Azerbaycan'da 7 Şubat 2024 Çarşamba Günü Yapılan ve 30 Yıl Sonra Ermeni İşgalinden Kurtarılan Dağlık Karabağ Bölgesinde de Sandıkların Kurulduğu, 8. Cumhurbaşkanlığı Seçimini, Mevcut Cumhurbaşkanı İlham ALİYEV Büyük Farkla Kazandı. Yeni Dönem, Kardeş Azerbaycan Devleti ve Halkı için Hayırlı, Uğurlu olsun…

Kozmik Aile Düzeni

          ATALARIMIZ VE EVRİMLEŞME HİKAYEMİZ

Bu gezegende en büyük beyinli ve iki bacaklı bir memeli olarak en karmaşık yapılı canlıyız.

Evrenin programını gerçekleştirmek ve devam etmek için buradayız. Dünyaya egemen olmak ve ona şekil vermek için dört milyar yıl süren evrimsel iniş çıkışlarla dolu hikayemize bakarsak, mantık sınırlarını aşan bir bulmaca olduğunu görebiliriz.

Felaketler yaşadık, her dönemeçte hep yok olma tehlikesiyle yüz yüze geldik. Denizde, karada ayakta kalma savaşı verdik. DNA’mızda, balıktan solucana solucandan basit tek hücreli canlıya kadar kayıtları vardır.

Sadece yüksek ısı, zehirli gaz ve tozdan oluşan bir çorbaydı gezegen..

Burada en büyük iş kimyaya (simyaya)  düşüyordu. Kimya (simya)  zehirli gazları ve yüksek ısıyı kullanarak sentez yapmaya başladı. Kimyasal elementler birbirini çekim yasası gereği çekiyor ve etkiliyor. Zehirli gaz çorbasının içeriğini değiştiriyordu. Çok yüksek yoğun ateş ortalığı yakıyordu ve su yoktu. Suyun olması için oksijene ihtiyaç vardı. Devamlı şimşekler çakıyordu.

Kimya  ortalıkta sürekli uçuşan hidrojen ve oksijen atomlarını bir araya getirmeyi başardı ve sentezi oluşturmak için şimşekleri kullandı. Bugün laboratuvarlarda su elde etmek için yüksek ısı ve şimşek kullanılır. Bunların sonucu olarak gaz ortamının içinde çok az da olsa zehirli sıvı oluşmaya başladı.

Sıcaklık yukarı doğru hareket ettikçe sıvı aşağı doğru inişe geçti. Oluşan sıvı yaşam için uygun değildi fakat içinde oluşan kırmızı form sayesinde oksijen sentezi gerçekleşti. Bu evrim sürecinde büyük bir sıçramadır. İlk fotosentez gerçekleşti ve gezegenin şekillenmeye doğru hareketi hızlandı.

Dört milyar yıl önce enerji tohumları toz ve dumandan oluşan gezegenimizde uzay boşluğunda dönüyordu. Enerji tohumlarının yazılımı harekete geçirmesi ve gezegenimizde yaşamı başlatmaları için kimya (simya) suyun sentezini başardı. Kimyasal ve organik maddeler arttı. çok yüksek ısıda çeşitli kimyasal çorbalar yapılıyordu, bu çorbaların içine şimşekler doğru yerde ve doğru zamanda düşerek kimyasal maddelerin atomlarının kusursuz bir dizilim haline gelmesini sağladı ve genetik bir materyal yığını oluşturdu.

Çok kırılgan genlerin bu zor doğa koşullarında hiç şansı yoktu. Fakat şans faktörü yeniden devreye girdi. Yağlı maddelerden oluşan bir damla, tek bir zinciri sararak ilk hücreyi meydana getirdi. Onlar 3.5 milyar yıl önce olağan dışı bir şey yaptılar. Kendilerini ve hücreyi kopyalayarak mükemmel bir klon yarattılar. Bu yaşam belirtisi gösteren ve gezegende evrim sürecini başlatan ilk birimdi. İnsanların, hayvanların, bütün böceklerin, bitkilerin hepsinin kökeni bu tek hücreye dayanmaktadır. Onlar bizim ilk ATALARIMIZDIR!

İki milyar yıl boyunca gezegenimizde basit tek hücreli canlıdan bir başka canlı yoktu. Ancak tesadüfi bir kaza her şeyi değiştirdi. İki hücre kaynaştı ve genler birleşti. Bu birleşmiş hücre kendini kopyaladı ve üreme başladı. Üreme değişiklik demektir. Bazen her şey yolunda gitmeyebilir, kopyalama sırasında genler silinebilir, mutasyonlar artar ve farklılıklar artar. Mutasyonlar birikir ve hücreler farklı bir halde, başka bir türe geçiş yapar. Hayat ağacı milyarlarca dallara ayrılır, budaklanır ve onların sadece biri insanı oluşturur!

 

Değişim farklılaşır, okyanus boyunca yayılır, yapısı karmaşıklaşır ta ki 7,5 cm su solucanı olana dek. Bizim 550 bin yıl önceki halimiz. Mutasyonlar farklı kadın ve erkek cinslerini oluşturur, daha çok döl üretir ve daha çok genin aktarılmasını sağlar. Bir kadın ve erkeğin buluşması, hepsinin başlangıç noktası böyledir.

Karanlık sularda canlılar kördür, eş bulmak ve çoğalmak zordur. Bu ortamda çok önemli bir mutasyon gerçekleşir, doğanın en mükemmel yeniliği şekillenir, az miktarda deri hücresi mutasyona uğrar ve karanlıkta ışığı görebilir hala geliriz. Daha çok avlanabilir, daha uzun yaşar ve daha çok döl yapabiliriz. Bir süre sonra ışığa duyarlı olan canlılar topluluğa hükmetmeye başlar. Sayısız nesiller boyunca gerçekleşen mutasyon, hücreleri geliştirir. Bu doğal seleksiyonun işleyişi bütün canlıların dünyaya uyumunu sağlatan ve atalarımıza göz organına kavuşma ve görme sürecidir.

Fakat gördüklerimize anlam kazandırmamız için bir süre daha gerekir. Gözlerimizin arkasında bir yığın sinir hücresi kümelenmiş durumdadır. Bunlar bir toplu iğne başından büyük değillerdir ama bir gün o sinir hücresi kümesi doğanın en gizemli ve en karmaşık organı haline gelir. Beş yüz yirmi bir bin yıl önceki ilk beyin bu işte.

Artık balık benzeri bir canlıyızdır. Beynimiz basit kararlar verebilir ve temel bilgileri işleyebilir. Fakat eski tür bir köpek balığından kaçamayız, onu alt edemeyiz. Ancak devam eden mutasyonlar yardımıyla gelişim devam etmektedir ve bazı canlılar güçlenmeyi başarır.

Çenemiz ve dişlerimiz 400 milyon yıl önce karşılaştığımız canavarlar sayesinde varlar. Çene ve dişler daha çok yiyecek, daha büyük ve güçlü bir beden demektir. 375 milyon yıl önce 30 cm zırhlı bir balıktık. Atalarımızın tek bir hücreden 30 cm zırhlı balığa dönüşmeleri yaklaşık 300 milyon yılı aldı.

Fakat gene başka bir felaketle karşı karşıyayız. Çok güvenli gözüken sularda oksijen azalıyor, oksijen bulamayan hücreler ölüyor ve zehirli karbon dioksit kanda yayılıyor. Geri dönemeyiz ama burada da kalamayız. Bir mutasyon sıçraması daha yaşanıyor. Sudaki havayı solmaya başladık. Hava yeni bir organın, akciğerin gelişimine sağlıyor. Artık hem suda hem karada soluk alabiliyoruz..

Bu şekilde, 375 milyon yıl önce kafamızı sudan çıkartabildik ve tarihi değiştirecek adımlar attık….

Ama her şeyin bedeli var. Yakıcı güneş derimize zarar veriyor ve taşlar ayaklarımızı acıtıyor. Bu durumda da mutasyon devreye girer ve ortama ayak uydurmaya yardım eder. Daha derin deri güneşten korur ve pençeler sert toprakta sürünmemize yardım eder. Yumurtaların kabukları sertleşir. Artık ortama uyum sağlamayı başarmışızdır. Çiftleşme burada başlar. Sonuç:bir evrim harikası olan sert kabuğun içinde embriyonun ihtiyacı olan bütün besinleri bulunduran bir yumurta şekillenir. Çiftleşme genetik çeşitliliği artırmanın ve türümüzün devamlılığını sağlar.

Varlığımızı 340 milyon yıl önceki çiftleşmeye borçlu olan tamamen karada yaşayan bir tür olarak devam ettiriyoruz, kendi bedenimizin ağırlığını taşıyabiliyoruz, havayı soluyoruz, görüyoruz, koku alıyoruz, beynimiz bin bir çeşit bilgi bombardımanına uğruyor ve gelişiyor. Zekiyiz. Hayatta kalmak için böyle olmak zorundayız. Bu mutasyon bize daha büyük ve güçlü bir çene veriyor. Bu bir avantaj oluyor, yemeği daha hızlı yiyor ve rakiplerimizi alt edebiliyoruz. Et yiyen bir varlık oluyoruz. Bu da önemli bir gelişmedir.

Fakat gelişimimiz iniş çıkışlarla dolu geçer…

Yine bir felaketle karşı karşıya kalırız. İki yüz elli milyon yıl öncesinde uzak Sibirya’da yer kabuğu ayrılmaya ve devasa magma tabakası yayılmaya başlıyor. Bu yarım milyon yıl sürdü, sıcaklık aşırı yükseldi, türlerin %95’i yok oldu, sadece ufak bir kısmı dayandı. Bunların arasında bizde vardık ve daha sonra dinozorları oluşturacak türde vardı. Kurtuluş savaşı yavaşlarken egemenlik savaşı başlıyordu.

İki yüz yirmi milyon yılında Volkanik Patlamadan önce bir sürüngene benziyorduk, şimdiyse kürklü bir kediye benziyoruz. Ama yanımızda dinozorlar var. Onlar çok iyi uyum sağladılar, hızlılar ve açlar. Tek umudumuz yeni bir mutasyon. Bu mutasyon sonucunda küçülüyoruz ve saklanabiliyoruz. Duyularımız keskinleşiyor. Bilgiye sahibiz ve onu kullanmayı öğrenmeliyiz. Beynimizde neokorteks adı verilen bir yapı gelişiyor ve bu yapı bizim bir durumu analiz etmemize ve tepki vermemize olanak sağlıyor, daha sonra bize hayal etme ve iletişim kurma yeteneği verecek.

Altmış altı milyon yıl önce 5 cm kıl faresine benzer bir canlıydık, ormanlarda zekamıza güvenerek yaşıyorduk. İnsanlığın geleceği bu küçücük varlığın keskin duyularına ve gelişmiş beynine bağlı, eğer bunlar başarısız olursa hiçbir zaman var olamayabiliriz. Dinozorlar başımıza gelen en güzel şey olabilir. Onlar sayesinde güçlü duyulara ve inanılmaz bir beyne sahibiz. Onlar olmasaydı hala yumurta bırakıyor olabilirdik. Neslimizi aç dinozorlardan korumak amacıyla canlı yavrular doğurmak için evrildik. Kendi başının çaresine bakamadıkları için onları sütle besledik. Ter bezleri meme bezlerine çevrildi. Hücreden insana varan yolculuğumuzda yeni bir hayvanın doğumu önemli bir dönüm noktasıdır. Bu hayvan en küçük fareden devasa balinaya kadar, bizim yani memelilerin; dört yüz binden fazla türün atası olacaktır.

Dinozorların bizim şekillenmemizde büyük payları vardır ama o dönemde üstünlük mücadelesini kaybetmekteydik. Dinozorların hakimiyeti yüz altmış beş milyon yıldan uzun sürmüştür. Hiçbir şey onları durduramıyordu.

Ancak altmış beş milyon yıl önce Meksika bölgesine bir asteroid düştü. Gezegenin büyük kısmı toz dumana bütündü. Farenin tek kurtuluş yolu kazmaktı. Alevlerden çıkan duman ve kül güneşin önünü kapattı, hava soğudu. Boğazına düşkün dinozorlar için bu büyük bir sorun haline geldi ve dinozorların düşüşü başladı. Güçlü ve kudretlilerin düşüşüyle küçük hayvanlar canlandı. Memeliler karanın üstün hayvanı haline geldi ve yeni oluşmuş kıtalara yayıldılar. Geleceğimizin yükü onların ufak omuzlarındaydı artık.

Yıkımın küllerinden yeni hayat filizlenmeye başladı.

Altmış milyon yıl önce meyveler ağaçlarda olgunlaşmaktaydı ve besleyici maddelerle dolu olduklarından ne kadar çok yersek o kadar uzun yaşarız anlamına gelmekteydi. Ağaçlarda yeni bir yaşama başlamak için sağlam topraktan ayrıldık. Yeni bir hayat yeni bir beden yapısı gerektirmekteydi. Tek hücreden buraya kadar gelene tek büyük yol kat etmiştik ve tür benzerliği sonunda kendini göstermeye başlamıştı.

Dünyaya uyum sağlamayı elli altı milyon yıl önce artık başarmıştık. Biz yeni memeli olan primatların ilk üyeleriyiz. Ancak dünya yeniden değişmek üzeredir. Aşırı sıcaklık değişimi on milyon yıl boyunca ormanları yok etmiştir. Ormanlar küçülmektedir ve yiyecek bulmak zorlaşmıştır. Doğal seleksiyon yine deyiş başındadır. On yedi milyon yıl önce kuyruğumuz omurga köküne kadar kısalmıştır ve burada kuyruk sokumu kemiği olarak kalmıştır. Bu bize ağaçtan ağaca atlayarak yaşadığımız dönemden bir yadigardır. Sıçramak yerine uzanmaya başladık,kollarımız uzanmaya başladı ve esnekleşti.

Değişen sıcaklıklar atalarımızı sonsuza kadar değiştirdi. Ama gezegenin değişimi hala devam etmektedir.

Yerin diplerinde Afrika ve Arabistan levhaları ayrılmaya başlamıştır. Aralarındaki toprak kayarak Doğu Afrika çöküntü vadisini oluşturur ve kenarı boyunca uzun sıra dağlar yükselmeye başlar. Hint okyanusundan gelen yağmurlar bir zamanlar Afrika’yı sulardı, dağlar bunu engeller. Ağaçlar seyrekleşir ve yiyecek bulmak daha da zorlaşır. Çok açız ve umutsuzuz. Üç milyar yıllık evrim sürecinden sonra evrimsel bir çıkmaza girilmiştir. Artık 120 cm uzunluğunda 36 kg ağırlığındayız ve bir portakal büyüklüğünde beynimiz var.

Önce bol yiyecek bol su bulunan orman şimdi kuraklığa dönüşür. Dalların üzerinde durabiliyor ve ilerleyebiliyoruz. Ama daha fazla besine ulaşmak için başka bir yol bulmalıyız… Bizi okyanus dibinde oluşan tek hücreliden Afrika çöllerinde karmaşık yapılı primatlara dönüştüren hayatta kalma isteğimiz bize 4.4 milyon yıl önce eşi benzeri olmayan bir şey yaptırdı, hiçbir primatın yapmadığı bir şey yapmaya teşvik etti.

Ağaçtan inip iki bacağımızın üstünde yürümeye başladık. Buda daha çok besine ulaşmamıza yardım etti.

Yürümek bizi besine ulaştırır ve ellerimiz onları almaya yardım eder. İşi çabucak kavradık. Artık zeki ve öğrenebilme kabiliyeti olan bir canlıyız. Yürümek anneden yavruya nesilden nesle aktarılır. Sonradan 1.2 milyon yıl boyunca vücudumuz daha çok ve hızlı yürüyebilecek şekilde evrilir.Sığınak, eş ve yiyecek bulmak kolaylaşır, ancak doğurmak zorlaşır.Çünkü dar bir leğen kemiğiyle (pelvis) bu imkansızdır. Bebeklerin kafaları küçükken doğmaları gerekmektedir. Bu onların gelişmediklerine işarettir. Yavrularını uzun yıllar koruyan, besleyen ve beladan uzak tutan birkaç türden biriyiz.

3.2 milyon yıl önce beynimiz artık bir greyfurt büyüklüğündeydi ve iki bacağımız üzerinde sürekli yürüyebiliyoruz. Yırtıcılardan kaçamayız. Onlardan kurtulmanın tek yolu daha zeki olmak. Ne kadar zeki isek o kadar uzun yaşarız. Doğal seleksiyon, beyin gücümüzün gelişimine mutasyonla katkıda bulunur, aynı daha zayıf çene kasları gibi. Bu kasların kıskacından kurtulan beyin artık özgür bir şekilde büyümeye başlar ve boyutu iki katına çıkar. Bu 2.2 milyon önceki halimizdir: Homo Hapilius becerikli işçi. İki bacağımızın üstünde yürürüz ve büyük beynimiz var, tamamen yeni bir türün ilk örneğiyiz. İlk insanız. Çok büyüğüz, çok güçlüyüz, hiç olmadığımız kadar açız. Dışarıda yiyecek var ama biz onu yemeden o bizi yiyecek gibi. Biz bir leşçiyiz, yalnız çalışır ve ne bulursak onu yeriz.

Mutasyon gene devreye girerek bir sıçrama yaptırdı. Taşın keskinliğini keşfettik ve onu kullanmayı…

Bu şekilde dünyayı değiştireceğiz. Artık kaderimiz kendi elimizde. Biz alet yapabilen ilk canlı türüyüz. Bu saldırgan ortamda açlıkla, vahşi hayvanlarla ve kendi akrabalarımızla bütün avantajları kullanarak mücadele etmeliyiz. Leş yeme dönemi biter ve başka dönemin kapısını açar. Ellerimiz araç kullanmayı ve yapmayı öğrenir, beynimiz gelişir, neokorteks beyaz ve gri maddelere bölünür. Eller değişerek daha esnekleşir, başparmaklar güçlenir, buda aletleri kavramaya ve daha kolay yönetmeye yardım eder. 2.2. milyon yıl önceki bu araç kullanma becerimiz atalarımızı başka bir evrim sürecine taşır ve hayatta kalmalarını kolaylaştırır.

1.8 milyon yıl önce başka bir parça yerine oturur ve Homo Erektus adında yeni tür ortaya çıkar: avcı…

Türümüzün diğer üyeleriyle çalışmayı öğreniriz. Ateş atalarımızı insana dönüştürecek bir fikri harekete geçirir. Sıcaklık, ışık ve güvende olma duygusu erişilir hale gelir. Doğanın gücü ellerimizde. Karanlığın tehlikesinden korunan büyük ailemiz ateşin etrafında toplanır. Ateşin etrafında toplanma aile yaşamına adım atmaya sebep olur. Çiğnenmesi daha kolay olan ateşte pişmiş etin tadına varırız ve pişmiş etin kolay çiğnenmesi başka bir mutasyonun başlamasını sağlar. Çene ve diş etleri geri çekilir. Çiğnemek için daha az enerji harcanır. Beyin boyutu 30 cm’ ulaşır. Homo Erektus şimdiye kadarki en akıllı ve iş birliği yapan atamız olsa da başkalarıyla uzlaşması zordur. Başka türlerle daha uzlaşmacı olursak daha uzun yaşarız.

Mutasyon yine etkisini gösterir. Boğaz ve gırtlak değişir. Sesler çıkarırız ve daha sonra söz çıkar…

Bunun analojisi kırk bin yıl önce iki çok farklı hominid neandertal ve kromanial dallarının varlığı ile tasavvur edilebilir. Kromanial, Homo Sapiens’in bilinen en son dalıdır. Neandertal ise üç yüz elli bin sene önceki dallardandır. Fakat bilinmeyen nedenlerden neandertallar yok oldular.

Evrenin gelişim programını gerçekleştirmek için akıllı insan Homo Sapiens, atalarımızın başlattığı yolculuğun devamında 200 bin yıl önce, yukarıda söz ettiğimiz üç fraktal hattına ayrılarak dünyanın dört tarafına yayıldı.

Türümüzün en sonunda DNA’mıza kayıtlı bilinç tabakasına ulaşıp, Homo Saktus türüyle evrimi tamamlayıp, fraktallara dağılan aileleri tekrar toplayıp, tek bir kök fraktalda(Şekil 1) birleşerek kaynağa geri dönmesini bekliyoruz.

 

Not: KOZMİK AİLE DÜZENİ kitabı

Billur Memmedli

Billur Memmedli (İsmailova); bu güne kadar sevdalı olduğu ve çok önem vererek, bu güne taşıdığı tamamlayıcı tıp yolculuğuna; 1973 senesinde, tıp biyolojisi bölümü öğrencisiyken para pskoiojiyle başladı .Akademik kariyerini Moleküler Biyoloji, doktorasını da Mikrobiyoloji dallarında yaptı. O yıllardan beri master olarak uygulamakta olduğu Reiki, Karuna Reiki ile biyoenerji, fitoterapi, akapunktur, renk terapi, kristal terapi, ,imgelemle teknikleri gibi tamamlayıcı tıp konularında; ve psikoterapi, psikoanaliz alanlarında halen de bilgilerini zenginleştirmeye davam etmektedir. Morsu adını verdiği bir kişisel gelişim merkezi vardır. Mirasımız Helogenetik Hafıza: Karanlıktan Sevgiye Yolculuk ve Kozmik Aile Düzeni kitaplarının yazarıdır.

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın