Azerbaycan'da 7 Şubat 2024 Çarşamba Günü Yapılan ve 30 Yıl Sonra Ermeni İşgalinden Kurtarılan Dağlık Karabağ Bölgesinde de Sandıkların Kurulduğu, 8. Cumhurbaşkanlığı Seçimini, Mevcut Cumhurbaşkanı İlham ALİYEV Büyük Farkla Kazandı. Yeni Dönem, Kardeş Azerbaycan Devleti ve Halkı için Hayırlı, Uğurlu olsun…

Şiddetin Psikolojisi ve Siyasi Şiddetin (Terörün) Nedenleri

IMG_2456

Her terör eylemi şiddet eylemidir. Şiddet konusunda yapılmış birçok tanım bulunmasına karşılık Dünya Sağlık Örgütü’nün yapmış olduğu “Bireyin kendisine, başkasına ya da bir guruba yönelik maddi veya manevi zarar verme ihtimalini artırması, engellemesi, yoksunluk ve ölüme dönük olarak fiziksel gücü tehdit amaçlı veya gerçekten kullanılmasıdırşeklindeki tanımı esas alınmıştır.

Birçok terörist hareket, göreceli olarak küçük, düzen karşıtı, politik veya dini ideolojiler üzerine kurulu (yarı)gizli topluluklardır: Yapılan çalışmalar, şiddetin çok sayıda faktörle ilişkili olduğunu göstermiştir. Şiddet sosyolojik, antropolojik ve psikolojik yönleri olan bir kavram olduğu için tek bir disiplin açısından incelenmesi yeterli olmayabilir.

Tarihteki psikoloji kuramcıları terörü değil ama terörün nüvesinde yer alan şiddeti incelemiş ve kuramlarını oluşturmuşlardır. Psikolojik yönüyle incelediğimizde, Freud, şiddetin insan doğasında bulunduğunu ileri sürmüştür. Freud’a göre bilinçaltında temel olarak saldırganlık ve cinsellik içgüdüsü vardır. Saldırganlık içgüdüsü kişinin kendisine yönelmesiyle mazoşizme, başkalarına yöneldiğinde ise sadizme neden olduğunu ileri sürüp insanın saldırganlık içgüdüsünden arındırılamayacağını belirtmiştir.

Melanie Klein, saldırganlığın insan doğasında bulunan bir içgüdü olduğu konusunda Freud’la hemfikirdir.  Klein’e göre saldırganlık ilk önce çocuğun bağımlı olduğu nesneye yönelmekte daha sonraki aşamalarda ise diğerlerine transfer edilmektedir. Klein, gelişimin saldırganlık içgüdüsüyle baş etme girişimlerinin sonucu ortaya çıktığını ileri sürmüştür.

Şiddetin insan doğasında bulunduğunu savunan araştırmacıların bir kısmı nörobiyolojik yaklaşımı esas almışlardır. Bu araştırmacılara göre şiddet limbik sistemle beynin frontal ve temporal loblarındaki nörolojik faaliyetler ve serotanin, depomin, gama-amino butirik asit, nitrik oksit, glukokortikoidlerin salgılanmasıyla ilişkilidir. Bu yaklaşıma göre şiddet organizmanın salgıladığı bazı salgılara bağlı olarak ortaya çıkmakta ve şiddetin nörobiyolojik yönü psikolojik yönünden önce gelmektedir.

Evrimci yaklaşımın önemli isimlerinden Eysenck ve Gray ise saldırganlığı, evrimsel süreçte insanın kazandığını ve içselleştirerek doğasına kattığını savunmuşlardır. Onlara göre şiddet diğerlerinin kaynaklarını ele geçirme, kendini savunma, düşmanları caydırma amacıyla geliştirilmiş bir çözüm yöntemidir.

Gustave Le Bon ve Girard farklı disiplinlerde araştırmalar yapmalarına karşın psikolojik yönü olan şiddet kuramları geliştirmişlerdir. Le Bon, saldırganlık güdüsünün toplumların doğasında bulunduğunu ileri sürmüş ve bunun ırksal bilinçaltı vasıtasıyla aktarıldığını savunmuştur. Kişilerin topluluk içerisinde bireysel sorumluluğunu kaybedip saldırganlaşmalarını ırksal bilinçaltındaki şiddetin bireylere aktarılması olarak değerlendirmiştir.

René Girard’a göre şiddet sadece özne ile nesne arasında olan bir şey değildir. Öznenin doğasında nesneyi arzulamak vardır fakat aynı nesneyi birden fazla özne arzulayınca çatışma çıkmaktadır. Öznenin bir nesneyi arzuladığını ifade etmesi veya ona yönelmesi diğer öznelerde aynı nesneye karşı arzu uyandırmaktadır. 26 Ona göre arzular taklit (mimetic) edecekleri bir örnek ararlar. Bu yüzden arzunun “mimesis”i (taklitçi özelliği) hep çatışma içindedir. Arzuların bir nesneye yönelmesi çatışmayı kaçınılmaz kılmaktadır.

Jung şiddeti insan doğasında bulunan olumlu şiddetin olumsuza dönüştüğünü savunan arketiplerle açıklamış ve şiddetin kaynağı olarak gölge arketipini göstermiştir. Ona göre gölge arketiplerin en güçlü ve tehlikeli olanıdır. İnsanın canlılık ve yaratıcılık içgüdülerinin kaynağı olduğu gibi insanın hayvansı yönünü de içermektedir. Birey, toplumun bir üyesi olmak için gölgenin bu yönlerini bastırması ve evcilleştirmesi gerekir. Kişinin bilinçli dünyasında işler yolunda gittiği sürece gölgedeki kötü unsurlar bilinç dışında etkisiz olarak durmaktadırlar. Ancak işler yolunda gitmeyip kişinin zorlandığı bir durumda gölge, egonun kontrolünden çıkmakta ve gölgedeki kötü unsurlar etkinleşerek saldırgan davranışlara neden olmaktadırlar.

Adler, üstünlük arzusunu korumak için insan doğasında olumlu şiddet bulunduğunu fakat saldırganlık içgüdüsünün insan doğasında bulunmadığını savunmuştur. Ona göre saldırganlık üstünlük arzusunun yara alması sonucu ortaya çıkmaktadır. Kişi üstünlük arzusuna bağlı olarak öz-saygısına düşkündür. Öz-saygısının zedelendiğini, kendisinin değersizleştiğini hissetme, suçlanma, yoksun kalma ve geriye atılma gibi durumlarda kişi saldırganlaşır. Adler, üstünlük arzusunu gerçekleştirmek için insan doğasında bulunan olumlu şiddetin öz-saygının kaybedilmesi durumunda ortaya çıkan saldırganlıktan önce geldiğini ileri sürmüş, saldırganlığın daha sonra bazı sosyal faktörlerle ilişkili olarak ortaya çıktığını savunmuştur.

Fromm’a göre, insan dünyayı değiştirme ve dönüştürme amacı güden bir varlıktır. Bu nedenle kendisine hedefler koyar. Hedeflerini gerçekleştirme girişimi yeteneklerini kullanmayı ve güçlenmesini sağlar. Zafiyet, kaygı ve yetersizlikler nedeniyle hedefinden uzaklaşması kendisini güçsüz hissedip acı çekmesine ve yaşam dengesinin bozulmasına neden olur. Bu durumda kişi içinde bulunduğu sıkıntıyı giderme ve oluşan dengesizliği onarmaya yönlenir. Önce güçlü bir kişiye ya da guruba boyun eğerek onlarla özdeşleşme yolunu tutar. Fromm’a göre bu yöntem bir yanılsamadır. İkinci yol olarak ise yok etmek için saldırganlığı tercih eder. Bunun nedeni ise yaşam karşısındaki dayanılmaz edilgenliğin iç dünyasında oluşturduğu acıdır. Böylece bir yerde yaşamdan intikam almıştır. Fromm, yok edici olumsuz şiddetin yanında olumlu şiddetin bulunduğunu belirtip ikiye ayırmıştır. Birincisi, oyunda ortaya çıkan şiddet: Oyunda ortaya çıkan şiddet yok etme amacı taşımayan, beceri geliştirmeye dönük bir şiddettir. Bu tür şiddete örnek olarak Budistlerin kılıç oyunlarını göstermektedir. İkincisi, tepkisel şiddet: Bireyin yaşamını, özgürlüğünü, onurunu ve servetini korumaya yönelik başvurduğu şiddettir. Bu şiddet türü yaşama dönük, akla uygun ve meşru olup, en yaygın görülen şiddet biçimidir,

Maslow, şiddet konusuna Fromm’a benzer yaklaşmıştır. Ona göre üretememe ve kendini gerçekleştirememe sonucu gelişen nevrotik yönelimler şiddete yol açmaktadır. Maslow, insanın kendisini gerçekleştirmesi için gerekli olan olumlu şiddetin kişinin bunu başaramaması durumunda olumsuz şiddete dönüştüğünü savunmuştur.

Dollard ve Miller’e göre saldırganlık, hedefine ulaşan kişilerde ortaya çıkmaz. Onlara göre şiddetin kaynağı engellenmedir. Birey, hedefine ulaşması engellendiğinde saldırganlaşmaktadır. Onlara göre kişinin hedefine ulaşmak için sergilediği olumlu şiddet engellenme sonrası saldırganlığa dönüşmektedir.

 Davranışçı psikologlar ise saldırganlığın içgüdüsel olduğu görüşüne karşı çıkıp, öğrenilen bir davranış olduğunu ileri sürmüşlerdir. Onlara göre saldırganlığın kazanılmasında önemli olan iki faktör vardır. Birincisi tekrar, diğeri ise pekiştirmedir. Çocuk saldırganlığı çevresinden gördüğünde bu tür davranışlar sergilemeye başlar. Bu aşamada saldırgan davranışın kötü olduğu belirtilip ceza verildiğinde davranış pekişmez. Eğer bu davranışları çevreden olumsuz tepki almaz ya da teşvik edilirse çocuk saldırgan davranışı tekrarlayarak alışkanlık haline getirir.

Sosyal bilişsel kuramı geliştiren Bandura’ya göre saldırganlık öğrenilen bir davranıştır. Toplum çocuğa ailede, akran guruplarında, okulda ve medyada birçok model sunmaktadır. Çocuklar bu modelleri gözlemler ve taklit ederler. Bandura çocuklar üzerinde yapmış olduğu çalışmalarda onların seyrettikleri şiddet içerikli filmlerden saldırgan davranışları öğrendiğini tespit etmiştir.

Horney, saldırganlığın nevrozun yansıması olduğunu, nevrozun ise kültürle alakalı olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre birey yaşadığı insan ilişkilerindeki çatışmalar sonucu insanlardan uzaklaşmayı tercih etmektedir. Bir taraftan toplumdan uzaklaşma isterken diğer taraftan sosyal bir varlık olması nedeniyle ilişkilerini sürdürme zorundadır. Fakat topluma dönmesiyle çatışmaların devamı korku, umutsuzluk ve sadizme neden olmaktadır. Ona göre bu durum içgüdüsel olmayıp kişinin çevresiyle yaşamış olduğu çatışmalar sonucu ortaya çıkmaktadır.

 Antropolojik psikoloji açısından yaklaşan araştırmacılar şiddetin kültürle ilişkili olduğunu ileri sürmüştür. Onlara göre kültürlerin sunduğu model kişilikle toplumun ihtiyaç duyduğu kişilik arasında ilişki vardır. Düşmanlarıyla sıkça çatışma yaşayan toplumlar şiddete yatkın bireylerin yetişmesini teşvik etmekte ve hatta şiddetten uzak duran kimseler anormal kişilik olarak değerlendirilmektedir. Savaşçı yerli kabilelerde arkadaş canlısı yardım sever, şiddetten uzak kişiler hasta olarak değerlendirilmektedir. Buna karşılık saldırgan davranışların onaylanmadığı topluluklarda şiddete daha az rastlanması kültürün etkisini göstermektedir. Kuramlar şiddetin kaynağı konusunda farklı görüşler ileri sürmelerine rağmen insan hayatındaki önemi konusunda görüş birliği içinde olup, şiddetin aydınlatılmasına önemli katkılar sağlamışlardır. Fakat şiddeti yalnızca psikolojik kuramlarla anlamaya çalışmak ve onu psikolojiye indirgemek doğru bir yaklaşım değildir.

Meşruiyet, güçle birliktelik, otoriteye ve toplumsal kurallara uygunluk ve onlarla çatışmama, anlamlarına gelmektedir. Diğer bir ifade ile eylem ve söylemlerin toplum tarafından kabul görecek şekilde ahlaka ve makul gerekçelere dayandırılması demektir. Birey ve toplumlar, bir ilkeye dayanmayan eylemleri desteklemezler. Bir davranışın toplum tarafından onanması ve kabul edilmesi meşrulaştırma kavramı ile ifade edilmektedir.Saldırgan davranışlarda bulunan kişilerin yaptıkları eylemlerin makul olduğunu izah edip açıklamaya çalışmaları veya birtakım mazeretler beyan etmeleri psikolojide ussallaştırma(rasyonalizasyon) kavramı ile ifade edilir. İnsanın bilişsel yönden tutarlı, davranışlarının uyumlu ve dengeli olması, ruh sağlığı için önemli bir durumdur. Bu yüzden insanlar başkaları tarafından yanlış anlaşılabilecek davranışları anlamlandırmak ve bir şekilde meşrulaştırmak için çaba göstermektedirler.

Terörü araç olarak kullanan bütün gruplar, düşünce ve eylemlerini mağduriyet ve mazlumiyet psikolojisi üzerine temellendirirler. Mağduriyet yaşayanların çektiği sıkıntılar ve adaletsizlik hayal kırıklığının ve teröre (siyasal şiddete) başvurmanın zeminini hazırlar. Siyasal alanda temsil imkânlarının kısıtlanması, terör eylemlerine başvurmayı meşrulaştıran bir neden olarak kabul edildiği gibi, sosyo-ekonomik yönden mahrumiyet ve gelir dağılımındaki adaletsizlik gibi sorunlar da teröre yönelten nedenler arasındadır. Özsaygıları zedelenmiş, siyasi, ekonomik, kültürel imkân ve hakları kısıtlanmış, kendilerine değer verilmemiş kişiler, terör eylemlerine başvurmayı kendileri için meşru bir hak olarak görürler.Gelir dağılımındaki dengesizlik, hak ihlalleri ve işgallere karşı mücadelede diğer referansların yanı sıra dini referanslar önemli bir meşrulaştırma aracıdır. Bazı alanlarda yaşanan mahrumiyet ve dışlanmışlık, birey ve toplumların şiddet ve terörü hakların kazanılması için bir strateji ve meşru bir araç olarak kullanılmalarına neden olmaktadır. Mağduriyet yaşayan kişiler, kendilerine zulmü reva görenlerden intikam almak için tercih ettikleri yöntemin meşru olduğuna inanırlar. Terör eylemlerini haklılaştırma eğiliminde bulunanları eleştirenler olduğu gibi, terörü yüceltenler de olmuştur. Terörü amaçlarına ulaşmak için en uygun araç olarak kabul edip, kendilerinin haklı ve başvurdukları yöntemin de doğru ve adil olduğunu savunmaktadırlar.

Terör, mağduriyet yaşamış toplumsal katmanlarda kendisine daha kolay zemin bulmaktadır. Bu yüzden terör örgütleri bu kesimleri yanlarına daha kolay çekeceklerini bilmekte ve onlara dönük çeşitli stratejiler geliştirmektedirler. Terör eylemleri çeşitli yer ve zamanlarda, siyasi, ekonomik, sosyo-kültürel vb. nedenlerle ortaya çıkmakta, birtakım yöntemlerle meşrulaştırılmaktadırlar. Meşrulaştırmada örf ve adetler, liderlerin sözleri, anayasa, hukuk ilkeleri, dini inanç ve öğretiler gibi birçok faktör etkili olmaktadır. Söylemlerin toplum tarafından kabul gören için bir otoriteye dayandırılması meşrulaştırma sürecine olumlu olarak yansımaktadır.

Savunma mekanizmaları, kişinin vicdanen rahatsız olduğu eylemlerini haklı gerekçelerle destekleyerek rahatlatmasını sağlamakta, yaşamış olduğu sıkıntı ve gerginlikle başa çıkmasına yardımcı olmaktadır.

Şiddet ve teröre karışanlar, yaptıkları eylemleri mantıki temellere dayandırmaya çalışırlar. Kategorik olarak ‘biz’ ve ‘öteki’ ayrımına giderek, kendilerinin iyi, adil ve haklı, öteki olarak algıladıkları kişileri ise kötü ve haksız olarak konumlandırırlar. Bu kişilerin birçoğu kendilerini başkaları ile karşılaştırıp zihin dünyalarında ‘ötekiler’ veya ‘onlar’ şeklinde ayrım yaptıkları kişileri kötülüklerin temsilcileri, ‘biz’ diye kategorize ettikleri kendilerini ise, özgürlük ve adalet için mücadele eden erdemli bir topluluk olarak görürler.

Medya, açıktan veya dolaylı bir şekilde yoksunluklar içindeki gurupları (Çingeneleri, göçmenleri vb.) ötekileştirdiği gibi, ayrımcılığa ve adaletsizliğe uğrayan kişileri de ‘tembel, sorumsuz, cahil gibi olumsuz kalıplarla yargılamaktadır. Ötekileştirilen bu tür dezavantajlı grupların yaşadıkları mahrumiyet, yoksunluk ve ayrımcılığın kendi varoluşsal yapılarından ya da kendi davranış biçimlerinden kaynaklandığına vurgu yapılmaktadır. Adaletsizliğe uğrayan dezavantajlı grup üyeleri bir süre sonra kendilerine biçilen bu kalıp yargıları kabullenmekte ve ilginç bir şekilde sistemin meşrulaştırılmasına destek olmaktadırlar.

Ön yargının meşrulaştırılmış halinin en uç biçimi soykırımdır. Bu uygulamada hedefteki grup sistematik bir biçimde yok edilmeye çalışılır. Stalin, kendisine komplo düzenlediğinden kuşkulandığı herkesi hedef almış ve yaklaşık 40 milyon kişiyi Sibirya’daki kamplara sürmüş ve bunların 15 milyonu hayatını kaybetmiştir. Benzer bir şekilde 1940’lı yıllarda 6 milyon Yahudi’nin Orta Avrupa’da Nazi kamplarında sistematik bir biçimde yok edilmesi, soykırım uygulamalarına verilecek çarpıcı birer örnektir. Genel olarak, gücü elinde bulunduranlar, hayat tarzı ve değerleri kendileri gibi olmayanları aşağı, şer odağı ve düşman olarak kategorize edip onlara tahakküm etmek isterler. Buna karşılık kendilerinin sömürüldüğünü, ezildiğini ve birtakım haklardan mahrum bırakıldığını düşünenler ise, bu duruma düşmelerine sebep olanlara karşı nefret duygusunu geliştirilmekte, ötekileştirilen düşmana karşı duyulan nefret duygusu, bu insanları bir arada tutan ve onları motive eden bir güce dönüşmektedir. Terörü meşru gören örgütlenmelere baktığımızda bunların kendileri dışında kalan herkesi lanetlediğini görürüz. Böylelikle terör sarmalı zulmeden ve zulme uğrayan her iki tarafın karşılıklı olarak birbirlerini ötekileştirmesi ve düşmanlık duygularını yaşatması ile devam edip gitmektedir.

Şiddet davranışlarının en önemli motivasyonlarından birisi de engellenmedir. Atalarının yaşamış oldukları mağduriyet kuşaktan kuşağa bilinçli veya bilinçsiz olarak aktarılır. Bireyler ne kadar çok engellenir ve horlanırsa o kadar çok ıstırap yaşar ve bunu o ölçüde dışarıya yansıtır. Kişinin amaç ve hedeflerini elde etmesi durumunda saldırgan davranışlarının ortaya çıkmayacağını, fakat hedefine ulaşması engellendiği zaman saldırganlığa yöneldiğini ileri sürmüşlerdir.

Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine göre bireyin fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçlarından sonra sosyal hayatla ilgili ihtiyaçları karşılanmadığı takdirde bireyde kızgınlık ve öfke ortaya çıkabilmektedir. Bu tür duygular ise bireyin şiddet içeren davranışlarını tetikleyebilmektedir.

Şiddeti kendilerine yöntem olarak seçen dini gruplar yoksunluk teorisi ile değerlendirildiğinde, bu grupların modernite ve onun sonuçlarına yönelik tepkisel davranmalarını daha iyi anlayabiliriz. Bu dini grupların demokratik yetersizlik, hızlı modernleşme, yozlaşmış kültür, yabancılaşmış seçkinlere tepki göstermelerini yoksunluk teorisi ile izah etmek mümkündür.

Teröre başvuran kişiler, eylemlerine meşruiyet kazandırmak için bilişsel olarak yaptıklarını olumsuz bir davranış olmaktan çıkarıp, haklı ve gerekli bir eylem konumuna dönüştürmeye çalışırlar. Kurban değersizleştirilip çektiği acı reddedilerek uygulanan şiddet meşrulaştırılır. Kurbanın insanlıktan çıkarılmasıyla (dehümanizasyon) her türlü saldırganlık meşru hale gelir.

Böylece terör eylemi temize çıkarılarak, suçluluk duygusuyla başa çıkılmaya ve yapılan davranışın meşru olduğu ispatlanmaya çalışılır. Terör uygulayan kişi ve gruplar, karşıdakinin bu cezayı hak ettiğini, uygulanan şiddetin yerinde ve haklı olduğunu savunurlar. Bu savunma mekanizmasının işleyişinde önce kurbanın değersizleştirilmesi daha sonra ise hak ettikleri cezayı aldıkları inancı gelmektedir. Amaç ise kişinin terör eylemini meşrulaştırarak kendisini rahatlatmasıdır.

Çok boyutlu ve karmaşık bir sorun olan terörü sosyal bir olay olarak ele alırken, toplumun gelenek ve göreneklerinin, manevi değer yargıları ve alışkanlıklarının hesaba katılması gerekmektedir. Genel olarak toplumsal davranışları belirleyen örf ve adetlerin olumlu fonksiyonlara sahip olduğu kabul edilmekle birlikte hepsinin olumlu olduğu söylenemez. Ülkemizin bazı bölgelerindeki kan davaları, töre gibi olumsuz uygulamalar nesilden nesle aktarılmaktadır. Bireyler, içinde yaşadıkları toplumun davranış kalıplarını öğrenir ve tatbik ederler.

Böylece toplumda geçerli olan inanç ve tutumlar doğrultusunda davranmaya başlarlar. Şiddetin bir değer olarak yer aldığı toplumlarda yetişen bireylerin bazıları kendilerini bu davranışın doğru ve meşru olduğuna inandırmaktadırlar. İslam’a göre bireyin bir başkasına ceza verme ve öldürme gibi bir yetkisi olmamasına rağmen, toplumdaki yanlış din ve namus algısının etkisi ile cinayetler işlenmektedir.

Kişi/kişiler içinde yetiştiği kültürün de etkisiyle olumsuz duygular taşıdığı kişi ya da gruplara kendilerinde bulunan beğenmedikleri özellikleri yansıtmak suretiyle düşmanlık duyacakları bir öfke nesnesi oluştururlar. Yansıtma mekanizması ile kişi/kişiler, ‘kötü’ olanın kendileri değil, karşıdakilerin olduğunu dile getirerek kendilerini şiddete hazırlarlar. Yaptıkları terör eylemleriyle kötüleri cezalandırdıklarını ve adaleti temin ettiklerini öne sürerek davranışlarını rasyonalize ederler. Yansıtma ve yer değiştirme mekanizmalarıyla kişi saldırganlığını çeşitli şekillerde ifade etmiş olsa da, içinde yaşadığı engellenme duygusunu ortadan kaldırmaz. Çünkü saldırganlığın yöneldiği kişi ya da gruplar gerçek engelleyiciler değildir.

Dinin en önemli işlevlerinin birisi de meşrulaştırmadır. Davranışlara dini inanç ve değerlerin referans yapılarak meşruiyet kazandırılması, ‘dini meşrulaştırma’ olarak tanımlanmaktadır. Bu tarz meşrulaştırma biçiminde savunulan düşünce ve davranışlar, kutsalla irtibatlandırılarak meşru bir temele dayandırılmaya çalışılır. Dini meşrulaştırmada diğer meşrulaştırma biçimlerinden farklı olarak söz, düşünce ve davranışlara, dini kaynaklar yoluyla insanüstü geçerlik kazandırılmaya çalışılır.

Berger’e göre dini meşrulaştırma, geçmişten günümüze meşrulaştırma araçları içerisinde en etkin ve en yaygın meşrulaştırma yöntemidir. Özellikle dini referanslara dayandırılan söz, fiil ve davranışlara çoğu zaman hiç kimsenin itiraz etmemesi, bu tarz meşrulaştırma yönteminin sıklıkla kullanılmasına neden olmuştur. İçinde yaşadığı toplumun inanç ve değerleri, insan davranışlarını önemli ölçüde etkiler. Kişi veya gruplar, saygı duydukları kutsalın tavsiyelerini yerine getirmeye ve onunla yakınlık kurmaya çalışırlar. Kutsala ters olarak değerlendirdikleri bazı durumlarda keyfi yorumlarla kendilerine görev addederek terör eylemlerine başvurabilir ve bu tür davranışlarını meşru görebilirler. Bu bağlamda din, şiddeti bir araç olarak kullanan kişi veya gurupların eylemlerini meşrulaştırmak için başvurdukları kullanışlı bir vasıta olabilir.

Teröre  başvuran organize şebekeler ve ideolojik guruplar planlamış oldukları şiddet eylemlerini haklı çıkarmak ve meşru zemin sağlamak için bir metin oluştururlar. Eylemlerin sosyo-kültürel gerekçelerini sıralayarak dinsel argümanlarla desteklerler. Böylece meşruiyet kazandırılan terör eylemi uygulayıcıların zihninde adi ve kirli bir şiddet olmaktan çıkarak haklı, adil ve gerekli bir davranış konumuna yükseltilir.

Bireylerin özellikle dinî inançlarla ilgili hususlarda karşısındakinin haklı olduğunu itiraf etmeleri son derece zordur. Bu yüzden ‘öteki’ olarak kategorize edilen diğer dinî grupların benzeşen yönlerinden ziyade ayrışan yönlerine dikkat çekilerek kendilerinin hem ‘en doğru’ hem de ‘en farklı’ olduğu iddiası canlı tutulmaya çalışılır. Bu da ‘öteki’nin olumsuz, hatta aşağılayıcı sıfatlarla değersizleştirilmesine neden olur.

Din, insan davranışları üzerinde etkili bir kurumdur. Terör eylemlerinin din ile ilişkilendirilmesi, dinin kendi tabiatından ziyade müntesiplerinin dini algı ve yorumları ile ilgili bir durumdur. Genel olarak merhamet, şefkat, hoşgörü, sevgi ve barış gibi söylemlere sahip dinler, muhataplarından acımasız, bencil ve yıkıcı davranışlardan uzak durmalarını isterler. Buradaki problem, dinin bireyler tarafından içselleştirilmesi ve bu prensiplerin hayata geçirilmesiyle yakından ilişkilidir.

Dini metinlerde öfke, kin, nefret, ve barış ortamını zedeleyici davranışlar yasaklanmıştır. Özellikle Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam gibi semavi dinler, özü itibariyle şiddete başvurmayı onaylamazlar. Fakat etnik, siyasi, ideolojik amaç ve menfaat gibi din dışı nedenler yüzünden birçok çatışma ortaya çıkmış aynı dine mensup fırka ve mezhepler arasında bile kanlı savaşlar yaşanmış, çatışmanın tarafları kendilerini haklı göstermek ve şiddet eylemlerini meşru göstermek için kendi yorumlarına sığınmışlardır. Dinin özünde olmamasına rağmen, müntesiplerinin birtakım siyasi, ideolojik menfaatleri elde etmek için dini metinleri amaçlarına uygun yorumlamak suretiyle başvurdukları terör eylemleri terörü meşrulaştırma çabası olarak görülmelidir.

Bir dinin mensupları arasında birden çok dindarlık biçimine rastlanmaktadır. Bölgelere, zamana, sosyo-kültürel yapılara, bireysel farklılıklara vb. değişkenlere göre birbirinden farklı dindarlık yapıları ortaya çıkmaktadır. Herhangi bir dini inancın, dindarlık türlerinden birisine indirgenerek diğerlerinin yok sayılması doğru bir yaklaşım değildir. Bir dinin mensupları arasında bile çoğu zaman bir bütünlük meydana gelmezken, farklı grup ve mezhepler arasında bu problem daha da belirginleşmektedir. Bu tür durumlarda aynı din mensupları için de yorum farklılıkları bir nifak ve çatışma sebebi olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarihte ve günümüzde aynı din mensupları arasında yaşanan çatışmalara bakıldığında yorum farklarının etkileri görülmektedir.

İnsanlık tarihi boyunca devlet ile din yakın ilişki içinde olmuş, çeşitli şekillerde birbirlerini etkilemişlerdir. Kimi zaman ise devlet dini kendi ideal ve amaçları için kullanmış, kimi zaman dini kurumlar devletin siyasi ve ideolojik yapısından faydalanmıştır. Hiçbir dinin şiddet ve terörü doğrudan desteklemediği, bütün dinlerin amacının insan hayatına anlam katma olmasına rağmen gücü elinde bulunduran iktidarlar meşruiyetlerini sağlayabilmek için dini bir araç olarak kullanmaktan çekinmemişlerdir. Bu nedenle şiddet din kaynaklı olmayıp insan kaynaklı evrensel bir sorundur.

Günümüzde terör herhangi bir coğrafyaya, ırka ve dine özgü olmayıp tüm insanlığın evrensel bir sorunudur. Bir insanın nedenleri bilinmekle birlikte nasıl bir terörist olduğu ise grup psikolojisi dinamikleri ile açıklanmaktadır. Bu nedenle oldukça karmaşık yapısı olan terör olgusunun indirgemeci bir yaklaşımla ve daha çok sonuçları açısından değerlendirmek yerine, hangi psikolojik, sosyal ve kültürel nedenlerden kaynaklandığı, yöntem olarak insanların niçin terörü tercih ettikleri vb. konuların disiplinler arası çalışmalarla incelenmesi gerekir.

Kaynakça;

1-Dünya Sağlık Örgütü, Dünya Şiddet ve Sağlık Raporu: Özet, Genova World Health Organization, 2002, s. 4.

2-Sigmund Freud, Psikanaliz Üzerine, 14. Baskı (çev. A. Avni Öneş), Say Yayınları, İstanbul 2008, s. 133-134.

3-Ian Craib, Psikanaliz Nedir?, II. Baskı (çev. Ali Kılıçoğlu), Say Yayınları, İstanbul 2008, s. 108-109.

4- Neşe Kocabaşoğlu, “Serotonin ve Şiddet”, Yeni Symposium Dergisi, 38 (2), 2000, s. 68-72.

5-Susan C. Cloninger, Theories of Personality Understanding Persons, Fourth Edition, Pearson Prentice Hall, New

6- Gustave Le Bon, Kitleler Psikolojisi, I. Baskı, Hayat Yayınları, İstanbul 1997, s. 23-28.

7– René Girard, Kutsal ve Şiddet, (çev. Necmiye Alpay), Kanat Yay., İstanbul, 2003, s. 167.

8- Engin Gençtan, Psikanaliz ve Sonrası, 9. Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul 2000, s. 180-182.

9–Jess Feist & Gregory J. Feist, Theories of Personality, Six Edition, McGraw Hill, New York, 2006, s. 82, 90.

10-Erich Fromm, Sevginin ve Şiddetin Kaynağı, Payel Yayınları, 5. Baskı (çev. Yurdanur Salman-Nalan İçten), İstanbul 1990, s. 28.

11 Fromm, a.g.e., s. 21.

12- Feist & Feist, a.g.e., s. 283.

13-Cloninger, a.g.e., s. 335.

14–Leonard D. Eron, “The Development of Aggressive Behavior From The Perspective of Developing Behaviorism”, American Psychology, 42, 1989, s. 435-442.

 15- Cloninger, a.g.e, s. 374, 375.

16-Karen Horney, Ruhsal Çatışmalarımız, IV. Baskı (çev. Selçuk Budak), Öteki Yayınevi, Ankara 1999, s. 10.

18-Horney, a.g.e., s. 13.

19-Thomas Hylland Eriksen, Sosyal ve Kültürel Antropoloji (çev. A. Erkan Koca), Birleşik Yayınevi, Ankara 2012, s. 125-126.

20– William A. Haviland, Kültürel Antropoloji (çev. Hüsamettin İnanç), Kaknüs Yayınları, İstanbul 2002, s. 178-191.

21–Haviland, a.g.e., s. 171.

22-Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yay., Ankara 1999, s. 595.

23-Halis Çetin, “Siyasetin Evrensel Sorunu: İktidarın meşruiyeti-Meşruiyetin İktidarı”, Ankara Üniv. SBF Dergisi, (58-3), s. 67.

24-Selçuk Budak, Psikoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yay., Ankara 2000, s. 784.

25- Sibel Kılınç & Fuat Torun, “Adil Dünya İnancı”, Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 2011: 3 (1), s. 3.

26- Talip Küçükcan, “Terörün Sosyolojisi: Toplumsal Kökenleri Anlama İmkanı”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 6, Sayı 24 (2010), s. 45.

27- Martha Crenshaw, “The Causes of Terrorism”, Comporative Politics, Cilt 13, No 4, 1981, s. 384’ten nakleden Talip Küçükcan, a.g.m., s. 46.

28- Küçükcan, a.g.m., s. 46 vd.

29- Abdullah Alperen & Hüseyin Salur, “Hannah Arendt’te Şiddet ve Şiddetin Kaynaği Üzerine Din Sosyolojik Bir İnceleme”, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. 8/1, Yıl: 2008, s. 80.

30-Aysen Tokol & Yusuf Alper, Sosyal Politika, Dora Yayınları, Bursa 2011, s. 2-4.

31- Küçükcan, a.g.m., s. 39.

32- Asım Yapıcı, Din, Kimlik ve Önyargı, Karahan Kitabevi, Adana, s. 132-134; Deniz Ülke Arıboğan, Tarihin Sonundan Barışın Sonuna, Nefretten Teröre, Ümit Yayıncılık, Ankara 2005, s. 124-127.

33- Jerrold M Post, “Terrorist psyco-logic: Terrorist behaviour as a product of psychological forces” edt. Walter Rich, Origins of Terrorism, Cambridge University Pres, Cambridge, 1990, s. 25-26’dan aktaran Talip Küçükcan, a.g.m., s. 39.

35-Michael A. Hogg & Graham M. Vaughan, Sosyal Psikoloji (çev. İbrahim Yıldız-Aydın Gelmez),Ütopya Yay., Ankara 2011, s. 411.

36- Terör Nedir? http://www.kemalsayar.com/sayfalar.asp?s=214

37–Abdulkadir Çevik, Politik Psikoloji, Dost Kitabevi, Ankara 2008, s. 36.

38-Cloninger, a.g.e., s. 335.

39- Aydın Usta, “Etnik Şiddet Olgusu Üzerine Sosyo-Psikolojik Bir Değerlendirme”, Polis Bilimleri Dergisi, c. 11 (2) 2009, s. 91.

40-Celalettin Çelik, “Dini Gruplar Sosyolojisi”, Din Sosyolojisi-içinde- (Edit. Mehmet Bayyiğit), Palet Yay., Konya 2013. s. 298

41- Faruk Karaca, “Saldırganlık, Şiddet ve Din”, http://www.iikv.org/academy/index.php/tr/article/view/1504, s. 17.

42- Terör Nedir? http://www.kemalsayar.com/sayfalar.asp?s=214

43-Göregenli, a.g.m., s. 2; Kılınç & Torun, a.g.m., s. 2-3.

44-Kılınç & Torun, a.g.m., s. 3.

45-Norbert Vanbeselaere, “Gruplar Arası Davranışın Sosyal Psikolojik Analizi: Bireyci Bir Yaklaşımdan Sosyal Kimlik Yaklaşımına”, IX. Psikoloji Kongresi Bilimsel Çalışmalar, 18-20 Eylül 1996, Boğaziçi Üniversitesi Yayını, s. 48.

46- Töre ve namus cinayetleri ile ilgili bkz. Serap Akcaoğlu Saydım, Medyada ve Töre ve Namus Cinayetlerinin Yansımaları, Veliler ve Öğrenciler Üzerindeki Etkileri, (Araştırma Raporu) MEB Yay. Ankara 2008.

47-Kemal,Sayar, “Terörün Psikolojisi, Şiddetin Psikopolitiği, http://www.kemalsa-yar.com/sayfalar.asp?s=62

48-Yapıcı, a.g.e., s. 28.

49-Ejder Okumuş, “Din ve Siyaset”, Din Sosyolojisi-içinde- (Edit. Mehmet Bayyiğit), Palet Yay., Konya 2013, s. 211.

50-Peter L. Berger, Kutsal Şemsiye, (çev. Ali Coşkun), Rağbet Yay., 2011, s. 75.

51-Terör Nedir? http://www.kemalsayar.com/sayfalar.asp?s=214

52-Şinasi Gündüz, Dinsel Şiddet (Sevgi Söyleminden Şiddet Realitesine Hıristiyanlık), Etüt Yay., Samsun 2002, s. 35.

53-Asım Yapıcı & Kadir Albayrak, “Öteki”ni Algılama Bağlamında Dinî Gruplar Arası İlişkiler” İlmi Araştırmalar Dergisi, Sayı: 14, cilt: 5 Yıl: 2002, s. 37.

54- Karaca, a.g.m., s. 20.

55- Hasan Onat, “Küresel Şiddet ve Terör: İnsan Olma Onuruna Vurulan Darbe”, Dini Araştırmalar, Cil: 7, Sayı: 20, Yıl: 2004, ss. 19-30.

56- Şinasi Gündüz, “Din, Terör ve Şiddet”, Diyanet Aylık Dergi, Sayı:170, Ankara, 2005, s. 170.

57-Mustafa Erdem, “Din ve Terör Üzerine”, Dini Araştırmalar, Cilt:7, Yıl: 2004, s. 10.

58- Okumuş, “Din ve siyaset”, s. 206-207.

59-(Arslanoğlu,2003, s. 174-175) , Prof. Dr. Özcan Köknel’de “Bireysel ve Toplumsal Şiddet

 

Gönül Erdal Dağıstanlı

Psikiyatri Uzmanı Dr. Gönül ERDAL 1966 yılında Ankara’da doğdu. Akdeniz Üniversitesi Tıp fakültesinden derece ile mezun oldu. Mecburi hizmet sırasında örnek doktor seçildi ve sağlık ocağı ödülü aldı. Psikiyatri ihtisasını Bakırköy Ruh ve Sinir hastalıkları hastanesinde yaptı. Bilişsel Kognitif Terapisi, Duygulanım, Düşünce Davranış Terapisi ve Sağlık Kurumları İşletmesi eğitimlerini de başarı ile tamamladı. Çeşitli Ulusal televizyon kanallarında ve Sivil toplum kuruluşlarının organizasyonlarında defalarca bilinçlendirme eğitim konferanslar vermiştir. Ülke çapında ses getiren sosyal sorumluluk projelerinde kilit roller üstlenmiştir.

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın