Azerbaycan'da 7 Şubat 2024 Çarşamba Günü Yapılan ve 30 Yıl Sonra Ermeni İşgalinden Kurtarılan Dağlık Karabağ Bölgesinde de Sandıkların Kurulduğu, 8. Cumhurbaşkanlığı Seçimini, Mevcut Cumhurbaşkanı İlham ALİYEV Büyük Farkla Kazandı. Yeni Dönem, Kardeş Azerbaycan Devleti ve Halkı için Hayırlı, Uğurlu olsun…

İt İzinin At İzine Karıştırılması FETÖ Çetesine Hizmet Değil Midir?

Değerli okuyucular,
Bu güzel ülkenin başta insanları olmak üzere, kuşatmaya maruz kalan bütün değerleri, kurum-kuruluşları 15 Temmuz tarihinde darbecilerin menfur emellerinden kurtarılmaya çalışıldı. Bizler de böyle olduğuna yakından şahit olduk.
Öyle ki; 15 Temmuz sonrasında Türkiye Cumhuriyetinin Sayın Cumhurbaşkanı, Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik Ergenekon ve Balyoz operasyonları başta olmak üzere bu tehlikeli gidişat için ne dedi: “…Suçluyla suçsuzun, gerçekle yalanın, doğruyla yanlışın aynı torbaya konularak yürütüldüğü bu operasyonlarla, şahsım başta olmak üzere, tüm ülke yanlış yönlendirildi. Aldatıldık.” Bir başka konuşmalarında ise; “…Bu yapının bambaşka niyetleri olduğunu uzun süre görmedik, göremedik.”… “…Bu hain örgütün gerçek yüzünü çok daha önceden ortaya dökememiş olmanın üzüntüsü içerisindeyim. Bundan dolayı hem Rabbimize hem de milletimize verecek hesabımız olduğunu biliyorum. Rabbim de milletim de bizi affetsin”…
Türk Milleti, bu sözlere ve Cumhurbaşkanının, sık sık vurguladığı “Yenikapı Ruhu”na inanmak istedi, inandı, bekledi ve hâlâ da bekliyor.
Geçen süreçte, FETÖ operasyonları kapsamında bürokraside, yerel yönetimlerde alenen suç işleyenler görevden alındı ve alınmaya devam ediliyor ancak; yanlışlıkla(!), ihbarla görevden alınanların, tutuklananların sayısı da bir hayli fazla! En önemlisi de; siyasiler, sütten çıkmış ak kaşık ki, onlara dokunulmuyor! “Cumhurbaşkanını bile kandırabilen” muhatap olduğu bu kişiler o kadar da uzakta değiller oysa. Hepsi sadece bir önceki(şu anda da çeşitli ortamlarda yan yana poz veren) Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar, Milletvekilleri, Müsteşarlar, Genel Müdürler..yani devletin en üst düzeyindeki insanları değil midir? Hâlâ niçin ve nasıl sorguya bile alınamıyorlar, gizlenmiş olabiliyorlar?!
Gerçekten at izi it izine nasıl karışmıştır ki, yazımızın bu başlığı, başta Sayın Cumhurbaşkanı, Başbakan ve hemen her çevreden insanlarımız tarafından defalarca tekrar edilmiş ve edilmektedir! Medya ve halkımızın sesine kulak verecek olursak; evet! Son günlerde, it izinin, at izine karıştırılması yönünde ciddi sorunlar, rahatsızlık yaşanmaktadır. Bu durum, insanlarımızı bir yandan üzmekte, diğer yandan da, gerektiğinde uğrunda şehadet şerbetini içmiş ve içebilecek olanlara haksızlık olurken, özellikle de kurum-kuruluşlarına ve onlarla beraber devlet yönetimine olan güvenini de sarsmaktadır.
Peki bu karmaşa-kargaşa (kaos) kimin veya kimlerin işine yaramaktadır diye soracak olursanız? Bir cümle ile: Darbeci FETÖ’CÜ ve/veya yardım ve yataklık eden güçlerin işine yaramaktadır. Bilhassa da, 15 Temmuz öncesinde ve özellikle de 17-25 öncesinde her halleri ile kökü dışarıdaki cemaat ile sarmaş dolaş olan siyasi kadrolar, yerel yönetim ve kamu yönetimindeki üst düzey sorumlular, meslek kuruluşları ile onların para babaları ve diğer dış destekçileri… Epey kalabalık bir guruba tekabül eden bu zatların kendi it izlerinin, at izleri ile karıştırılmasından medet umdukları söylenebilir (mi)? Evet.
Gezegenimizde, Yirminci Yüzyılın sonlarında, soğuk savaş son bulmuş, iki kutuplu dünyadan tek kutuplu dünyaya geçiş söz konusu olmuştur. Ancak bu defa yeni patron ABD’nin, temsil etmekte olduğu yenidünya hâkimiyetinin devamı için mutlaka kendisine yeni bir düşman bulması, yaratması gerekiyordu. Bu defa Düşman kim olacaktı?.. Nitekim beklenen yeni düşman, şartları son derece elverişli olan ‘İslam dünyası’ oldu. Ancak ABD ve dünyanın diğer etkili-yetkili ülkeleri, kendi çevreleri nazarında haklı olabilmek; yani,kendi halkını ve dünyayı görünürde ikna edilebilmek için söz konusu çevrelerin Müslümanlardan nefret ettirilmesi gerekiyordu. Bunun için Amerika’daki 11 Eylül faciası yeterli oldu.
Bu yüzden bu facianın 11 Eylül öncesinde ajandalarında mevcut olduğuna dair ciddi görüşler söz konusudur. Bugün gelinen noktada, Yenidünya ve Batı dünyası nazarında, dünyadaki bütün kötülüklerin kaynağı olarak, bizim de içinde bulunduğumuz İslam dünyası gösterilmektedir.
11 Eylül sonrasında, “Büyük Ortadoğu Projesi” BOP öne çıkartıldı ve “haklı” bir gerekçe temelinde, Kuzey Afrika’dan Bangladeş’e kadar uzanan coğrafyadaki halkı Müslüman olan ülkelerin, etnisite, din ve mezhep merkezli parçalanmaları adım adım sağlandı ve sağlanmaktadır.
Büyük Ortadoğu Projesi, halkı Müslüman olan ülkelerin, Batı dünyasının XVI. yüzyıl öncesinde yaşamış olduğu karanlık dönemin; yani feodalizmin yeniden hortlatılmasından başka bir şey değildir. Vahşi kapitalizmin vicdanı ve gelecek hesapları için böyle bir insanlık suçu normal bir hadise olarak görülebilirdi.
BOP projesine dair ilk adım, Kuzey Afrika’da ve Orta Doğu’da, “Arap Baharı” adı altında büyük bir deprem-tsunami şeklinde başlatılmıştır. Türkiye’nin de bundan payına düşenin alması için alt yapı hazırlandı ve bir bakıma çıkış verildi ki: bugünkü sancılarımızın ana odağının BOP olduğu aşikârdır.
İngiltere, bu konuda her zaman olduğu gibi ABD’nin akıl hocası olmaya devam etmekte, Libya örneğinde olduğu gibi ganimetten payını eksiksiz almaktadır. Çünkü İngiltere yüzyılın başında Ön Asya’daki en büyük siyasi teşekkül olan Osmanlı Devleti’ni Lawrence(*), Binbaşı Noel(**) gibi ajanlarla etnik ve inanç merkezli parçalara bölmeyi başarmış ve daha nicelerini bölgede görevlendirip; Osmanlı Devleti’ni önce Balkanlar, takiben Ortadoğu’dan çıkartmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu sırada Türkiye dâhilinde 467 Misyoner Okulu orta öğretim düzeyinde eğitim veriyordu. Bunların hamisi; ABD, İngiltere, Fransa, İtalya vb idi. Nitekim 1924 yılında Bursa Amerikan Kız Lisesinde iki Türk kızını rahibeler Hristiyanlığa zorlamaları haberi yayılınca, ATATÜRK, hemen anında Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkardı. Böylece bütün eğitim kurumları her bakımdan Maarif Vekaleti bünyesinde toplanmış oldu. Söz konusu misyoner okulları, çok kısa süre içinde kendi kendilerini lağvettiler. Sadece yabancı dille eğitim veren 7 civarında okul kalmıştır. Bunlardan birisi de Talas Amerikan Kolejidir. Bugün siyasi iktidar, çıkartacağı bir kanunla bütün yurtların yönetim, denetim varsa eğitimini Kredi Yurtlar kurumu’na devredebilir. Atatürk’ün, o günkü dünya devletlerine karşı uyguladığı yaptırımın, bugün cemaat yurtlarına karşı yaptırım için Atatürkçü bir bakış, yaklaşımla mümkün olabilir. Asıl konumuza dönecek olursak;
XXI. Yüzyılda İngiltere’nin yerini bugün XXI. yüzyılda ABD almıştır. ABD’nin Lawrencleri, Binbaşı Noelleri de Fetulah Gülen vb.dir. Yenidünya düzenini taşeronlarına gelince, FETÖ, PYD ve PKK vb. örgütleridir. Fetö, Türk halkının gözünü boyamak, gönlünü çelmek için tarihin her döneminin en ucuz ve en etkili aracı konumundaki dini kullanmıştır. Üzülerek ifade etmeliyim ki, gaflet gösterilmesi halinde yeni Feto modelleri ülkemize yönelik pimi çekilmiş el bombaları gibi hazır kuvvet olarak beklemektedirler.
Feto ve Çetesi, “Dinler Arası Diyalog”, “Ilımlı İslâm” gibi kavramlarla Yüce dinimizi özünden ve özelliklerinden uzaklaştırırken Hıristiyan Roma Papalık merkezinin en sadık kimilerine göre Kardinal rütbesi bile almış, Kâbe’yi ziyaret etmediği halde Vatikan’ı defalarca ziyaret etmiş olduğu söylenmektedir. Ilımlı İslâm ve Dinler Arası Diyalog adıyla yapılan zırvalıklar karşısında Diyanet İşleri Başkanlığı ve haliyle de diyanet camiasının yanlış durdu. Bu tutumu sorgulanmalıdır. Keza İlahiyat hocalarının da… İlahiyatçı dostlarımız da sus pus olmuşlardı. Her iki camianın bugünkü duruşu o zaman sergilemeleri gerekirdi. Zira siyasi iktidar, tehlikeyi fark ettikten sonra tepki gösteren bu iki kuruma günaydın diyoruz.
Beyler! Yarın bir yanlışlık, sapkınlık daha çıksa, yine siyasi iktidarlardan gelecek sinyale göre mi tavrınızı belirleyeceksiniz?


Uluslararası Hoca Ahmed Yesevi Üniversitesinde Türkiye tarafı Rektörü sıfatıyla beş yıl görev ifa ettim. Üniversitemizin merkez yerleşkesinin bulunduğu Türkistan şehri başta olmak üzere Kazakistan coğrafyasının her yerine, doğduğum beldeye gider gibi gidebiliyordum. Kazakistan’da görev yaptığım sırada, o günkü adıyla cemaat okulları ABD’nin yayılma stratejisine uygun olarak, Hristiyan misyonerler için bir tür karargâh konumundaydı. Bu okullarda eğitim dili İngilizce, yardımcı dil Türkçe idi. İngilizceyi öğrenmiş olan yörenin evlatlarının, yeni gelen misyonerler için tercümanlar(aracılar) olduklarına şahit oldum. Bu durumu dillendirdiğim zaman da yetkililerden kibarca uyarı aldım. Keşke zaman ben ve benim gibi düşünenleri haklı çıkarmasaydı, bizler yanılmış olsaydık, hiç şüphesiz ülke(ler)miz kazançlı çıkacaktı. Şu hususu da itiraf etmeliyim ki, “Bu Ayrıkotunu temizleyebilirse, o kadroları çok iyi tanıyan, vebalinden kurtulmaya çalışan o günkü Başbakanımız, bugünkü Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayip Erdoğan temizler” diye, her fırsatta konuyu dillendirmekteydim.
Başka bir Türkiye yoktur.
Eğer bugün en yetkili ağızlar tarafından, “İt izlerinin at izlerine karıştığı bir tür cadı avı yöntemiyle hareket edildiği söyleniyorsa, daha yapılacak çok işimiz var demektir… Bu durum hiç şüphesiz FETÖ’NÜN ekmeğine yağ sürmek değil mi? Böylece üst yönetimdeki bazı çevrelerin bir zamanlar sahibi oldukları it izleri gizlenmiş olmuyor mu? Sorumluların, şuna bulaştı, buna bulaşmadı yöntemiyle suçlu aramaya çıkmalarından doğan kargaşa Fetö çetesi için bulunmaz fırsat anlamına gelmiyor mu?.. Şimdi yetkililere son sorumuz; darbeci Subaylar, Emniyetçiler ve diğer üst düzey yöneticiler için hukuk hâlâ niye işletilemiyor?.. İlgili mahkeme mi bulunamıyor, mahkemelerin güvenilirliği mi sağlanamadı, yoksa darbecilerin ve darbenin şeması hâlâ ortaya çıkartılamadı mı?!
Türk Milletinin ülkesi, devleti ve topyekûn değerlerini alt üst etmek suretiyle bu ülkenin üniter yapısını bozmak isteyen dış mihrakların uşakları ivedilikle yargılanmalıdır. Onların etkilediği, nüfuz dairesine aldığı insanlar uyarılmalı, yanlışları oranında gerekli disiplin vb. cezalar da mutlaka vakit geçirilmeden verilmelidir.
Öte yandan; Sayın Cumhurbaşkanı ve diğer bazı yöneticilerin sıkça kullanmış oldukları “Haşhaşi” söylemi doğrudur. Zira Bugünkü terör örgütlerinin yuvalanmış oldukları Irak, İran ve Suriye arasındaki dağlık yörelerdeki kimi doğal veya yapay mağaralar adeta o dönemdeki gibi kale olarak kullanılmaktadır. Bu coğrafya’nın engebeli, dağlık-kayalık yapısından yararlanan Haşhaşi örgütü daha önce tarih sahnesine çıkmıştı. Örgütün başı Hasan Sabbah devrin en yetkili hocalarından, Büyük Selçuklu Devleti’nin Baş veziri Nizamülmülk ile devrin büyük âlimi İmam Gazali ile aynı rahle-i tedristen geçmişti ama o, sapkınlığı tercih etmişti.. Bu şaki, arkadaşlarına karşı mücadele bayrağını, kalelerden kurulu bir siyasi teşekkülün kurucusu olarak başlatmıştı. Haşhaşi İsmaili veya Bâtıniler olarak bilinen bu soyguncu, tedhiş-terör örgütünde iki tip elaman vardı. Birincileri, Bâtınilik konusunda yetiştirilmiş Dâi yani propagandistlerdi, İkinciler ise, Fedai yani cinayet işleyen canilerdi. Hedef seçilmiş olan kimselere önce dâiler gönderilir, ikna edemezlerse, fedailerce siyah saplı hançerlerle öldürülürlerdi.
Büyük Selçuklu Devleti’nin 140 yıl sürmüş olan siyasi hayatında, sadece devletin ilk Baş Veziri Amidü’l-Mülk Kundurî eceli ile ölmüş, diğerlerinin tamamı Haşhaşiler tarafından düzenlenen suikastlarla öldürülmüşlerdi. Bu yüzden Selçuklu toplumunda herkes herkesten, fedaî veya dâi olabilir endişesiyle uzak duruyordu. İnsanlar birbirlerini Bâtıni olarak muhbirlediğine dair devrin kaynaklarında birçok örnek bulunmaktadır. Bu fesat ocağı, Cengiz Han’ın torunu Hülagü ortadan kaldırıncaya kadar devam etmiştir.
Sonuç olarak; makalemize konu olarak almış olduğumuz İt izlerinin at izlerine karışması doğrudur. Bugünkü(15 Temmuz sonrası) uygulama sürecinde it izi olanlar, kendilerini gizleyebilme düşüncesiyle at izlerinden şikâyetçi olabilmektedirler! Bu durum bir bakıma bazı kurnaz kuşların kendi yumurtalarını başka kuşların yuvalarına koymak suretiyle yavrularını büyütme kurnazlığıyla örtüşmektedir. Bu dönemde bazı kişi veya çevreler, kendi izlerini kaybettirebilmek hesabıyla, ciddi manada günün Haşhaşileri gibi bir muhbirlik faaliyeti başlatmış ve sürdürme ortamı bulabilmişlerdir. Bu at izinin it iziyle ayırt edilememesi, halihazırda ciddi bir sosyal sorun olduğu gibi, gelecekte de olabileceğini düşünüyor ve yetkililerin dikkatlerine sunuyoruz. Saygılarımla.

Dipnotlar;
* T.E.Lawrence: Osmanlı İmparatorluğu’na karşı tertiplenen Arap Ayaklanması olaylarında aktif olarak görev alan İngiliz casus Lawrence’tir. İrtibat subayı olarak yaptığı çalışmalarıyla üstün hizmet madalyaları almıştır. Askeri hayatı boyunca; 1. Dünya Savaşı, Medine Kuşatması, Arap Ayaklanması kapsamında birçok operasyonda aktif olarak hizmet vermiştir.
Savaşlar sonrası “Bilgeliğin Yedi Sütunu” adlı bir eseri kaleme alan Lawrence, bu çalışmasında savaş dönemini otobiyografik olarak yazmıştır. Osmanlı ordusuna karşı verdiği gerilla savaşında, Osmanlıların büyük kayıplar vermesine yol açan Lawrence, bölgede birlikte çalıştığı Arapların yerel kıyafetlerini giymesi ve deveye binmesi sebebiyle “Arabistanlı Lawrence adını almıştır.
Arabistan’da binlerce Osmanlı askerinin öldürülmesinden sorumlu tutulan Lawrence özellikle Arapların Akabe ve Şam’ı ele geçirmesinde önemli bir rol üstlenmiştir.

**Binbaşı Noel: 1. Dünya Savaşı yıllarında Güneydoğuda görev yapan İngiliz İstihbarat Subayıdır. Lakabı: Kürt Lawrence’tir. İran’da Kürtçe öğrenmiş, Mondros Mütarekesi’nden sonra Bağdat’a İngiliz İstihbarat Komiserliğinde görevlendirilmiştir.. 12 Mart 1919 tarihinde Kürt bölgelerinde inceleme yapmak için Osmanlı’nın doğu vilayetlerinde Kürt aşiret reisleri ile görüşmeler yapmıştır.
3 Temmuz 1919 tarihinde Bağdat’tan İstanbul’a geldi. Burada İngiliz Yüksek Komiseri Müsteşarı T.B. Hohler ve Kürtçü liderlerle görüşmeler yaptı. Noel’e Dâhiliye Nazırı Âdil Bey tarafından Osmanlı postanelerinden şifreli telgraf çekebilmesine izin veren bir belge verildi.
Tom Hohler, Noel’in bir Kürt Lawrence olma hevesinde olduğunu söyler, Amiral Calthorpe, 10 Haziran 1919 tarihinde Dışişleri Bakan Vekili Lord Curzon’a yazdığı telgrafta da, Noel’in dikkat çekmemek için Kürt ileri gelenlerinden ayrı olarak bölgeye gideceğini ve Ahaliyi Mustafa Kemal Paşa’ya karşı ayaklandıracağını yazdı. Küstah Noel, Kürt Kulübü’nün toplantısına resmi üniforması ile gitti.
İngiliz Yüksek Komiser Müşaviri Hohler, meslektaşı Telley’e gönderdiği raporda; Noel’in bu umursamaz tavrından yakındıysa(!) da durum değişmedi.

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın