23 NİSAN 1920; Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. ATATÜRK; “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir!” diye açıkladı, o gün, “HAKİMİYETİ MİLLİYE BAYRAMI” oldu ve çocuklara armağan edildi. 1923'te “ÇOCUKLARIN ROZET BAYRAMI”, sonrasında “ÇOCUK BAYRAMI” adını aldı, 1929'da iki bayram birleştirilerek “HAKİMİYETİ MİLLİYE VE ÇOCUK BAYRAMI" oldu... "23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI" Kutlu Olsun! Türk çocukları başta olmak üzere bütün çocuklar daima özgür, güvende ve mutlu yaşasın…

TÜRK’ÜN ZAFER AYI…

zafer-ayi

AĞUSTOS- ( GEÇTİĞİMİZ AYIN KISA BİR DEĞERLENDİRMESİ VE TÜRK TARİHİ İÇİN ÖNEMİ)

Savaşçı niteliğe sahip, yüksek bir savaş yeteneği taşıyan, bütün bireyleriyle, kadın–erkek hepsi silah kullanıp savaşta yer alabilecek şekilde yetiştirilen, vatanı için ve büyük ülkülerin gerçekleşmesi uğruna baş koyan milletlere tarihte ve günümüzde “ordu- millet” denilmektedir.

Türk Milleti için ordu-millet olarak öne çıkan sembol ifade “Mehmetçik“tir. Barışta esnaf, çiftçi, memur, işçi olan insanlar savaşta Mehmetçik’tir. Halkımızı en anlamlı şekilde o ifade eder, en iyi o temsil eder.. Bunun için Türk milleti, tarihte görülen “ordu-millet”ler içinde hemen akla gelenidir.

Günümüzde bu kavram bazı çevrelerce ya yanlış anlaşılmakta ya da bilerek yanlış algılatılmak istenmekte ise de; bu kavram “asker millet” demektir. Askerliğini yapan yapmayan herkes, Mehmetçiğin sabah sporu yaparken “Her Türk Asker Doğar” sözlerini tekrarladıklarını hatırlarlar.

İşte bu yüzden; 15 Temmuz gecesi darbeye direnen ruh ve bedenler aynıyken,  15 Temmuzdan sonra çarşaf çarşaf asılan “Ordu Millet Elele” sloganı, Millet ile kendisi olan orduyu/askeri, ayrıştırmakta farklılaştırmaktadır, denebilir.

İstiklâl Savaşı ve Ağustos ayında yoğunlaşan tarihteki diğer savaşlar hep ordu-millet yapısıyla kazanılmıştır. Millî Mücadele topyekûn Türk milletinin eseridir. Zaferleri; çoluğuyla, çocuğuyla, kadınıyla, erkeğiyle, genciyle, yaşlısıyla bütün millet kazanmıştır. Kadınlar, çocuklar, cephelere silah-mermi taşımış, yeri gelince göğüs göğüse savaşmıştır.

Mazisi yiğitlik ve başarılarla; karakteri şeref ve şanla dolup taşan aziz Milletimizin anılmaya ve kutlanmaya değer sayısız gün ve aylarının başında “zafer ayı” olarak adlandırılan Ağustos ayı gelmektedir.. Kahramanlıkların efsaneleştiği, Türk milletini yenilmez yapan, destanlar yazdıran zaferlerin kazanıldığı zaman dilimi gibidir Ağustos…

Tarihimizde Ağustos ayına rastlayan ve zaferle sonuçlanan meydan savaşları arasındaki iki şanlı zaferimiz, diğerlerine göre daha derin anlamlar ifade etmektedir.

Birincisi; Anadolu’yu yeni bir Türk yurdu yapan Malazgirt Meydan Savaşı ile Anadolu’nun Türklüğe kapılarını açılmış, Anadolu Türk yurdu olmuş, Devletin temeli atılmıştır. İkincisi, Başkumandanlık Meydan Savaşı’dır ki; sonucundaki 30 Ağustos zaferiyle de “devlet-i ebed müddet” anlayışıyla devletimiz yeniden kurularak “Türkiye Türklerindir, Türklerin kalacaktır” gerçeği bütün emperyalist devletlerin zihnine çakılmış; Millet ve Ülke bütünlüğümüz sonsuza kadar parçalanmayacak şekilde perçinlenmiştir.

Ağustos ayında Türk cihan hâkimiyetine ve Anadolu’nun Türkleşmesine, İslamlaşmasına ve ebedi vatan olarak kalmasına vesile olan belli başlı zafer ve savaşları;

  • 26 Ağustos 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi,
  • 9 Ağustos 1389 1. Kosova Savaşı,
  • 11 Ağustos 1473 Otlukbeli Meydan Muharebesi,
  • 23 Ağustos 1514 Çaldıran Meydan Muharebesi,
  • 24 Ağustos 1516 Mercidabık Savaşı,
  • 29 Ağustos 1526 Mohaç Meydan Muharebesi,
  • 5 Ağustos 1716 Petrovaradin Muharebesi,
  • 6 – 10 Ağustos 1915 Conk Bayırı Muharebesi,
  • 7 – 21 Ağustos 1915 Anafartalar Savaşı,
  • 23 Ağustos – 12 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan Sakarya Savaşları,
  • 26 Ağustos 1922 Büyük Taarruz,
  • 30 Ağustos 1922 Başkumandanlık Meydan Muharebesi,
  • 20 Temmuz – 15 Ağustos 1974 tarihleri arasında yapılan  Kıbrıs Barış Harekâtı, şeklinde sıralayabiliriz.

Bu zaferlerin taşıdığı önem ve manalara gelince;

Malazgirt zaferi;

945 yıl önce; 26 Ağustos 1071’de Malazgirt Meydan Muharebesi’nde, Sultan Alparslan’ın orduları  Bizans ordularını yenerek, Anadolu yeni bir Türk yurdu yapılıp, Anadolu Türk Devleti’nin temeli atılmış Anadolu’nun kapıları Türklüğe ilelebet ve kalıcı olarak açılmıştır. Bu tarihten sonra Türkler, yüksek yönetme yetenekleri, insan sevgileri, insani ve dini hoşgörüleri ile Anadolu’yu vatan yapabilmişlerdir.

  1. Kosova Savaşı;

1389 yazında Kosova’da, Osmanlı ordusuna Sultan I. Murat Han, Haçlı ordularına ise Sırp despotu Lazar, komuta ediyordu. Muharebe 9 Ağustos 1389 günü Haçlıların top atışıyla başladı. Türk ordusunun kahramanlığı ve harp planının mükemmelliği ve başarıyla uygulanması neticesinde, üstün Haçlı ordusu, sekiz saat içerisinde bozguna uğratıldı, savaş Osmanlının zaferi ile sonuçlandı. Ancak, ne yazık ki, I.Murat Han zaferden sonra muharebe meydanında dolaşırken, Lazar’ın damadı, yaralı Sırp asilzadelerinden Milos Obiliç’in halini sorarken o ahin tarafından hançerlenerek şehit edildi. Osmanlı tahtına oğlu I. Beyazıt (Yıldırım Beyazıt) geçti. Bu zaferle;

  • Türklerin İslam Dünyası’ndaki itibarı arttı,
  • Osmanlılar, Haçlılara karşı ilk büyük meydan savaşını kazandılar,
  • Osmanlının Sınırı Tuna’ya kadar ulaştı,
  • Osmanlılar ilk defa bu savaşta top kullandılar,
  • İlk defa Anadolu beylikleri Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldı, bu olay Türk birliğine işaret etmektedir,
  • Sırplar yeniden Osmanlı egemenliğine girdi ve Kuzey Sırbistan yolu Osmanlılara açıldı,
  • Osmanlının batıya ilerleyişi hızlandı,

Otlukbeli meydan muharebesi, 11 Ağustos 1473;

Aynı coğrafyada eş zamanlı büyüyen ve sınırlarını genişleten iki Türk Devleti arasında büyük bir savaş kaçınılmaz hale gelmişti. İki Türk Hükümdarı; Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet ile Akkoyunlu Devleti sultanı Uzun Hasan arasında Otlukbeli’nde 11 Ağustos 1473 tarihindeki meydan savaşı çıktı. Savaşta Akkoyunlular Osmanlı orduları karşısında tutunamayarak mağlup oldu. Uzun Hasan savaş meydanını terk etti. Orduları bir daha toparlanamayacak şekilde bozuldu.

Bu savaştan sonra Fatih Sultan Mehmet, Akkoyunlu tehlikesini tamamen bertaraf ederek rahat bir kafayla Anadolu’da ve Rumeli’de birçok sefer düzenleyip pek çok zafer kazanmıştır.

Çaldıran Meydan Muharebesi,

23 Ağustos 1514’te Çaldıran Meydan Muharebesi, yine iki Türk Hükümdarı arasında olur. Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim ile Safevi hükümdarı Şah İsmail arasında, günümüzde İran sınırları içinde olan Maku şehri yakınında yer alan Çaldıran Ovası’nda yapılır, muharebe Osmanlı Ordusu’nun kesin zaferiyle sonuçlanır.

Aynı çağda ve aynı coğrafyada büyüyen ve sınırlarını genişleten iki Türk devletinin rekabeti, savaşın temel nedeni olarak gösterilen Mezhep ayrılığı ve bu ayrılığın körüklediği siyasi mücadeleler neticesinde iki büyük Türk Devleti karşı karşıya gelmiş, 16. Yüzyılda Türk Tarihinin en önemli vakalarından biri olarak Çaldıran Savaşı tarihteki yerini almıştır.

Azerbaycan Türkü olan Şah İsmail, İran’da hüküm sürmekte olan Akkoyunlu Devleti’ni yıkarak hâkimiyet alanını genişletip güçlenmiş, Osmanlı Devleti için bir tehdit unsuru haline gelmişti. Safevi yönetiminin mezhep ayrılığı, Osmanlı’ya tabi olan Türk Boyları üzerinde baskı kurması, Osmanlı Devleti için önemli bir tehdit oluşturmaktaydı.

Öte yandan, Şah İsmail’in Anadolu üzerinden Akdeniz’e ulaşarak, dönemin ticaretinde önemli bir yer tutan Baharat yoluna egemen olma isteği, Çaldıran Savaşı’nın bir başka sebebi olarak değerlendirilir.

Bu sırada, Osmanlı Devleti 1500’lü yılların başında yaşadığı saltanat mücadeleleri nedeniyle hâkimiyeti altındaki bölgelerde otoritesini koruyamamaktaydı. Yavuz Sultan Selim, saltanat mücadeleleri neticesinde muvaffak olunca 1512’de tahta çıktı ve Şah İsmail’e karşı büyük bir taarruz hazırlığına başladı. Çaldıran Savaşı Osmanlı Devletinin galibiyeti, Safevi Devletinin hezimetiyle sonuçlandı. Bu savaşın neticesinde Safevi Devletinin Anadolu üzerindeki hâkimiyet emelleri bertaraf edildi. Zira Çaldıran Savaşının kaybedilmesiyle, Osmanlı Tebaası olan Alevi Türkmenlerin Safevi Devletine biat etmesi söz konusu olacak, Osmanlı Devletinin hâkimiyetine gölge düşerek zayıflamasına belki de yıkılmasına sebep olabilecekti.

Çaldıran Savaşı’nın sonuçlarıde özetlenebilir:

  • Anadolu’nun güvenliği ve Anadolu Türk Birliği sağlandı,
  • Yürütülen Safevi propagandası ve tehdidi sona erdi,
  • Safevilerin elinde bulunan Erzincan, Bayburt ve Kemah Kalesi ile Diyarbakır, Mardin ve Bitlis kaleleri ile Doğu Anadolu, İran Azerbaycan’ı Osmanlı Devleti’nin eline geçti,
  • Dönemin önemli bilginleri İstanbul’a getirildi,
  • Dulkadiroğullarını koruyan Safevilerin gücü ortadan kalkınca 1515 yılında beyliğin toprakları ve Gürcistan Osmanlı Devleti’nin denetimi altına girdi,

 

Mercidabık Muharebesi,

Mercidabık Muharebesi, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında yine bir Türk devleti Memluk Devleti ile yapılan ilk savaştır. Osmanlı ordusu ile Memluk ordusu arasında Halep şehrinin kuzeyinde yapıldı. 24 Ağustos 1516 sabahı Osmanlı ordusunu Yavuz Sultan Selim Han; Memluk ordusunun merkezine, yanında Halife Üçüncü Mütevekkil olduğu halde Sultan Kansu Gavri, sağ kola Halep Naibi Hayırbay, sol kola da Şam Naibi Sibay kumanda ediyordu. Muharebe başladıktan iki saat sonra, Memluklar bozguna uğradı. Öğleden sonra kesin netice alınarak, Memluk karargâhı, bütün ağırlığı ile Osmanlıların eline geçti.

Siyasi çekişmeler, hâkimiyet mücadelesi ve savaşçı ruh, Türk Devletlerini bir kez daha karşı karşıya getirmiş, önce Çaldıran Savaşı ile Safevi–Osmanlı mücadelesi baş göstermiş, ardından teba bakımından değilse bile yönetim kadroları Türk kökenli olan Memlükler, Osmanlı Devleti ile hasım olmuşlardı.

Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim de, Ortadoğu’da bulunan egemenliğini genişletmek istiyordu. Bu durum Memluk Sultanını önlem almaya yöneltti. Memluk Sultanı elli bin kişiden meydana gelen bir ordu ile Halep dolaylarına gelmiştir ve bu hareket de Osmanlı Devletince savaş sebebi olarak sayılmıştır.

Giderek yükselen Osmanlı Devletinin yüzünü doğuya çevirmesi kaçınılmaz bir vaka olarak Memlüklerin akıbetlerini tehdit etmekteydi. Osmanlı Devleti ile tek başına mücadele etmek istemeyen Memluk Sultanı Kansu Gavri, Osmanlı Devletine karşı Çaldıran Muharebesinde ağır bir yenilgiye uğrayan ve geriye çekilen Şah İsmail ile ittifak kurma yoluna gitti.

Safevi-Memlük ittifakını haber alan Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim Han politik bir manevra yaparak, 1512 yılında 40 Bin kişilik bir ordu teşekkül ederek Şah İsmail üzerine taarruza geçeceğini ilan etti. Memlükler ile mevcut bir husumet ortada yoktu ve İstihbarat yoluyla elde ettiği bilgiler Memlüklere karşı açılacak bir savaş için sebep olarak ortaya konulamazdı. Böyle bir durumda Osmanlı Devletini haksız ve saldırgan durumuna düşürecekti. Bunun yerine zaten hasmane bir tavır takınmış olan Şah İsmail’in üzerine yürüme kararı verdi ve bu yürüyüş içinde Memlük Toprakları üzerinden bir güzergâh seçerek Memlük Sultanı Kansu Gavri’den müsaade istemişti. Memlük Sultanı Kansu Gavri, Osmanlı Devletinin bu akıllıca hamlesini anladı, sefer için topraklarının kullanılmasına müsaade etmedi. Yavuz Sultan Selim Han, Şeyhülislamın fetvasını da alarak tarihe Mercidabık Savaşı olarak geçen Osmanlı–Memlük mücadelesi için sefer hazırlıklarına girişti ve savaş Osmanlının zaferi ile soçlandı.

Mercidabık’ta kazanılan zafer, Osmanlı Devletine dini, siyasi, askeri, iktisadi pek çok faydalar sağladı;

  • Memluk Sultanı Kansu Gavri, savaş meydanında öldü,
  • Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim, güçlü bir siyaset ile Mısır devlet adamlarının bir bölümü ile Suriye halkını kendi tarafına çekti,
  • Suriye, Lübnan ve Filistin, Osmanlı hâkimiyetine girdi,
  • Osmanlı Devleti için Mısır ve Arabistan Yarımadası’nın yolu açıldı, doğuda Osmanlı Devletinin son rakibi Mısır-Memluk Devleti, ortadan kaldırılabilir hale getirildi,
  • Abbasi halifesi Üçüncü Mütevekkil, muharebeden sonra Yavuz Sultan Selim Hanın yanına gelerek, Hilafetin Memluklerden Osmanlı Hanedanına geçmesinin yolu açıldı,
  • Güneydoğu Anadolu bölgesinin ele geçmesiyle Anadolu Türk birliği yeniden tesis edildi;
  • Türk cihan hâkimiyetinin ve İslam medeniyetinin evrensel olarak yayılmasının önü açıldı. Böylece, Osmanlı Devleti, yükselme devrindeki en büyük başarılarından birini elde etmiştti.

Mohaç Meydan Muharebesi,

Osmanlılar ve Macarlar arasında geçen ve Macaristan Krallığı’nı sona erdiren savaştır. Budapeşte’nin güneyindeki Mohaç Ovasında 29 Ağustos 1525 günü Kanuni Sultan Süleyman tarafından komuta edilen Osmanlı ordusu ile II. Louis tarafından komuta edilen Macar ordusu arasında yaklaşık iki saat içerisinde neticelenen savaş, Osmanlıların zaferi ile sonuçlanmıştır.

Savaşın Sebebine gelince.. Belgrad’ın alınmasından sonra Osmanlı-Macar ilişkileri iyice bozulmuştu. Macar kralı Belgrat’ı geri almak için hazırlıklar yapıyor, akrabalık ilişkilerinden dolayı Avusturya Kralına ve onun kardeşi ve o dönemde Avrupa’nın en güçlü kralı olan Alman imparatoru Şarlken’e güveniyordu. Kanuni ise, Şarlken’in güçlenmesi ve Avrupa siyasi birliğini oluşturmaya çalışmasını Osmanlı Devleti’nin aleyhine değerlendiriyordu,

Yine o dönemde Alman imparatoru ile arası açık olan Fransa Kralı Fransuva, Alman imparatoru Şarlken’e yenilmiş, esir düşmüş ve Fransuva esirlikten kurtulmak için Kanuni’den yardım istemişti, Fransuva’nın yardım isteğini Kanuni kabul etti ve Fransa’yı yanına çekmek,  Avrupa Hristiyan birliğinin oluşmasını engellemek ve Macaristan’ı egemenliği altına almak amacıyla, Macaristan üzerine yürüdü.

  • Macaristan, Osmanlı Devleti’ne bağlı bir krallık haline geldi, Kanuni daha sonra Macaristan’ı doğrudan Osmanlı topraklarına katarak “Budin Beylerbeyliği” haline getirdi,
  • Fransa Kralı Fransuva, Alman Kralı Şarlken’in baskısından kurtuldu ve serbest bırakıldı, sonuç olarak Osmanlı-Fransız yakınlaşması başladı,
  • Orta Avrupa’da Osmanlı egemenliği güçlendi,
  • Osmanlılarla Avusturyalıları sınır komşusu yapıp karşı karşıya getirdi. Uzun yıllar sürecek Osmanlı-Avusturya savaşlarının başlamasına neden oldu,

Petrovaradin Muharebesi;

Osmanlı Devleti 1699 yılındaki Karlofça antlaşmasıyla Venedik Cumhuriyeti’ne terk edilen Mora topraklarını yerli halkın da yardımıyla 1714 Aralık ayından itibaren geri almağa başlamıştı. Ancak Venedik ile ittifak antlaşması yapan Avusturya Mora’nın yeniden Venedik’e terk edilmesi için baskı yapıyordu. Osmanlı imparatorluğu bu baskıya savaş ilan ederek karşılık verdi. Böylece başlayan 1715-1718 Osmanlı-Avusturya-Venedik Savaşı’nın en önemli muharebesi Petrovaradin Muharebesidir.

Petrovaradin Muharebesi 5 Ağustos 1716 tarihinde bugünkü Sırbistan’ın Novi Sad bölgesinde Osmanlı ordusu ile Avusturya ordusunun karşılaştığı bir meydan muharebesidir. Meydan muharebesini kazanan Avusturyalılar daha sonra bir önceki savaşta Avusturya ordusuna başarıyla direnen Banat eyaleti merkezi Temeşvar Kalesi’ni kuşattılar. Uzun bir kuşatma sonrasında Avusturyalılar önce Osmanlı imparatorluğunun elindeki bu son Macar kalesini, bir yıl sonra da Belgrad’ı ele geçirdi. Osmanlı tarafı barış istedi ve 1718 yılında Pasarofça antlaşması imzalandı. 3 yıl süren Osmanlı-Avusturya-Venedik(1715-1718)savaşının kaderini tayin eden savaştır. Gerçi bu savaştaki toprak kayıpları çok önemli sayılmaz. Çünkü bir sonraki savaşta Temeşvar hariç, kaybedilen topraklar geri alınmıştır. Fakat savaş Avrupalılardaki Osmanlı imparatorluğunun yenilmezlik inancını sona erdirmiştir.

Çanakkale Kara Savaşları;

Çanakkale harekâtı insanlık tarihinin belki de bir daha göremeyeceği savaşlara sahne olmuştur. Çanakkale Boğazı’nın donanma gücüyle geçilmesinin imkânsızlığını anlayan İtilaf Devletleri, deniz ve kara araçları ile yapılacak bir çıkarma harekâtına karar verdiler.

6– 10 Ağustos 1915’te, Conk Bayırı Muharebesi yapıldı. Müttefiklerin “Sarı Bayır” olarak adlandırdığı Kocaçimen Tepesi–Besim Tepe–Conk Bayırı ve Düztepe hattının işgal edilmesini hedeflemekteydi.  2. ANZAK Tümeni, 6 Ağustos 1915 sabahı, Sarı Bayır Harekâtı ile, Conk Bayırı ve Besim Tepe’ye taarruz etmişlerdi. Takviye İngiliz kıtalarıyla sürdürülen bu taarruzlar I. Anafartalar Savaşı’nın muharebeleri sonlanır sonlanmaz bölgeye hareket eden Kurmay Albay Mustafa Kemal Beyin yönettiği 8. ve 9. Tümenlerin taarruzu ile 10 Ağustos sabahı saat 04:30’da püskürtülmüştür. Bu muharebeler, Çanakkale Savaşı’nın en kanlı çatışmaları olarak tarihe geçmiştir.

Anafartalar Savaşları, 7 – 21 Ağustos 1915 tarihleri arasında Türk ve İngiliz kuvvetleri arasındaki çarpışmalara verilen addır. Çanakkale’de sıkışan ve başarı sağlayamayan İngilizlerin, 6-7 Ağustos 1915’te Suğla (Anafarta) körfezi kıyılarına çıkarma yapmaları ve Arıburnu’ndaki Türk kuvvetlerinin kuzey kanadını kuşatmak için harekete geçmeleriyle Anafartalar Savaşı başlamıştır. Türk kuvvetleri başlangıçta hazırlıksız yakalandılarsa da, bölge yakınındaki 19. Tümen komutanı Albay Mustafa Kemal kısa sürede duruma el koymuştur. İngilizleri, bölge için çok önemli olan Conkbayırı-Kocaçimen bölgesinde 7 Ağustos gecesi boyunca küçük bir kuvvetle durdurmayı başarması, harekâtın gidişatını ve Çanakkale savaşının kaderini değiştirmiştir. 7-8 Ağustos 1915’te başlayan yeni İtilaf çıkarmasının asıl hedefi Küçük ve Büyük Anafartalar’dı. İngilizlerin Kocaçimen saldırısı yayılma eğilimi gösterince, 19. Tümen komutanı Mustafa Kemal hemen karşı saldırıya geçti ve I. Anafartalar Savaşı başladı. Sayı ve silah üstünlüğü çok büyük olan İngiliz güçlerini Büyük Anafartalar’da durdurmayı başardılar. Ertesi sabah Çanakkale’deki 5. Ordu komutanı Otto Liman von Sanders’in, yardıma göndermesi ve Albay Mustafa Kemal’i Anafartalar Grubu Komutanlığı’na atamasından sonra, 8-9 Ağustos gecesi Anafartalar’a gelen Mustafa Kemal, karşı saldırı emrini verdi. İtilaf kuvvetleri 15 Ağustos’ta yeni bir saldırı düzenledilerse de, daha önce ele geçirdikleri bazı mevzileri, bu arada önemli bir müstahkem mevki olan Kireçtepe’yi de kaybettiler.

20 Ağustos’ta Büyük Anafartalar’a yeniden saldıran İtilaf çıkarma kuvvetleri durduruldu; üstelik II. Anafartalar Savaşı olarak bilinen bu savaş sonunda İngilizler, kıyıya çekilmek zorunda kaldılar. İngilizler, 21 Ağustos’ta son ve şiddetli bir saldırıya geçtilerse de, bir kez daha püskürtüldüler ve bir daha saldırmayı göze alamayarak, 19 – 20 Aralık 1915 gecesi Anafartalar’ı ve Arıburnu’nu boşaltarak geri çekilmek zorunda kaldılar.

Anafartalar Savaşları’nda kazanılan başarı, Osmanlı birliklerinin stratejik tutumunu da değiştirdi ve bu birlikler artık savunan değil, saldıran güçler durumuna geldi. İtilaf Devletleri’nin kuvvetleri, 1916 başlarında Çanakkale Boğazı bölgesinden tümüyle çekilmek zorunda kaldı.

Çanakkale Savaşı’nın Sonuçları;

  • 7 Ağustos – 21 Ağustos 1915 tarihleri arasındaki Anafartalar Savaşları, İngiliz ve Fransız donanmalarının Boğazlar’dan geçerek Karadeniz’e çıkmak, böylece Rus ordularına destek sağlamak amacıyla başlattıkları Çanakkale çıkartma harekâtının sonunu getirdi, İtilaf Devletleri Çanakkale Boğazı’nı geçemdi ve İstanbul’u işgal edemedi,
  • Rusya yardım alamayınca zorda kalan çarlık rejimi yıkıldı, Ekim 1917 de Bolşevik İhtilali oldu komünistler yönetime geldi ve yeni yönetim savaştan çekildi,
  • Dünya Savaşı iki yıl daha uzadı,
  • Bulgaristan İttifak Devletleri yanında savaşa girdi, Böylece Almanya ile kara bağlantısı kuruldu,
  • İngiltere ve Fransa ile Osmanlı ve Alman orduları arasında geçen bu savaşlar iki taraftan toplam 500,000’den fazla insanın kaybına (ölüm, firar, esir, sakatlanma ve hastalıklar) neden oldu,
  • Bu savaşta, çok sayıda eğitilmiş insan kaybedilmesi nedeniyle cumhuriyet döneminde eğitilmiş insan sıkıntısı çekilmiştir,
  • Mustafa Kemal bu savaşta Conkbayırı Anafartalar ve Arıburnu’nda görev yapmış, çıkartmanın ilk günü Conkbayırındaki müdahalesi ve savaşın son aşamalarında üstlendiği görevler, Mustafa Kemal’in askeri yeteneklerini ortaya çıkarmış “Anafartalar Kahramanı” olarak tanınmasını sağlamıştır. Yani Mustafa Kemal’in usta bir komutan ve parlak bir kurmay olarak sivrilmesine tanınmasını sağladı,
  • Osmanlı Devletinin bu büyük zaferi, dünya üzerinde yaşayan Müslümanlar üzerinde olumlu bir etki yaptı. Baskı ve sömürge altında bulunan Müslümanlar kendi kurtuluşları için, Çanakkale Zaferinden güç aldılar. Çanakkale Savaşları tarihe Türk tarihinin en büyük zaferlerinden biri olarak geçmiştir.

Sakarya Meydan Muharebesi;

23 Ağustos ile 12 Eylül 1921 tarihleri arasında Yunanlılarla yapılan Sakarya Meydan Muharebesiyle, Türk milleti 1699 Karlofça Antlaşmasından beri ilk defa toprak kazanmaya başlıyordu. Sakarya Savaşı, Türk Milletinin savunma durumundan taarruz durumuna geçtiği önemli bir savaş olarak da tarihe geçti. Bu zafer sonunda, TBMM tarafından, Mustafa Kemal’e “gazi” unvanı ve “Mareşal” rütbesi verildi.

Türk tarihinin dönüm noktalarından biri olan Sakarya Savaşı’ndan sonra, büyük bir taarruzla düşmanı tamamen yok etme ve yurttan atma kararı alındı. 1922 yılı Ağustosuna kadar, hazırlıklar tamamlandı.

Büyük Taarruz;

Bu hazırlıklardan sonra, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal’in komutasında, 26 Ağustos 1922 tarihinde Yunan ordusuna karşı başlatılan Büyük Taarruz ve devamındaki Başkomutanlık/Dumlupınar Meydan Muharebesi 30 Ağustosta büyük bir zaferle sonuçlanmıştır.

Büyük Taarruzun başarıyla sonuçlanmasından sonra bozguna uğrayan ve kaçan düşmana karşı Mustafa Kemal Paşa’nın 1 Eylül 1922 tarihinde “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” diyerek verdiği emri ile düşman takip edilerek 9 Eylül 1922 tarihinde denize dökülmesi ve İzmir’in kurtarılmasıyla yurdumuz düşmandan temizlenmiş oldu.

Sonuçları:                            

Büyük Taarruz, yaklaşık 200 yıldan beri Türk ordusunun galibiyetiyle sonuçlanan ilk taarruz savaşıdır. Çanakkale ve Sakarya’da Türk zaferleri, hücum eden düşmanı durdurmakla sınırlı kalmıştır. Oysa Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde düşman ordusu topyekûn yok edilmiş, yaklaşık 150.000 kilometrekare alan 14 gün gibi kısa bir sürede ele geçirilmiştir. Yunan işgaline son verilerek, Kurtuluş Savaşının kesin bir askeri sonuca ulaşması sağlanmıştır.

Mustafa Kemal Paşa’nın Kurtuluş Mücadelesi hareketi içindeki liderliği bu zaferle pekişmiş, zaferden sonra kurulacak olan siyasi düzenin temelleri atılmıştır. Mustafa Kemal Paşa tüm ülkede “kurtarıcı” olarak benimsenmiştir.

Anadolu’nun kapılarının ardına kadar açıldığı 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi’nden 851 yıl sonra; yaşadığımız topraklara heveslenenler eşi ve benzeri çok az görülen bir mücadeleyle Ege’nin serin ve derin sularına hayalleriyle birlikte gömülmüştür. Bu zaferlerle Anadolu işgal edilmekten, Türk Ulusu ise esaret altına alınmaktan kurtarılmıştır. Böylece vatanın birliği, bütünlüğü ve yeni Türk (TÜRKİYE) devleti ve istiklali kayıtsız ve şartsız bütün dünya tarafından kabul edilmiş, bu toprakların ilelebet Türk yurdu olduğu gerçeği perçinlenmiştir. Ayrıca; Hasta Adam denilen bir Türk Devletini bile, yıkmaya hiç kimsenin gücünün yetmeyeceğini, Türk’ün istiklâl ve hürriyet azminin, iradesinin nesilden nesile, kendi kurduğu bir devletten diğerine devredilip gideceğinin ispatı olarak da görülmelidir.

Milliyetçi kahramanların, asalet ve vakarına tüm zamanların tanıklık ettiği Milletimizi yeniden canlandırması, kudretinin farkına vardırması ve direnme gücünü ateşlemesiyle; üzerinde hain plan ve hesapların yapıldığı aziz vatanımız dimdik bir şekilde yeniden var oluş mücadelesini kazanmıştır.

Her ne kadar son yıllarda kutlamalar savsaklansa da, eskisi kadar coşkuyla olmasa da; Türk’ün yeniden dirilişini ve kendine gelişini bütün dünyaya anlatmak ve haykırmak için büyük zaferin tarihi olan “30 Ağustos Zafer Bayramı”, her yıl milli bir bayram olarak coşku içinde kutlanmaya devam edilmeli ve Türk’ün kaybolan cesaretini yeniden bulduğu, düşmana aman vermediği ve yeniden zaferle tanıştığı gün olarak bütün dünyaya hatırlatmalıdır.

 Son zafer Kıbrıs Barış Harekâtına gelince..

1570’lİ yıllardan beri bir Türk yurdu olan Kıbrıs’ta Türk Silahlı Kuvvetlerinin 20 Temmuz 1974’te başlattığı askeri harekât iki aşamalı olarak gerçekleştirilmiştir. Birinci aşamasında Kıbrıs adasına havadan paraşütlü birlikler uçaklarla indirilmiş, Türk Deniz Kuvvetleri‘ne ait savaş gemileriyle Türk askeri karaya çıkarılmış ve belirli ve sınırlı bir bölge kontrol altına alınmış, Rum zulmüne dur denmiştir.

Birinci harekât sonunda ateşkes ilan edilmiş ve Cenevre‘de barış görüşmeleri başlamıştır. Ancak barışın sağlanamayacağı kesinleşince ikinci ve son harekât 13 Ağustos’ta Türk birlikleri tarafından başlatıldı. Türk birlikleri 14 Ağustos’ta Lefkoşa‘ya, 15 Ağustos’ta Lefke ve Magosa‘ya girdi. Harekât neticesinde bir taraftan Magosa’ya diğer taraftan Lefke’ye kadar Türk tarafının sınırları çizildi.

Sonra diğer Rum birlikleri de mağlup edilmiş, topraklarımız kısmen de olsa işgalcilerden kurtarılmış ve Kıbrıs’ın kuzeyinde yeni bir bağımsız Türk devleti “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurulmuştur. Her ne kadar Temmuzda başlamış olsa da bu zafer de Türk ordusunun ağustos zaferlerinden biri olarak tarihteki şanlı yerini almıştır.

Sonuç olarak Ağustos “Türk’ün Zafer Ayı” dır. Ve bu zaferler “devlet–i ebed müddet” anlayışıyla dünya var oldukça her daim ve her mevsimde kazanılmaya devam edecektir.

Atatürk’ün “Hiç bir zafer gâye değildir. Zafer, ancak kendisinden daha büyük olan gâyeyi elde etmek

için gereken en belli başlı vasıtadır. Gâye, fikirdir.” ”Bir fikrin istihsâline dayanmayan bir zafer pâyidar olamaz” sözlerinde anlamını bulduğu gibi bu zaferlerin yanı sıra ve ondan da önemlisi, bu başarıyı sağlayan yüce fikirlerin, milli duyguların, vatan ve millet sevgisinin ve Türklük şuurunun ilelebet yaşaması, yaşatılması ve yüceltilmesi temel hedefimiz olmuştur.

Bugün, birtakım iç ve dış çevrelerin güdümünde bu ülkenin birlik ve dirliğine yönelik faaliyetler gerçekleştiren, terör ve şiddeti bir yöntem olarak benimseyenler, işbirlikçileri ve destekçileri iyi bilmelidirler ki, her ne yaparlarsa yapsınlar başarılı olamayacaklardır. Bu çevrelerin, Ülkemizi ve Milletimizi ele geçirme emelini ve suikastlarının boyutlarını her geçen gün farklı bir noktaya taşımaları, çok değişik alanlarda varlık ve etkinliklerini artırmaları bizim için korku ifade etmemektedir. Çünkü onların her girişimi yüce Türk Milletinin iman dolu göğsünde boğulacaktır, dağılacaktır. Türk milleti, Dünya durdukça; dili ile bayrağı ile devleti ile vatanı ile birlik, dirlik ve düzeni ile var olacaktır. Çünkü asil Türk Milleti’nin hiç sönmeyen vatan sevgisi, zafer aşkı ve azmi vardır

Çünkü Türk Milleti “Asker Millet’tir” ve zafer, zafere inananlarındır!..

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!..

Hüseyin Çakır

Hüseyin ÇAKIR, 1954 yılında SAMSUN Merkez İlçe (İlkadım) Derecik köyünde doğdu,1972 yılında Yükseköğretimine ODTÜ’debaşladı siyasi nedenlerden dolayı terk etmek zorunda kalınca; Hacettepe üniversitesinden(1977-1982) Elektronik Mühendisi olarak mezun oldu.TSE de çalışırken bir yandan da Gazi Üniversitesinde lisansüstü öğretimine devam ederek 1986 yılında Endüstri Yüksek Mühendisi unvanı aldı. TSE’de sırasıyla Mühendis, Teknik şef, Elektronik Laboratuvar Müdürü,TSE Başkan Başdanışmanı görevlerinde bulundu, daha Müşavir halen TSE de Müşavir olarak çalışmaktadır. Hüseyin ÇAKIR, TSE de ve Yurt içinde değişik alanlarda/Kurumlarda Proje grupları, Koordinatörlük, Komite, Kurul ve Komisyon Çalışmalarında; üye, katılımcı, Başkan yardımcısı ve Başkan olarak çalışmalarda bulunmuştur. Uluslararası ve bölgesel toplantılarda onlarca Belgelendirme, Teknik İnceleme ve Araştırma, Bilimsel ve Teknik Toplantı, Seminer, Uluslararası Kongre, Genel Kurul v.b. faaliyete katılmış, Ülkemizi temsil etmiştir. 1987 Yılında Mühendis Odaları seçimlerine katılmak amacıyla oluşturulan “Meslekte Birlik Grubu”nunoluşumunda ve ileriki yıllarda EMO Meslekte Birlik Grubunun yürütücü ve yöneticilerinden biri olarak çalıştı. 1988-1990 yılları arasında EMO Ankara şubesi Yönetim Kurulu Üyesi ve İkinci Başkan olarak görev yaptı, bu dönemde şube yayın organı EMO ANKARA dergisini yayın hayatına geçirip dergicilik faaliyetlerinde bulundu. 1992-1993 Yıllarında TSE Spor Kulübü Başkanlığını yürüttü. Bu dönemde kültürel faaliyet olarak çok beğeni kazanan “TSE Spor Kulübü takvimi” nin hazırlanıp dağıtımını başlattı. 1995 yılında ÜLKÜ-TEK’in yeniden kurulmasında kurucu üye ve daha sonra Yönetim Kurulu Üyesi, Gnl. Bşk. Yrd.,İkinci Başkan olarak ÜLKÜ-TEK Genel Merkez Yönetiminde ve Türkiye çapında Teşkilatlanmasında Görev aldı. Halen ÜLKÜ-TEK Genel Merkez Denetleme Kurulu üyeliği devam etmektedir. Yönetimde görev aldığı dönem içerisinde ÜLKÜ-TEK yayın organı “TEKNOKRAT”dergisinin faaliyete geçirilmesi ve yayın hayatına devam ettiği sürece yayınlanmasında aktif görev aldı. AR-GE faaliyetleri kapsamında siyasi ve toplumsal alanda yürütülençeşitli Araştırma, İnceleme, çalışmalarına katıldı ve Raporlar hazırladı. Yurtiçi ve yurtdışı birçok toplantı,sempozyum, panel v.b. Etkinlik ve faaliyette; üye, düzenleyici ve katılımcı olarak yer alan Hüseyin ÇAKIR’ ın teknik, siyasi, sosyal ve toplumsal konularda yapılmış ve yayımlanmış araştırma ve inceleme çalışmaları ile çok sayıda rapor, tebliğ ve makaleleri bulunmaktadır.

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın