Azerbaycan'da 7 Şubat 2024 Çarşamba Günü Yapılan ve 30 Yıl Sonra Ermeni İşgalinden Kurtarılan Dağlık Karabağ Bölgesinde de Sandıkların Kurulduğu, 8. Cumhurbaşkanlığı Seçimini, Mevcut Cumhurbaşkanı İlham ALİYEV Büyük Farkla Kazandı. Yeni Dönem, Kardeş Azerbaycan Devleti ve Halkı için Hayırlı, Uğurlu olsun…

KÖKTEN SÜRME ÂŞIKLAR ARASINDA

Bin dokuz yüz yetmişli yıllarda TRT Diyarbakır Radyosu’nda Prodüktör olarak çalışırken duymuştum adını. Yirmi altı bölümden oluşmuş “Neden Göçüyorlar? Belgesel Radyo program dizimin ilkinde kullanmıştım sesini. Âşık Garib’in ünlü şiirini, çok güzel bir Çorum Bozlağı’nın ezgisiyle yorumlamıştı. Sazı sesinden, sesi de sazından güçlüydü. Defalarca dinlemiş, gözyaşlarımı tutamamıştım diyar-ı gurbette. Çok güzel yorumladığı o eseri, tam o yıllarda bir mıh gibi çakılmıştı beynime. Bin dokuz yüz doksan beş yılı Aralık ayında Hakka yürüyen merhum ünlü halk ozanımız,  Âşık Şekip ŞAHADOĞRU’ydu bu. Adını ve Çorumlu olduğunu, radyomuzun 2400 fitlik A bandından ilk kez öğrenmiştim. İçli ve yanık sesiyle dillendirdiği Bozlağı’nın aşağıdaki sözleri, Anadolu’nun göçer gurbetçi insanlarının çilekeş öykülerini özetliyordu:…

hqdefault

                                                                                       (AŞIK ŞEKİP ŞAHADOĞRU)

 

“Gurbet elde baş yastığa düşünce

Acep neye varır işi garibin

Gelen olmaz giden olmaz yanına

Akar gözlerinin yaşı garibin…

                                                           Lanet olsun gurbet elin adına

                                                          Hiç doyulmaz muhabbetin tadına

                                                          Hısım akrabası düşer yâdına

                                                          Bir yol ağrıyınca başı garibin….

 

Garip nere varsa karadır yüzü

Nemlidir yakası yaslıdır gözü

Aşikar edemez gizlidir sözü

Bir yere gelince başı garibin…

                                                      Gurbet elde garip kimdir bilmezler

                                                           Ağlayınca gözün yaşı silmezler

                                                           Garip halin nedir deyi sormazlar

                                                           Bulunmaz yaranı eşi garibin…

 Aşık Garip gözlerinden yaş döker

Anam yoktur yaka yırtıp yaş döker

Nişanlım yok mezarıma taş diker

Bir çalıdır mezar taşı garibin…

 

Bin dokuz yüz yetmiş yedi yılının sonunda TRT Ankara Radyosu’na naklen atanmış, Diyarbakır’dan ayrılmıştım. Benim için yurdumda gurbet, hasretlik bitmişti. “GÜNAYDIN” ve “KÖY DAĞARCIĞI” programlarını hazırlamaya başlamıştım. İlk işim Âşık Şekip Şahadoğru’nun Radyo Arşivindeki bantlarını araştırmak ve dinlemek olmuştu. Bulduğum türkü ve deyişlerine Programlarımda sık sık yer veriyordum. Gönüller bir olsa gerek, bin dokuz yüz yetmiş sekiz yılının baharında bir gün, elinde sazıyla radyomuza gelmişti Şekip Usta. Konuk etmiş ve çok mutlu olmuştum tanımaktan. Yanımdan ayrılırken beni Çorum’a davet etmişti…

O yılın Temmuz ayında bir haftalık geçici görevle araştırma yapmak üzere Çorum’un yollarına düşmüştüm. Amacım, Şekip Usta’nın davetini yerine getirmek ve konuğu olmaktı. Halk Kültürümüzün çok önemli türkü gözesi Çorum’u ve Halk Ozanlarını Onun yardımı ile tanımaktı.

Çorum Alacahöyük, Hattiler’in, Hititler’in öz vatanıydı.  Halk Ozanları, Âşıkları, sazı ve sözü çok güçlüydü. Toprakları verimli, Hüseyin Ovası deyiş- türkü doluydu. Oraları Anadolu’ydu çünkü. Sarımbey’li Deli BORAN, Alaca İmatlı’dan Kul MEHMET, Sefil ALİ: (Kul HÜSEYİN), Kul MUSTAFA, Âşık HAYDAR gibi Hakka yürümüş ünlü ozan ve âşıkların yurduydu…

baglama-baslik-gorsel

Çorum’a vardığımda Milönü Mahallesindeki evinde bulmuştum. Yere-yüze koymamış, gece sabaha kadar bir güzel ağırlamıştı. Ertesi gün, o yılların modeli bir arabayla köylere birlikte çıkmıştık. Uğradığımız ilk köy, Çorum Merkeze bağlı Çanakçı olmuş, Aşık Mehmet’le tanıştırmıştı.

Sonra, doğup büyüdüğü köyü Evci Orta Kışla’ya dönmüştük. İki gün iki güce muhabbet ekmiştik. Babası Âşık Sahurdan Dede’yi, Eşi Ümmühan Yengeyi, Kardeşi ve Köyün imamı Ali Aykaç Hocayı tanımıştım. Hepsi birbirinde güzel sesliydi. Sazlar eşliğinde deyişler- mersiyeler; türküler-bozlaklar okunmuştu. Üçüncü gün, türküleri eşliğinde Evci Orta Kışla’nın ve çevre köylerin meşeli dağlarını, Meyve yüklü bağlarını, sulama göletlerini, mesire yerlerini gezdirmişti. Yaptırdığı çeşmelerin buz gibi sularından içmiştik. Birlikte olmaktan mutlu olmuş, içi içine sığmamıştı.  Çorum’un Milönü Mahallesindeki evine döndüğümüzde sesi güzel özü güzel biricik kızı Türkan’ı tanıştırmıştı. O sazını çalmış, Türkan da duygu yüklü türkü ve deyişlerini okumuştu. Yorumlarını bantlarımıza kaydetmiştik… Öykülü türkülerini ve anılarını paylaştığımız o gezimizde beni, yörenin genç ozanları: Âşık ÖZLEMİ:(Gümüşhacıköy’lü Mammer Badem); Çoban Hüseyin ÇEMREK ve Âşık Haşim ASLIHAK ile tanıştırmıştı. Bir haftayı Halk ozanlarıyla, âşıklarla birlikte yaşamış, onların muhabbetiyle geçirmiştim. Ailece kökten sürme deyiş-türkü ustalarının: AKAÇ’ların, ŞAHADOĞRU’ların arasında kalmıştım… Nihayet görev tamamlanmış, mutlu ayrılmıştım Çorum’dan…

TRT Ankara Radyosu’nda çalıştığım dört yıl boyunca dostluk ilişkilerimiz kesilmemiş, programlarımın en özgün âşıklarından biri olmuştu Şekip ŞAHADOĞRU… Ankara’ya her yolu düştüğünde radyoda ziyaretime gelmiş, programlarımın konuğu olmuştur. Çorumlu ortak dostlarımız Hüseyin Karataş, Metin Aksoy, kardeşi Orhan Aykaç, Âşık Hüseyin Çırakman, Cuma ile birlikte Tuzlu Çayır’da türkülerimizi ve dertlerimizi paylaşmıştık. Zaman zaman da üyesi bulunduğumuz Ozan Derneklerinin kültürel etkinlikleriyle;  merhum ozanlarımızın  anma günlerinde ve ortak tanıdıklarımızın düğünlerinde buluşmuştuk.

Bin Dokuz Yüz Seksen’li yılların başında TRT’den Kültür ve Turizm Bakanlığı’na atıldığımda, yaşadığım on yıllık sürgünün acılarını benimle içten paylaşmış, TRT’ye geri dönmem için büyük çaba harcamıştı. O acılı yıllarda Çorum’a yaptığım çeşitli gezilerimde şair Damadı öğretmen İlhami Örten; “İki gözümün nuru, benim geleceğim, umudum, sesim-soluğum olacak” dediği torunu Tülay ÖRTEN’le tanışmıştım. Âşık Dedesi, anası Türkan ve öğretmen babası İlhami’nin yollarında yürüyordu Tülay. Onların özlemini, doksanlı yıllarda TRT’ye sözleşmeli ses sanatçısı olarak başlamakla gerçekleştirmişti. Ama yıllar da su gibi akmıştı. Doksanlı yılların yarısında, Bin Dokuz Yüz Doksan Beş yılı baharı ile yaz aylarında dertler bizi bulmuştu. Nisan ayında Ankara’da kanser teşhisiyle Yüksek İhtisas Hastanesi’ne yatırılmıştı Şekip Can. Ortak dostumuz Hüseyin Karataş’la birlikte ziyaretine gitmiş, sesini, düşünce ve duygularını kaydetmiştik. Başucunda okuduğum aşağıdaki şiirimle gözleri dolmuştu:

 

Merhaba ey şoförlerin aşığı,

Hoş gelmişsin görenlerin sultanı,

Hastaneler senden alsın ışığı

Kırmızı gül derenlerin sultanı.

 

Kamyonuna nice dağlar aştırdın

Elli yıldır hak yolunda koşturdun

Saz elinde halkımızı coşturdun

Geçmiş olsun yarenlerin sultanı.

 

Şirin Çorum ilimizden gelirsin

MOR SULTAN’ın seni sever bilirsin

Sen istersen Hak yolunda ölürsün

Geçmiş olsun erenlerin sultanı…”

Aynı yıl on iki haziranda, önce ben eşimi kaybetmiştim. Çorum’daki evinden, hasta haliyle beni aramış, acımı paylaşmıştı. Telefonda ağlayarak baş sağlığı dilemişti.

Aradan altı ay geçmeden, Aralık bin dokuz yüz doksan beşte, ağır hasta olduğunu duymuştum. Âşık Emini Düştü ve çırağı Âşık Haşim Aslıhak’la birlikte ziyaret için Çorum’a gitmiştik. Ne var ki geç kalmış, son nefesinden  önce yetişememiştik. Oraya varışımızdan yarım saat önce hakka yürümüştü. Aynı gün “DERT BENDE KALDI” deyişinin eşliğinde, Aralık ayının alaca karlı bir gününde çok sevdiği köyü, Evci Orta Kışla’da toprağa vermiştik. Işıklar içinde yatsın,  mekânı aydınlık olsun…

Bir yıl sonra O’nu, sevgili oğlu Ali Haydar’ın üç aralık bir dokuz yüz doksan altı tarihinde, Çorum’da yapılan düğününde aşağıdaki şiirimle anmış, genç evlilere mutluluklar dilemiştim…

“Çorum ellerinde seni aradım                                    Çorum ilimizin bir tek gülüydün

Bir yıl sonra bulamadım Şekip dost,                        Sevgi ağacının güçlü dalıydın

Seyit Ali’nin şanlı düğününe                                     Deyişlerimizin şen bülbülüydün

Bir türlü gelemedim Şekip dost.                               Değerini bilemedim Şekip dost.

 

Adı güzel Haydar oğlun evlendi                                MOR SULTAN’ın seni candan severdi

Kınasında tüm dostların eğlendi                               Hem sazını hem sözünü överdi

Deyişlerin türkülerin söylendi                                   Ağır hasta olduğunu duyardı

Seni andık, gülemedim Şekip dost.                          Başucunda olamadım Şekip dost…”

 

Şekip ŞAHADOĞRU, Çorum ilimizin efsane halk ozanları/âşıkları arasında yer alıyordu. Sevgi, muhabbet, aşk delisiydi. Birlik derdi, barış derdi, insan derdi. İki kitabına  “İNSAN SEVGİSİ” adını vermişti. O, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Âşık Veysel, Şerif Mahzuni ve Neşet Ertaş çizgisinin devamıydı. Anadolu’muzun gerçek tüm halk ozanlarına sevgisi ve saygısı vardı. Gezginci şoför bir âşıktı. Güzel Yurdumuzun dağlarına taşlarına, türlü çeşit kuşlarına şiir yazar türkü yakardı. KÖKTEN SÜRME bir âşıktı. Yanında yetiştirdiği kardeşi Orhan AYKAÇ bir şiirinin iki dörtlüğünde:

 

“Leyla leyla diye feleği şaşan                                         Âlemi hoş gördü kötü görmedi

Divane Mecnunun eşiydi Şekip                                    Kişilikten zerre taviz vermedi

Aslıhan aşkıyla yanıp tutuşan                   (…)               Can incitip bir gönülü kırmadı

Kerem’in bedeni başıydı Şekip.                                    Gönülü hak bilen kişiydi Şekip.”diyerek övmüş.

 

Kayın biraderi, Âşık Haşimi de, beş dörtlükten oluşturduğu bir şiirinde, ustasını şöyle özetlemiş:

 

“Baba yadigârı bülbül avazlı                                          Okulu muhabbet sevgiydi yolu

İlinde yurdunda bir idi Şekip                   (…)               Aşkı Ehlibeyt, Hüseyin kolu

Sohbette coşardı elinde sazlı                                       O’nu coştururdu gerçek bir dolu

Gelin birlik olun der idi Şekip.                                      Yirminci asırdan beriydi Şekip…”

 

Sivas Kangal’lı ozan dostu İsmail NAR da iki dörtlüğünde, O’nun gerçekten güzel bir yönünü vurgulamış:

 

“Nasıl anlatayım ey Şahadoğru                                      Edep erkân yol içinden süzülmüş

Bülbüle benzerdin güle benzerdin           (…)              On iki İmam katarına dizilmiş

Kulağımdan gitmez o güzel sesin                                 Hırpalanmış damga yemiş ezilmiş

Sazına benzerdin tele benzerdin.                                 Mektuba benzerdin, pula benzerdi….”

 

 O büyük Âşık, bin dokuz yüz doksan beş yılının Aralık ayı başında: “DERT BENDE KALDI.” Kasetindeki eserinin içli- yanık ezgileriyle Hakka yürümüştü. Bedeni Çorum’dan alınıp, doğduğu köyü Evci Orta Kışla’nın torağına kavuşturulmuştu. Bizler ise: Bu fani dünyada büyük sorunlarla yüklü olarak dertler arasında kalmıştık vesselam…

Yazar/programcı meslektaşım Ayfer TAHANCI doğruları araştırıp pirim, ustam  Şekip ŞAHADOĞRU’yu güzel kitabıyla /eseriyle yaşatıp tanıttığı için yürekten kutluyorum. Eline ve diline sağlık. Ömrün uzun olsun, kalemin kırılmasın sayın AYFER TAHANCI…

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın