23 NİSAN 1920; Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. ATATÜRK; “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir!” diye açıkladı, o gün, “HAKİMİYETİ MİLLİYE BAYRAMI” oldu ve çocuklara armağan edildi. 1923'te “ÇOCUKLARIN ROZET BAYRAMI”, sonrasında “ÇOCUK BAYRAMI” adını aldı, 1929'da iki bayram birleştirilerek “HAKİMİYETİ MİLLİYE VE ÇOCUK BAYRAMI" oldu... "23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI" Kutlu Olsun! Türk çocukları başta olmak üzere bütün çocuklar daima özgür, güvende ve mutlu yaşasın…

Adalet Üzerine

 Adalet olgusu ile dört-beş yaşlarımda tanıştım. Her aybaşında, babam maaş aldığında, büyükçe bir çikolata alır gelirdi. Bu aybaşının gelmesinin sevinci anlamına geliyordu. Akşam, adeta bir tören gibi, babam tahta cetveli eline alır, bıçakla titizlikle işaretleyerek çikolatayı beş eşit parçaya bölerdi. Daha sonra yine cetvelin yardımıyla çikolatayı, kırıntı bırakmayacak şekilde dikkatlice keserdi. Hepimiz aynı miktarda çikolatayı yer ve çok mutlu olurduk. Çikolata hepimize yeterdi. Bilirdik ki hepimiz aynı miktarda yerdik. Kimse daha fazlasını ummaz, beklemez, hakkına razı olurdu. O zaman anladım ki mutlu olmak için, zengin olmaktan ziyade, bir güzelliği eşit olarak paylaşmak çok daha önemli. Belki de çikolatanın tadından çok adaletin lezzeti ve hazzı kaldı damaklarımızda.

Jean Jacques Rousseau‘yu okuduğum gün aklıma hemen çocukluğumda yaşadığım bu aybaşı sürprizleri geldi: “Senin özgürlüklerinin bittiği yerde bir başkasının özgürlüğü başlar.” Özgürlük ve sorumluluklarımızın sınırı bir başkasının da özgürlük ve sorumluluklarının sınırıdır. Yani hiç kimse sonsuz özgür değildir. Bu, başkalarının özgürlüğünden ve adaletinden çalınmış demektir.

Mutluluk da öyle… Bütün çikolataları siz yememelisiniz. Çikolatanın tadını, lezzetini başkalarıyla paylaşarak mutlu olmalısınız. Rousseau’nun kitabının adı “Contrate des Sociale” Yani: Toplumsal Sözleşme. Ülkemizde ilk çevirisi “İçtimai Mukavele” olarak çıktı. Buradan dilin de nasıl zamanla değiştiğini, her şey gibi yaşayan, gelişen, değişen bir olgu olduğunu anlıyoruz.


Adaleti her birimiz, bir ilke olarak içimize sindirmek zorundayız. Herkes tarafından ortaklaşa kabul gören, benimsenen, samimi biçimde desteklenen bir ilke. Bir ilke, bir kural, bir düşünce. Hatta bir yaşama tarzı…

Alman filozof  Immanuel Kant anlatmış bunu bize:


“Öyle hareket et ki, yapıp ettiklerin, davranışların genel geçer bir ilke olabilsin.” Yani “sana yapılmasını istemediğini sen de başkasına yapma” Düşünce Dünyasında bu temel etik kuralı, yasayı temellendiren Kant, özel hayatında son derece kurallı, düzenli ve ilkeli bir insan olarak bilinirdi. Küçük bir kasaba olan Königsberg’den ömrü boyunca hiç ayrılmamış, son derece sakin ve düzenli bir hayat yaşamış. Günlük hayatı da o kadar düzenli ve dakikmiş ki; her gün aynı saatte, aynı işleri titizlikle yaparmış. Çarşı esnafı saatini onun geçiş zamanına bakarak ayarlarmış.

ÖZGÜRLÜK, ADALET, EŞİTLİK… 

Toplum halinde yaşamanın vazgeçilemez üç şartı; 

Bu ilkeler olmazsa, mutlu ve huzurlu bir toplum asla olamaz. Oysa pek çok ülke, bu kurallara inanıyor gibi yapıp da onları esneten, kendi çıkarlarına göre şekillendiren yöneticiler yönetiyor ne yazık ki…

Tıpkı George Orwell’in yazdığı gibi:
“Bütün hayvanlar eşittir, Ama bazı hayvanlar daha eşittir” Okumayanınız, bilmeyeniniz, duymayanınız yoktur diye düşünüyorum: George Orwell “Animal Farm” (Hayvan Çiftliği) adlı eserinde hayvanlar üzerinden anlattığı bir öyküyle eşitliğin, adaletin nasıl suiistimal edildiğini anlatır. Kendilerini sömüren, haksızlık eden sahiplerine karşı ayaklanan hayvanlar çiftliği ellerine geçirirler. Ama ayaklanmayı örgütleyen hayvanın yaptığı entrikalarla aslında diğer hayvanların mutluluğundan çok kendi çıkarları için bir diktatörlük kurar. Ama bu diktatörün ağzından hiç eşitlik ve adalet kavramları eksik olmaz. Haksızlıkları fark edip itiraz edenler ise bozgunculukla suçlanır ve hapse atılırlar…


Yalnızca Orwell’in hayvan çiftliğinde değil, modern toplumlarda da ülkelerini çiftlik haline getirenlere karşı hak arama mücadelesi vermek öyle kolay değil. Hemen hain, bozguncu ilan edilir özgürlüğünden olabilir. Ama toplum olabilmenin, özgür ve mutlu olabilmenin, insan olabilmenin başka bir yolu yok. Hakkınızı arayacaksınız! Bunun için adalet kavramını kullanarak adaleti zedeleyenlerin deşifre edeceksiniz.
Hak ve hukuk, herkesin kendine göre yorumlayabileceği, lastik gibi esnetebileceği, duruma göre suiistimal edebileceği kavramlar. Ama gerçek ‘adalet’in, ‘hak’kın, ‘hukuk’un ne demek olduğunu ona gerçekten ihtiyacınız olduğunda anlıyorsunuz. İşte o yüzden, başkası sizi yargılamadan, siz kendi adalet mahkemenizi kendi vicdanınızda kurun. Önce bir yargılayın bakalım kendinizi: adil misiniz?
Çok geç olmadan…

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın