Bin dokuz yüz yetmişli yıllarda TRT Diyarbakır Radyosu’nda Prodüktör olarak çalışırken duymuştum adını. Yirmi altı bölümden oluşmuş “Neden Göçüyorlar? Belgesel Radyo program dizimin ilkinde kullanmıştım sesini. Âşık Garib’in ünlü şiirini, çok güzel bir Çorum Bozlağı’nın ezgisiyle yorumlamıştı. Sazı sesinden, sesi de sazından güçlüydü. Defalarca dinlemiş, gözyaşlarımı tutamamıştım diyar-ı gurbette. Çok güzel yorumladığı o eseri, tam o yıllarda bir mıh gibi çakılmıştı beynime. Bin dokuz yüz doksan beş yılı Aralık ayında Hakka yürüyen merhum ünlü halk ozanımız, Âşık Şekip ŞAHADOĞRU’ydu bu. Adını ve Çorumlu olduğunu, radyomuzun 2400 fitlik A bandından ilk kez öğrenmiştim. İçli ve yanık sesiyle dillendirdiği Bozlağı’nın aşağıdaki sözleri, Anadolu’nun göçer gurbetçi insanlarının çilekeş öykülerini özetliyordu:…
(AŞIK ŞEKİP ŞAHADOĞRU)
“Gurbet elde baş yastığa düşünce
Acep neye varır işi garibin
Gelen olmaz giden olmaz yanına
Akar gözlerinin yaşı garibin…
Lanet olsun gurbet elin adına
Hiç doyulmaz muhabbetin tadına
Hısım akrabası düşer yâdına
Bir yol ağrıyınca başı garibin….
Garip nere varsa karadır yüzü
Nemlidir yakası yaslıdır gözü
Aşikar edemez gizlidir sözü
Bir yere gelince başı garibin…
Gurbet elde garip kimdir bilmezler
Ağlayınca gözün yaşı silmezler
Garip halin nedir deyi sormazlar
Bulunmaz yaranı eşi garibin…
Aşık Garip gözlerinden yaş döker
Anam yoktur yaka yırtıp yaş döker
Nişanlım yok mezarıma taş diker
Bir çalıdır mezar taşı garibin…
Bin dokuz yüz yetmiş yedi yılının sonunda TRT Ankara Radyosu’na naklen atanmış, Diyarbakır’dan ayrılmıştım. Benim için yurdumda gurbet, hasretlik bitmişti. “GÜNAYDIN” ve “KÖY DAĞARCIĞI” programlarını hazırlamaya başlamıştım. İlk işim Âşık Şekip Şahadoğru’nun Radyo Arşivindeki bantlarını araştırmak ve dinlemek olmuştu. Bulduğum türkü ve deyişlerine Programlarımda sık sık yer veriyordum. Gönüller bir olsa gerek, bin dokuz yüz yetmiş sekiz yılının baharında bir gün, elinde sazıyla radyomuza gelmişti Şekip Usta. Konuk etmiş ve çok mutlu olmuştum tanımaktan. Yanımdan ayrılırken beni Çorum’a davet etmişti…
O yılın Temmuz ayında bir haftalık geçici görevle araştırma yapmak üzere Çorum’un yollarına düşmüştüm. Amacım, Şekip Usta’nın davetini yerine getirmek ve konuğu olmaktı. Halk Kültürümüzün çok önemli türkü gözesi Çorum’u ve Halk Ozanlarını Onun yardımı ile tanımaktı.
Çorum Alacahöyük, Hattiler’in, Hititler’in öz vatanıydı. Halk Ozanları, Âşıkları, sazı ve sözü çok güçlüydü. Toprakları verimli, Hüseyin Ovası deyiş- türkü doluydu. Oraları Anadolu’ydu çünkü. Sarımbey’li Deli BORAN, Alaca İmatlı’dan Kul MEHMET, Sefil ALİ: (Kul HÜSEYİN), Kul MUSTAFA, Âşık HAYDAR gibi Hakka yürümüş ünlü ozan ve âşıkların yurduydu…
Çorum’a vardığımda Milönü Mahallesindeki evinde bulmuştum. Yere-yüze koymamış, gece sabaha kadar bir güzel ağırlamıştı. Ertesi gün, o yılların modeli bir arabayla köylere birlikte çıkmıştık. Uğradığımız ilk köy, Çorum Merkeze bağlı Çanakçı olmuş, Aşık Mehmet’le tanıştırmıştı.
Sonra, doğup büyüdüğü köyü Evci Orta Kışla’ya dönmüştük. İki gün iki güce muhabbet ekmiştik. Babası Âşık Sahurdan Dede’yi, Eşi Ümmühan Yengeyi, Kardeşi ve Köyün imamı Ali Aykaç Hocayı tanımıştım. Hepsi birbirinde güzel sesliydi. Sazlar eşliğinde deyişler- mersiyeler; türküler-bozlaklar okunmuştu. Üçüncü gün, türküleri eşliğinde Evci Orta Kışla’nın ve çevre köylerin meşeli dağlarını, Meyve yüklü bağlarını, sulama göletlerini, mesire yerlerini gezdirmişti. Yaptırdığı çeşmelerin buz gibi sularından içmiştik. Birlikte olmaktan mutlu olmuş, içi içine sığmamıştı. Çorum’un Milönü Mahallesindeki evine döndüğümüzde sesi güzel özü güzel biricik kızı Türkan’ı tanıştırmıştı. O sazını çalmış, Türkan da duygu yüklü türkü ve deyişlerini okumuştu. Yorumlarını bantlarımıza kaydetmiştik… Öykülü türkülerini ve anılarını paylaştığımız o gezimizde beni, yörenin genç ozanları: Âşık ÖZLEMİ:(Gümüşhacıköy’lü Mammer Badem); Çoban Hüseyin ÇEMREK ve Âşık Haşim ASLIHAK ile tanıştırmıştı. Bir haftayı Halk ozanlarıyla, âşıklarla birlikte yaşamış, onların muhabbetiyle geçirmiştim. Ailece kökten sürme deyiş-türkü ustalarının: AKAÇ’ların, ŞAHADOĞRU’ların arasında kalmıştım… Nihayet görev tamamlanmış, mutlu ayrılmıştım Çorum’dan…
TRT Ankara Radyosu’nda çalıştığım dört yıl boyunca dostluk ilişkilerimiz kesilmemiş, programlarımın en özgün âşıklarından biri olmuştu Şekip ŞAHADOĞRU… Ankara’ya her yolu düştüğünde radyoda ziyaretime gelmiş, programlarımın konuğu olmuştur. Çorumlu ortak dostlarımız Hüseyin Karataş, Metin Aksoy, kardeşi Orhan Aykaç, Âşık Hüseyin Çırakman, Cuma ile birlikte Tuzlu Çayır’da türkülerimizi ve dertlerimizi paylaşmıştık. Zaman zaman da üyesi bulunduğumuz Ozan Derneklerinin kültürel etkinlikleriyle; merhum ozanlarımızın anma günlerinde ve ortak tanıdıklarımızın düğünlerinde buluşmuştuk.
Bin Dokuz Yüz Seksen’li yılların başında TRT’den Kültür ve Turizm Bakanlığı’na atıldığımda, yaşadığım on yıllık sürgünün acılarını benimle içten paylaşmış, TRT’ye geri dönmem için büyük çaba harcamıştı. O acılı yıllarda Çorum’a yaptığım çeşitli gezilerimde şair Damadı öğretmen İlhami Örten; “İki gözümün nuru, benim geleceğim, umudum, sesim-soluğum olacak” dediği torunu Tülay ÖRTEN’le tanışmıştım. Âşık Dedesi, anası Türkan ve öğretmen babası İlhami’nin yollarında yürüyordu Tülay. Onların özlemini, doksanlı yıllarda TRT’ye sözleşmeli ses sanatçısı olarak başlamakla gerçekleştirmişti. Ama yıllar da su gibi akmıştı. Doksanlı yılların yarısında, Bin Dokuz Yüz Doksan Beş yılı baharı ile yaz aylarında dertler bizi bulmuştu. Nisan ayında Ankara’da kanser teşhisiyle Yüksek İhtisas Hastanesi’ne yatırılmıştı Şekip Can. Ortak dostumuz Hüseyin Karataş’la birlikte ziyaretine gitmiş, sesini, düşünce ve duygularını kaydetmiştik. Başucunda okuduğum aşağıdaki şiirimle gözleri dolmuştu:
Merhaba ey şoförlerin aşığı,
Hoş gelmişsin görenlerin sultanı,
Hastaneler senden alsın ışığı
Kırmızı gül derenlerin sultanı.
Kamyonuna nice dağlar aştırdın
Elli yıldır hak yolunda koşturdun
Saz elinde halkımızı coşturdun
Geçmiş olsun yarenlerin sultanı.
Şirin Çorum ilimizden gelirsin
MOR SULTAN’ın seni sever bilirsin
Sen istersen Hak yolunda ölürsün
Geçmiş olsun erenlerin sultanı…”
Aynı yıl on iki haziranda, önce ben eşimi kaybetmiştim. Çorum’daki evinden, hasta haliyle beni aramış, acımı paylaşmıştı. Telefonda ağlayarak baş sağlığı dilemişti.
Aradan altı ay geçmeden, Aralık bin dokuz yüz doksan beşte, ağır hasta olduğunu duymuştum. Âşık Emini Düştü ve çırağı Âşık Haşim Aslıhak’la birlikte ziyaret için Çorum’a gitmiştik. Ne var ki geç kalmış, son nefesinden önce yetişememiştik. Oraya varışımızdan yarım saat önce hakka yürümüştü. Aynı gün “DERT BENDE KALDI” deyişinin eşliğinde, Aralık ayının alaca karlı bir gününde çok sevdiği köyü, Evci Orta Kışla’da toprağa vermiştik. Işıklar içinde yatsın, mekânı aydınlık olsun…
Bir yıl sonra O’nu, sevgili oğlu Ali Haydar’ın üç aralık bir dokuz yüz doksan altı tarihinde, Çorum’da yapılan düğününde aşağıdaki şiirimle anmış, genç evlilere mutluluklar dilemiştim…
“Çorum ellerinde seni aradım Çorum ilimizin bir tek gülüydün
Bir yıl sonra bulamadım Şekip dost, Sevgi ağacının güçlü dalıydın
Seyit Ali’nin şanlı düğününe Deyişlerimizin şen bülbülüydün
Bir türlü gelemedim Şekip dost. Değerini bilemedim Şekip dost.
Adı güzel Haydar oğlun evlendi MOR SULTAN’ın seni candan severdi
Kınasında tüm dostların eğlendi Hem sazını hem sözünü överdi
Deyişlerin türkülerin söylendi Ağır hasta olduğunu duyardı
Seni andık, gülemedim Şekip dost. Başucunda olamadım Şekip dost…”
Şekip ŞAHADOĞRU, Çorum ilimizin efsane halk ozanları/âşıkları arasında yer alıyordu. Sevgi, muhabbet, aşk delisiydi. Birlik derdi, barış derdi, insan derdi. İki kitabına “İNSAN SEVGİSİ” adını vermişti. O, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Âşık Veysel, Şerif Mahzuni ve Neşet Ertaş çizgisinin devamıydı. Anadolu’muzun gerçek tüm halk ozanlarına sevgisi ve saygısı vardı. Gezginci şoför bir âşıktı. Güzel Yurdumuzun dağlarına taşlarına, türlü çeşit kuşlarına şiir yazar türkü yakardı. KÖKTEN SÜRME bir âşıktı. Yanında yetiştirdiği kardeşi Orhan AYKAÇ bir şiirinin iki dörtlüğünde:
“Leyla leyla diye feleği şaşan Âlemi hoş gördü kötü görmedi
Divane Mecnunun eşiydi Şekip Kişilikten zerre taviz vermedi
Aslıhan aşkıyla yanıp tutuşan (…) Can incitip bir gönülü kırmadı
Kerem’in bedeni başıydı Şekip. Gönülü hak bilen kişiydi Şekip.”diyerek övmüş.
Kayın biraderi, Âşık Haşimi de, beş dörtlükten oluşturduğu bir şiirinde, ustasını şöyle özetlemiş:
“Baba yadigârı bülbül avazlı Okulu muhabbet sevgiydi yolu
İlinde yurdunda bir idi Şekip (…) Aşkı Ehlibeyt, Hüseyin kolu
Sohbette coşardı elinde sazlı O’nu coştururdu gerçek bir dolu
Gelin birlik olun der idi Şekip. Yirminci asırdan beriydi Şekip…”
Sivas Kangal’lı ozan dostu İsmail NAR da iki dörtlüğünde, O’nun gerçekten güzel bir yönünü vurgulamış:
“Nasıl anlatayım ey Şahadoğru Edep erkân yol içinden süzülmüş
Bülbüle benzerdin güle benzerdin (…) On iki İmam katarına dizilmiş
Kulağımdan gitmez o güzel sesin Hırpalanmış damga yemiş ezilmiş
Sazına benzerdin tele benzerdin. Mektuba benzerdin, pula benzerdi….”
O büyük Âşık, bin dokuz yüz doksan beş yılının Aralık ayı başında: “DERT BENDE KALDI.” Kasetindeki eserinin içli- yanık ezgileriyle Hakka yürümüştü. Bedeni Çorum’dan alınıp, doğduğu köyü Evci Orta Kışla’nın torağına kavuşturulmuştu. Bizler ise: Bu fani dünyada büyük sorunlarla yüklü olarak dertler arasında kalmıştık vesselam…
Yazar/programcı meslektaşım Ayfer TAHANCI doğruları araştırıp pirim, ustam Şekip ŞAHADOĞRU’yu güzel kitabıyla /eseriyle yaşatıp tanıttığı için yürekten kutluyorum. Eline ve diline sağlık. Ömrün uzun olsun, kalemin kırılmasın sayın AYFER TAHANCI…