordum ama bugün uykuya yenik düşmüşüm, uyandım ki elmalar yok, beni affet” der. Babası “Canın sağ olsun kısmet değilmiş.” der.

Ertesi yıl ortanca şehzade “Bu yıl da ben bekleyim.” diyerek elmanın dibinde nöbete başlar. Gene bir gün… iki gün… üç gün… derken, o da uyuyup kalır. Sabah olunca uyanır ki elmalar yok. O da utanarak babasından özür diler. Üçüncü yıl küçük şehzade “Bu yıl da ben bekleyeyim.” der. Babası “Oğlum ağabeylerinin yapamadığı işi sen hiç yapamazsın” der. Ama küçük şehzade “Babacığım ben de şansımı denemek istiyorum” der. Elmalar kızarmaya başlamıştır. Küçük şehzade ağacın dibine gidip beklemeye baslar. Akıllıdır. Çakısıyla parmağını yarar, içine tuz basar. Canı öyle yanar ki uyumak ne mümkün. Bir gün… iki gün… üçüncü gün gece bir ses duyar. Ses kuyudan gelmektedir. Bakar ki kuyudan kocaman bir dev çekiyor. Uyuyor gibi gözlerini kapatıp beklemeye baslar. Dev yanına yaklaşır, ayağı ile şehzadeyi dürter, uyuyup uyumadığını kontrol eder. Uyuduğunu zannederek elmalara uzanır, tam bu sırada şehzade yayını gerer, oku fırlatır, devi ayağından vurur. Dev can acısıyla kuyuya doğru koşar, kuyuya iner. Sabahleyin şehzade elmaları alıp babasına getirir. Devi yaraladığını söyler… “Baba bana müsaade et ben o devi takip etmek istiyorum.” der. Ağabeyleri hep beraber gidelim derler. Ve kuyunun başına gelirler.

 Önce büyük şehzade “Benim belime ip bağlayıp kuyuya salın.” der. Öyle yaparlar. Kuyunun içine doğru giderken, “Yandım!” diye bağırır. Kardeşleri hemen yukarı çıkarırlar. Ortanca şehzade “Ben de ineyim.” der. Onu da bağlayıp kuyuya salarlar. Biraz inince o da “Dondum!” diye bağırmaya başlar. Onu da yukarı çekerler. Sıra küçük şehzadeye gelmiştir. O, “Ben yandım da desem, dondum da desem beni yukarı çekmeyin aşağıya salın.” der ve kuyuya girer.

 Önce yandım sonra dondum diye bağırır ama ağabeyleri onu aşağı salarlar. Ayağı yere basınca belindeki ipi çözer, yürümeye baslar. Karşısına, kocaman bir kapı çıkar. İtekler içeri girer. Ne görsün, şahane bir saray. Her taraf yeşim taşlarıyla aydınlatılmış, pırıl pırıl… Bahçeden geçer sarayın içine girer. Karşısına gelen ilk odayı açar ki güzeller güzeli bir kız kollarından duvara asılmış. Hemen kılıcını çıkarır kızı kurtarır. Kız yalvarır gitme, diye. Ama o yoluna devam eder, ikinci kapıyı da açar. Orada da güzeller güzeli bir kız duvara asılı. Onu da kurtarır. Kızlar “Aman beyim, buradan gidelim dev yaralı, seni de bizi de yer.” diye yalvarırlar. Ama şehzade üçüncü kapıyı da açar ki ne görsün; şimdiye kadar gözlerin görmediği güzellikte bir güzel. Devin başına oturmuş, elinde yelpaze devi serinletiyor. Dev aldığı ok yarasının acısıyla ızdırap içinde kıvranıyor. Kızcağız, şehzadeyi ve yanındaki kızları ki onlar kardeşleriymiş, görünce “Ne olur hemen gidin, dev uyanırsa hepimizi yer.” diye yalvarır. Ama şehzade kılıcını çeker ve devin başını bir vuruşta keser ve herkesi kurtarır. Kızları alıp kuyunun ağzına getirir.

Ağabeylerine seslenir, önce birinci, sonra ikinci kızı yukarı çektirir. Son olarak üçüncü kıza sıra gelmiştir. Bu güzel kız, “Biz üç kardeştik, dev bizi kaçırıp buraya getirdi. Benim babam falanca ülkenin padişahı. Onları oraya götürürsen seni mükâfatlandırır ve biliyorum ki ben ablalarımdan daha güzelim, kardeşlerin beni görünce seni yukarı çıkarmazlar. Şu saçımdan tel al, benim dediğim olur da seni yukarı çıkarmazlarsa bunu yak bir siyah bir beyaz at gelir. Beyaz ata binersen yeryüzüne çıkarsın. Yok siyah ata binersen yedi kat yer altına inersin aman dikkat et!” der. İpi bağlar ve onu da yukarı çekerler. Gerçekten diğer şehzadeler kızı görünce ellerindeki ipin ucunu kuyuya bırakıverirler. Şehzade biraz bekler, belki yanlışlıkla düştü diye ama nafile…

Ne yapsın kişinin başına yazılan gelir diye, söylenir. Saçı yakar. Nerde var nerde yok iki at peydah olur. İkisi de bakılamayacak kadar güzeller. Yerinde durmayan atlar şehzadenin etrafında dönmeye başlarlar. Şehzade beyaz at önünde iken sıçrar ama beyaz at geçmiştir, siyah ata biner. Ne yapsın, yapacak bir şey yok. At şehzadeyi alır, yedi kat yerin altına indirir.

Şehzade attan iner bir evin kapısının önüne gelir. Kapıyı çalar,  bir ihtiyar nine kapıyı açar. “Buyur oğlum, kimsin ne istiyorsun?” der. Şehzade başından geçenleri bir bir anlatır. Gece nine yorgunsun diye bir yatak serer ve orada uyur. Sabah dinlenmiş olarak kalkar, nineden bir bardak su ister. Nine “ Ah oğlum bu ülkede her şey fazlası ile var, sadece su yok, aslında su yok değil, su var ama pınarın başında yedi başlı dev oturuyor. Acıkınca insan eti yiyor. O insani yerken ve yedikten sonra uyurken herkes suyunu doldurmaya çalışır. Çünkü uyandıktan sonra kimseyi suya yaklaştırmaz. Bütün suyu kendisi içer. Bugün de yemek günü ve sıra padişahimizin kızında. O kurban edilecek. (Kurban, kura ile her evden bir kişi olarak seçiliyormuş.) Şimdi ahali olarak, dev, sultan kızımızı yerken ve uyuyunca suyumuzu dolduracağız.” der.

Şehzade “Nine hele sen bana o pınarın yolunu bir göster.” der. Yola çıkarlar ki yolun ucundan da kurban kafilesi çıkmış geliyor. Şehzade devin karşısına geçer, yayına okunu yerleştirir, yedi başlı devin tam ortadaki başındaki gözüne nişan alır. Dev kızın gelişini ağzından sular akıtarak bekler. Tam kızı yiyecekken şehzade oku fırlatır. Ok devin gözünden girip kafasının arkasından çıkar. Dev “Adamsan bir daha at!”  der. Şehzade daha önceden duymuşmuş, devlere bir kere vurulurmuş, ikinci defa vurursan iyileşirmiş. Şehzade “Ben anamdan bir kere doğdum.” diyerek ikinci oku atmaz. Dev olduğu yere kanlar içinde devrilir. Kurban olmak için gelen küçük sultan, şehzadenin devi vuruşunu görmüş ve elini devin kanına batırıp şehzadenin sırtına sürmüş. Ahali şaşkın bir vaziyette sultanın kurtulduğuna sevinip sularını rahatça doldururlarken şehzadeyi sultandan başka kimse düşünmemiş. Küçük sultan saraya getirilince olayları babasına bir bir anlatır. Padişah “Herkes sarayın önünden geçecek!” diye ferman çıkarır. Padişah ve ailesi balkondan geçenleri seyreder. Şehzade de sıradadır. Kız şehzadeyi görünce sırtındaki kan lekesinden tanıyarak babasına gösterir ve askerler şehzadeyi huzura getirirler. Padişah kızını kurtardığı için şehzadeye teşekkür eder. “Kimsin, necisin, nerden geldin, sen benim ülkemin ferdi değilsin, dile benden ne dilersen!” der. “İstersen kızımı vereyim, seni tahtıma varis kılayım.” der. Şehzade başından geçenleri anlatır, “Padişahim benim bir tek isteğim var , çıkarabilirsen beni yeryüzüne çıkar.” der. Padişah “Benim ona gücüm yetmez.” diye özür diler. Şehzade de “Canın sağ olsun, benim başka bir isteğim yoktur.” der.

Saraydan ayrılan şehzade ülkeyi gezmeye başlar. Bir gün gene böyle gezerken, yorulur ve bir ağacın gölgesine dinlenmek için uzanır. Birden bir feryat duyar. Ağacın tepesinde bir kuş yuvası, içinde yavrular, koca bir yılan ağaca sarılmış yukarı tırmanıyor. Hemen kılıcını çeker ve yılanı ikiye böler. Yavruların sesi kesilir. Şehzade ağacın gölgesinde uyuyakalır. Bir zaman sonra uyanır ki üzerinde bir çadır ve kuş yavrularının sesi “Anne bizi o kurtardı, asıl düşman yerde yatıyor!” derler. Şehzadenin üstündeki çadır meğer Zümrüt ü Anka kuşunun kanatlarıymış. Zümrüt ü Anka kuşu şehzadeye teşekkür eder. “Bu yılanın yüzünden senelerdir, yavru büyütemedim, senin sayende bu yavrularım kurtuldu. Sağ ol, dile benden ne dilersen!” der. Şehzade başından geçenleri bir bir anlatır. “Benim bir tek isteğim var, eğer yapabilirsen beni yeryüzüne çıkar.” der. Zümrüt ü Anka, “Ah insanoğlu öyle kocamış zamanıma denk geldin ki, her halde seni yeryüzüne çıkaramam.” der. Şehzade, “Canın sağ olsun başka da bir isteğim yok.” der, ama mahzunlaşır. Zümrüt ü Anka buna dayanamaz ve “Sen bana yavrularımı bağışladın, zor da olsa ben de seni yeryüzüne çıkarırım ama bana kırk koyun eti ile kırk bidon su bul.” der.  Şehzade sevinçle padişahın yanına gider ve olanları anlatır. Padişah “Ondan kolay ne var.” der. “Hemen kırk koyunu kesin parçalayın, torbalara doldurun.” der. “Kırk bidon suyu da hazırlayın, şehzadenin istediği yere götürün.” der.

Hemen hazırlıklar yapılır. Zümrüt ü Anka’nın yanına gidilip, et ve su kanatlara yerleştirilir. Şehzade kanatların ortasına oturur. Zümrüt ü Anka kuşu “Ben gak dedikçe et, guk dedikçe su vereceksin” der. Başlar uçmaya. Kuş gak dedikçe et, guk dedikçe su vererek yeryüzüne yükselmeye başlarlar. Kuş gak dedikçe et, guk dedikçe su verir. Sonunda Zümrüt ü Anka kuşu bir kere daha gak der, şehzade bakar ki et bitmiş, hemen baldırından bir parça keser, kuşun ağzına verir. Zümrüt ü Anka etin insan eti olduğunu anlar. Zaten yeryüzüne de çıkmışlardır. “Haydi insan oğlu yürü bakalım.” der. Şehzade canının acısından topallamaktadır. Zümrüt ü Anka ağzından eti çıkarır, kesilen yere yapıştırır, haydi güle güle, der. Vedalaşırlar. Zümrüt ü Anka yavrularının yanına, şehzade de memleketine doğru yola çıkar.

Şehzade önce kuyudan çıkardığı kızların babalarının ülkesine uğrar. Ve padişaha başından geçenleri anlatır. Kızlarını kurtardığının müjdesini verir. Padişah şehzadeyi o gün misafir eder. Şehzade banyosunu yapar, temiz kıyafetler giyer. Padişah ve bir gurup askeriyle beraber, şehzadenin memleketine doğru yola çıkarlar ve saraya ulaşırlar.  Gelirler ki sarayda düğün hazırlıkları yapılıyor. Şehzade ve kral karşılanıp babanın yanına çıkarlar. Herkes küçük şehzadenin geldiğini görünce bayram ederler. Düğünde büyük şehzade büyük kızı, ortanca şehzade ortanca kızı, küçük şehzade de son çıkan küçük sultanı alır. Kırk gün kırk gece düğün yaparlar. İki padişah ortak kararla, iki ülkeyi birleştirir ve küçük şehzadeyi iki ülkeyi de yönetmesi için padişah yaparlar.

Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine..

Gökten üç elma düştü, biri anlatana, bir yazana biri de dinleyen herkese…

 

Süheyla Keskin

1947 yılında Ankara’da doğmuştur. Ankara İlahiyat Fakültesi 1969 mezunudur. 22 yıl Osmaniye’de öğretmenlik ve idarecilik yapmıştır. Emekli olduktan sonra yerel televizyonlarda dini ve milli sohbetler yapmıştır. Ayrıca dergi ve gazetelerde çeşitli konularda halen yazıları yayınlanmaktadır. Masalcılık geleneğinin yavaş yavaş kaybolduğu bu dönemde onları tekrar hayata kazandırmak için küçük yaşlarda babaannesinden dinlediği masalları sizlerle buradan paylaşmak istiyor. İki kız iki erkek dört çocuk annesidir.

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın