Azerbaycan'da 7 Şubat 2024 Çarşamba Günü Yapılan ve 30 Yıl Sonra Ermeni İşgalinden Kurtarılan Dağlık Karabağ Bölgesinde de Sandıkların Kurulduğu, 8. Cumhurbaşkanlığı Seçimini, Mevcut Cumhurbaşkanı İlham ALİYEV Büyük Farkla Kazandı. Yeni Dönem, Kardeş Azerbaycan Devleti ve Halkı için Hayırlı, Uğurlu olsun…

Felsefe Niçin Okutulmalıdır!

(Photo by Alex Block on Unsplash)

Az çok ilgilenenler bilirler, Antik Yunanca bir isimdir “Felsefe”.

İki kelimenin birleşmesinden oluşur: Philo, Sophos.

Sophos: Bilgelik, Philo: Sevmek, Yani bilgelik sevgisi.

Belki de daha kelimenin manası bile felsefenin eğitilmekte olan çocuklar için ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

Bilgi, yaşadığımız dünyayı anlamamız, anlamlandırmamız, problemlerimize çözüm bulabilmemiz için çok önemli.

Bilgiye genel olarak iki temel yolla ulaşırız:

  1. Gözlem ve deney yoluyla.

İnsan beş duyu organıyla, özellikle de çevresinde olan biteni algılar..renk, biçim, tat, sertlik, yumuşaklık…..

Nesnelerin binlerce özelliğini test ederek, tecrübeleri sayesinde tanımış olur. Onları sınıflandırır, işine yarayanları seçer, kendi yararına uygun biçimlere dönüştürür.

  1. Akılla.

Yani mantık yürüterek yaptığımız  kıyaslamalar  ve böylece yaptığımız çıkarımlarla.

Bakın daha ilk kaba ve basit bir felsefe tanımı bile bizi bir anda nerelere götürdü… 

Bize bilgeliğin sevgisini ve önemini anlatan felsefi bakışın, dolayısıyla bilgiye ulaşmanın ne kadar hayati olduğunu gördük.

Söz gelimi doğayı gözleyerek, deneme yanılmalarla günlük hayatta kullanabileceğimiz eşyaları yapmak, karnımızı doyurabilmek için tabiatın imkanlarını kullanarak sürdürülebilir tarım yapmak, kendimizi doğanın olumsuz etkilerinden ya da hastalıklara karşı koruyabilmek felsefenin önemli konularıdır ama felsefenin insan yaşamına katkıları bunlarla sınırlı değil.

Doğayı kontrol altına alabilmek için bilgiye ulaşmak, onu çıkarlarımız için kullanmak değil.

İnsanlar toplu halde yaşıyorlar, Her insan toplumun bir parçası…

Toplumsal birimler çeşit çeşit;

En büyük birim Devlet, bir ülkeyi oluşturan insanlar topluluğu…

Bir tek devlet mi, aynı anda birçok toplumsal birimin üyeleriyiz. Söz gelimi, İş yerleri var, okullar, dernekler var,  ticari, hukuki, dini topluluklar, spor kulüpleri, mahalleler, köyler, ilçeler, iller var… Ve en küçük ama en önemli toplumsal birim olan aile var.

Biz bu insanlarla, farklı amaçlarla kurulmuş bu örgütlü topluluklar içinde yaşamak; birlikte yaşarken de bir yandan kendi haklarımızı korurken, diğer yandan başkalarının hukukunu çiğnememeye de dikkat göstermek zorundayız..

Yani Kant’ın dediği gibi “bize yapılmasını istemediğimiz şeyi başkasına yapmadan”, etik olanı koruyarak…

İşte burada felsefe, gündelik hayatımızı kolaylaştıran bilgilerin ötesine geçerek, temel başka bir soruya cevap arıyor, karşımıza yeni bir kavram dizisi çıkıyor:

Hak, adalet nedir?

Haklarımızı neden ve nasıl koruruz!

Hak ve adalet hem hayatımızı kolaylaştırmak, çıkarlarımızı korumak,  hem de insanlık onurumuzu korumak için önemlidir.

Bazen sistemler insanın insan olarak değerini hesaba katmayabilir, onu ezip geçebilir.

Aslında ülke yönetimleri, sistemler insanların onurunu korumak, konforunu sağlamak, günlük hayatlarını düzenlemek, onları mutlu etmek için geliştirilir. Ama ne var ki bu amaçla ortaya çıkan birçok sistem, inanç ve ideoloji, ne yazık ki sonunda toplu insan kıyımlarının yolunu açabilmiş, insanları sebep olmadıkları büyük trajedilerin içine sürükleyebilmiştir. 

Bunların en acı örnekleri dünya savaşlarıdır, bölgemizde süregelen savaş ve göçlerdir.

Başlangıçta koruyucu-kollayıcı, idealist olan kimi liderlerin inandıkları, biraz da zihinlerini teslim ettikleri ideolojiler..

Güç körleştirir insanı; ideolojilerinin insanlığı kurtaracak tezler olduğuna kendilerini öylesine inandırırlar ki, kafalarında alternatif bir düşünceye küçücük bir yer dahi kalmaz. Böylece masa başına oturarak, konuşarak, tartışarak uzlaşabilme gibi esnekliklerini de kaybederler, hırslarına teslim olur, yönettikleri ülkeleri savaşa sokmaya karar verirler!

Ne yazık ki bu savaş kararları, o savaşın öldürdüğü, öksüz, sakat, evsiz barksız sokakta bıraktığı insanlara sorulmadan alınır ve suçsuz, masum insanlar, sebebinden/kararından sorumlu olmadıkları savaş(lar)a maruz kalır; acılarına, sonucuna katlanırlar. Ülkelerini; atalarının, ana babalarının yaşadığı toprakları terk etmek zorunda bırakılırlar.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının yarattığı bu acı sonuçlar felsefecilerin önüne yeni problemler koydu: 

 Kontrolsüz güç sorunu

İnsanın değerinin korunamaması sorunu

İnsan dini, dili, ırkı, düşüncesi, ait olduğu diğer toplumsal özellikler bir yana, yalnızca insan olduğu için değerlidir.

Bu değerin korunması nasıl mümkün olur?

Kişinin yaşamını doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyecek konularda kendisinin karar vermesi ile…

Bu kararı doğru ve sağlıklı verebilmesi için ise, özgür olabilmesi, bu özgürlüğü doğru kullanabilmesi için eğitilmesi gerekir.

Özgürlüklerini kullanabilmesi için gereken maddi, fiziki, hukuki ve sosyal ortamın yaratılması..Bunlar devletin, devleti yönetenlerin sorumluluğudur.

Bununla birlikte insanın değerinin korunması konusu, devlet sınırlarını da aşan,  devletler arası bir meseledir.

Bu yüzden Birleşmiş Milletler, insanlık her ülkenin, her bireyin uymakla yükümlü olduğu bir metine gerek duymuştur.

Bu, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesidir.

Evrensel İnsan Haklarının Eğitimi, okullarda okutulmalı ki, ileride devletleri yönetenlerin kırmızı çizgileri genç yaşta kafalarında şekillensin…

Devletin demokratik, sosyal bir hukuk devleti olabilmesi için gereken önemli niteliklerden de biridir bu.

İnsanın sağlıklı ve güvenlikli yaşaması, sağlıklı beslenebilmesi, bir iş bulup çalışabilmesi, tatil yapıp dinlenebilmesi, yaşlanıp çalışamayacak duruma geldiğinde, başkalarına bağımlı olmadan huzur içinde yaşayabilmesi, temel insan haklardır ve demokratik, sosyal bir hukuk devleti güvencesiyle ülkenin bütün insanlarına eşit uygulanabilir.

Sistemlerden ve sistemlerin afaki, ütopik iddialarından çok, insanların bu herkese eşit uygulanan temel haklara ihtiyacı vardır.

Özgürlük ise bunlarla sınırlı değil elbette..

Fikirlerini başkalarını aşağılamadan, rencide etmeden söyleyebilmek; inançlarının gerektirdiklerini başkalarının inanç özgürlüklerine zarar vermeden yaşayabilmek; eğitimde, sanatta, sporda vb. yaratıcı alanlarda kendini ifade edebilmek koşullarına sahip olmak…

Tıpkı hak, adalet gibi, insanın değerinin korunması, özgürlüğünün farkında olması, özgürlüğünü kullanabilecek bilincinin olması da felsefenin ele aldığı konulardır.

Sanattan, insanın yaratıcı gücünün potansiyel olmaktan çıkıp, gerçeğe dönüşmesinden söz ettik.

Yine güzeli aramanın ilkeleri, “güzel nedir?” sorusuna aranan cevap da felsefenin konularından biridir.

Nasıl bilginin kaynağı deney ve akılsa, “estetik”in kaynağı da duygularımızdır. Bizi güzele ulaştıran, haz veren şey nedir? Sorusuna felsefenin “nelik” sorularıyla cevap ararız;

“Güzelin” evrensel, her zaman ve herkes tarafından kabul gören tanımına nasıl ulaşırız? Ya da “ulaşabilir miyiz?

Felsefe bir çok alanda sorular sorar ve onlara cevaplar bulur.

Bu cevaplar bizim bilerek, anlayarak, anlamlandırarak yaşamamıza yardımcı olur. Bu bilinçli, farkında olarak yaşamaktır. Yaptığımız, ettiğimiz, karşılaştığımız olgu ve olayların farkında olmak…

Bunlardan bir tanesi de (İngilizlerin dediği gibi; “the last but not the least: en sonuncusu ama belki de en önemlisi) hayatımızın köşe taşı olan, yapıp etmelerimizin, eylemlerimizin temelindeki yüce değerleri ortaya koymak: yani erdemler, evrensel erdemler

Örneğin adaletli olmak, başkasının hukukuna saygı duymak bir erdemdir.

Güvenilir olmak, sözünü tutmak bir erdem.

Elindekileri ihtiyacı olan insanlarla paylaşarak, onu içinde bulunduğu zor durumdan kurtarmak; paylaşarak yardım etmek bir erdem..

Haksızlıklara karşı cesurca mücadele etmek, cesaret bir erdem…

Ama anlamsız bir cesaret erdem mi, bu sorunun cevabını da yine felsefe disiplini içinde buluruz.

Bu erdemler zaman ve mekanla sınırlı olmayıp, her zaman her yerde geçerlidir. Belirli yer(ler)de ve zamanlardaki gelenekler ahlakla, ahlaksallıkla değerlendirilir; zaman ve mekanla sınırlı olmayan genel geçer değerler ise Felsefenin etik diye tanımlandırdığı alanın konusudur. Etik davranmak bir erdemdir

Etik ve ahlak arasındaki fark, ahlakın gelenek ve göreneklerin, yerel adet ve inanışların etkisindeki davranış kalıpları olması, ama etik erdemlerin zamanda, mekanda, evrensel olarak değerini koruması ve toplumdan topluma değişmemesidir…

Bunlar insanı, insanlık onurunu koruyan değerlerdir..

Yukarıda kabaca örneklendirdiğimiz sorulara ve insan yaşamı için gerekli başka sorulara cevap arıyor felsefe.

Haklar-ödevler, korku-cesaret, diktatörlük-demokrasi, inanmak-bilmek, yaşamak-ölmek, ben-başkaları, mutluluk-mutsuzluk, doğa-kirlilik, özgür-tutsak vb. insana dair, günlük hayatımıza dair konular üzerine bilinçli gözlemler yapabilmemiz, sağlıklı sonuçlara ulaşabilmemiz ve  fikir yürütebilmemiz için önce düşünmeyi öğrenmeliyiz, bilginin anlamını ve değerini öğrenmeliyiz.

Bizi gerçeğe, başkalarının dedikodu, safsata, hayal ve yalanlarının değil, kendi bilgilerimizin, algı organlarımızın sayesinde yaptığımız gözlemlerin götüreceğini bilmeliyiz.

İşte bunun için ilk öğretimden itibaren  okullarda felsefe eğitimi gereklidir.

Bir çocuk soyut düşünce basamağına geldiğinde, ilkokulun son sınıfında ya da orta okulun başlarında felsefenin temel kavramlarını rahatlıkla anlayabilir.

Felsefe hiç de (yaygın yanlış bir kanı olarak) karmaşık, anlaşılmaz değildir. Tam tersine kafamızda karmaşaya neden olan bir meseleyi analiz edip, olgu ve olayları yerli yerine oturtarak anlamamızı kolaylaştıran bir disiplindir.

Bence felsefeyi anlaşılmaz,-deli işi- gibi göstermeye çalışanlar, kendi karanlık dünyaları için bunu bir sakınca olarak gördüklerinden insanları felsefeden uzaklaştırıyorlar.

GELECEĞİMİZ İÇİN BOL FELSEFELİ GÜNLER…

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın