Azerbaycan'da 7 Şubat 2024 Çarşamba Günü Yapılan ve 30 Yıl Sonra Ermeni İşgalinden Kurtarılan Dağlık Karabağ Bölgesinde de Sandıkların Kurulduğu, 8. Cumhurbaşkanlığı Seçimini, Mevcut Cumhurbaşkanı İlham ALİYEV Büyük Farkla Kazandı. Yeni Dönem, Kardeş Azerbaycan Devleti ve Halkı için Hayırlı, Uğurlu olsun…

Çanakkale Ruhunu Taşımak

VATAN SAVUNMASI

Avrupa bir coğrafyanın adı değildir; kurgulanmış, hayal edilmiş, inşa edilmiş kültürel, ekonomik, dini bir dünyadır.

Avrupa, ilk defa 1815 Viyana kongresinde, Şark Meselesi (Oryantalizm) meselesini resmen ortaya atmıştır.

Şark Meselesi bir Hristiyan-Müslüman mücadelesidir.  Şark Meselesi, Türkleri Avrupa ve Anadolu’dan atma projesidir.

Lozan Konferansının resmi adı: “Şark Meselesini Görüşme ve Çözme   Konferansı’dır. Şark Meselesi, Avrupa’nın ve Avrupalının

kafasından hiç çıkmamıştır; bugün bile…

1815’den sonra Osmanlı cephede savaşı kazansa bile, masada hep kaybetmiştir; bugün bile…

Onlar kendilerine “Düveli Muazzama” dediler, bu gün de diyorlar…

Siyasi sınırlar, imkanlarla ideallerin bileşkesidir; bunu biliyoruz.

Türkler 1856 Kırım Savaşı’ndan sonra Avrupa ile hiçbir ittifaka dâhil edilmemiştir; bugün bile…

 

O KADAR DÜŞMANLARDIR Kİ, 1914 CİHAN SAVAŞI ÖNCESİNDE:

  1. İngiltere’den himaye (manda) talebimiz bile kabul görmemiştir

2.“Oklanmış Avımızdır” diye devletler Osmanlıyı ittifaka davet bile etmemiştir. Rusya ise alay etmiştir.

  1. ABD: “Türkiye yok ki, elçi göndermeye ihtiyaç olsun” diyebilmiştir.
  2. Alman veliahdı: “Türkiye’nin ittifaka alınmasını, Almanya için büyük musibet sayarım” diyebilmiştir.

İttifak devletleri kendi aralarında Osmanlı devletini çoktan paylaşmıştır. Yalnızlık ve müttefiksizlik ise en büyük derttir.

Peki, ne yapılmalıdır?

Mustafa Kemal: “Topraklarınızı savunacak silahınız yoksa tarafsızlık mümkün değildir; şimdi savaşmak zamanıdır!” demektedir.

Bu savaş Osmanlı için bağımsızlık savaşıdır, ölüm-kalım savaşıdır ve savunmasız ölmektense, savunarak ölmek er kişinin harcıdır.

 

18 MART 1915 BOĞAZ HARBİ

İtilaf Donanması 18 savaş gemisiyle Saat 10.00’da, boğazı yarıp geçmek üzere gelmeye başladı…

Saat 12.00 olduğunda Türk tabyaları ağır hasar almış, ama ayakta kalan topçularımızın hedefini şaşmayan mermileri İngiliz AGAMENNON zırhlısının çelik yeleğini parçalamış, INFLEXIBLE zırhlısının komuta köprüsü uçurulmuştu.

Savaşın en şiddetli anları yaşanıyordu. Türk topçuları Çanakkale Boğazını cehenneme çeviriyor, düşman zırhlıları da kıyı şeridindeki       mevzilerimizi hallaç pamuğu gibi atıyor, kıran kırana bir savaş oluyordu.

Bu sırada Fransız GAULOIS zırhlısı aldığı ağır yaralarla saf dışı kalmış, yine Fransız BOUVET zırhlısı yırtılan çelik gömleğini yenilemek üzere     geriye kaçarken, bir gece önce Yzb. Hakkı’nın NUSRET MAYIN GEMİSİYLE boğaza döşediği mayınlara çarparak 639 personeli ile birlikte      karanlık limanın sularına gömülerek kayboluyordu.

BOUVET’in imdadına koşan Fransız SUFFREN ve GAULOIS da aynı akıbete uğramıştır. Saat 15.00’te İngiliz IRRESISTIBLE ve onu takiben   16.00’da INFLEXIBLE ve 10 dakika sonra OCEAN zırhlıları, tam ileri atılacaklarken mayına çarptılar. Böylece 6 saatte 3 büyük zırhlısını      kaybeden, bir bu kadarı da ağır hasara uğrayan gemilerini acıyla seyreden Amiral De ROBECK, kalanları kurtarabilme telaşıyla saat 17.30’da      boynu bükük çekilme emrini veriyordu.

Çanakkale Boğazında zafer kazanılmıştı…

 

NUSRET MAYIN GEMİSİ

Nusret mayın gemimiz, 18 Mart Boğaz Savaşından 10 gün önce, gece yarısından az sonra sisli bir havada, kıyıya paralel olarak 100’er metre aralıklarla ve suyun 4,5 metre altına, sessizlik içinde 26 mayın döşer.

Ertesi günlerde, Müttefikler tarafından keşif uçuşları ve mayın taramaları yapılmasına rağmen,  bu mayınlar fark edilmez. Hatta Karanlık Koy’da mayın bulunmadığına dair rapor veren İngiliz Pilot, bu sürpriz mayınların başarısından bir gün sonra mahkeme edilerek kurşuna dizilmiştir. Mahkemenin reisi, pilotun babasıdır.

DENİZDE 26 MAYIN: TARİHİ DEĞİŞTİREN SAVAŞ!

İngiliz Başbakanı Churchill hatıralarında diyor ki: “Birinci Dünya Harbi’nde bu kadar insanın ölmesine, harbin ağır masraflara mal olmasına, denizlerde 5,000 tane ticaret ve savaş gemisinin batmasına başlıca nedeni, Türkler tarafından bir gece önce atılan ve incecik bir çelik halat ucunda sallanan 26 adet mayındır.”

KARA SAVAŞLARINDAN BİR KESİT

“Karşılıklı siperler arası sekiz metre, yani ölüm muhakkak.

Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulamayarak kâmilen şehit düşüyor.İkinci siperdekiler onların yerine geçiyor.”

İki tarafın toplam kaybı 250 Bin kişi, civarında…

 

SEYİT ONBAŞI: VATAN SAVUNMASINDAKİ GÜÇ

Düşman ateşiyle, tabyalar hasar görmüş, ayakta kalabilen tek top vardı onun da mermi kaldıran vinci bozulmuştu. Seyit Onbaşı büyük bir güçle 215 Okkalık mermiyi üç kez kaldırarak namlunun ucuna sürmüş ve bu kahramanlığı ile Ocean gemisi büyük bir yara almıştı.

 

KINALI ALİ

Askere giderken annesi tarafından başına kına yakılan Tokat Zile’den küçük Ali, (Sonradan lakabı “Kınalı Ali” olur), annesine mektup yazar: “Başımdaki kınadan dolayı arkadaşlarım benimle dalga geçiyorlar, kardeşime sakın kına yakma!”

Bu şikayet üzerine annesinden gelen mektup, ancak şehit olduktan sonra birliğine ulaşır:

“ Oğlum Ali yazmışsın ki, “Kafamdaki kınayla dalga geçtiler, kardeşime yakma!” demişsin. Kardeşine de yaktım. Komutanlarına ve           arkadaşlarına söyle, seninle dalga geçmesinler. Bizde 3 şeye kına yakarlar:

1.Gelinlik Kıza; Gitsin ailesine, çocuklarına kurban olsun diye,

2.Kurbanlık Koça; Allah’a kurban olsun diye,

3.Askere Giden Yiğitlerimize; vatana kurban olsun diye kına yakarız…

 

ALMANLAR ÇANAKKALE’DE

Gelibolu cephesini yanlış komuta ederek 250 Bin Türk’ü zayi eden Almanların niyeti, Osmanlıya yardım etmek değil, Türkiye’yi işgal etmekti. “Elin Alamanı Türk’e niçin acısın”dı ki…

Oraya Alman askeri gelmedi, orada Almanlar ölmedi, sayıları iki yüzü geçmeyen subaylar gönderildi sadece. Görevleri savaşı bitirmek değil uzatmak; İngiliz ve Fransız kuvvetlerini Gelibolu’da tutarak Alman cephelerinden uzaklaştırmaktı.

Fakat 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’in, Alman General Liman Won SANDERS’in kararı hilafına hareket edeceğini ve emrindeki silah arkadaşlarının ölümüne savaşacağını, destan yazacağını bilmiyorlardı.

TÜRK ASKERİ 18 MART 1915’DE “ÇANAKKALE DESTANI”NI YAZARAK; 

1.Yurdumuzu bize ebedi vatan yaptı. 

2.Her hal ve şartta kahraman bir millet olduğumuzu bütün dünyaya gösterdi. 

3.Mustafa Kemal (Atatürk)’ü, hemen sonra başlayacak Milli Mücadele’ye kazandırdı. 

4.Türk milletinin eski kudret ve kuvvetini kaybetmediğini, bu ve buna benzer saldırılar, geçmişte olduğu gibi gelecekte de olursa üstesinden gelineceğinin beraatını sundu. 

ÇANAKKALE’YE AKİF ŞÖYLE SESLENİYOR(*)

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,

Bir hilâl uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhidi;

Bedr’in Arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın!

Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın!

Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,

Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.”

 

“HEY ONBEŞLİ” TÜRKÜSÜNÜN HAZİN HİKÂYESİ

Çanakkale Cephesi, sanki bir ölüm değirmeni gibiydi; tükettiği insanlar haddi hesabı aşmıştı. İngilizler,  şehit olan gençlerimizi, “çiçeğin tomurcuğu!” ve “vakti gelmeden solan gül goncası!”na benzetiyorlardı.. Koskoca eğitimli genç bir nesli yutmasına rağmen, savaş bir türlü doymak bilmiyordu…

Diğer cephelerden asker getirilemediğinden, Harbiye Nezareti bir tebliğ yayınlayarak, henüz askere bile alınmamış 17-18 yaşındaki 1315 (1897) doğumlulardan, bedenleri gelişmiş, harbe elverişli ve silah kullanmaya kabiliyetli olanların da kıtalara teslim olmalarını istemişti.

Türkümüzün öznesi olan “15’liler”, işte bu 1315 (1897) doğumlulardır. O silah, savaş eğitimi olmayan taze fidanlar, cepheye gitmiş, düşmanı yenmiş ama geri dönememişlerdir…

1315’Lİ GENÇLERİN TÜRKÜSÜ(**)

Hey on beşli, on beşli

Tokat yolları taşlı

On beşliler gidiyor

Kızların gözü yaşlı

 

BU YAZIYI NİÇİN YAZDIM?

Aradan 105 sene geçse bile, “Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela!” olan saldırgan istilacılar, amaç ve hedeflerinden zerrece sapma göstermeden niyetlerini gerçekleştirmek için tetikte ve mevzide beklemektedirler.

– Kim mi?

– Hangi ülkeler mi?

Çanakkale’ye; Yurdumuza o gün kimler, hangi ülkeler göz dikmiş, kuşatmaya gelmiş tiyse hepsi! Kesinlikle hepsi…

Çanakkale’deki kahramanlığın ve ruhun, genci ihtiyarıyla 83 Milyon Türk vatandaşı ve bütün Türk Dünyası tarafından çok iyi bir şekilde    bilinmesini ve geleceğe taşınmasını arzu ediyorum.

Bize zaferler nasip eden Rabbimiz. Türk Milletini zaferlerden geri koyma! Biz seni sınırsızca  çok seviyor ve övüyoruz Allah’ım!

Hayırlar diliyorum. Ankara 18 Mart 2020

 


*     “Çanakkale Şehitlerine

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.

Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!

Nerde-gösterdiği vahşetle ‘bu: bir Avrupalı’ Dedirir

Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,

Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

 Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,

Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.

Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,

Avusturalya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:

Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.

Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…

Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!

Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,

Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,

Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;

Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.

Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…

Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.

Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb,

Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;

Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.

Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,

Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;

O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer…

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,

Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,

Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.

Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,

Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…

Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;

Alınır kal’â mı göğsündeki kat kat iman?

Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?

Çünkü te’sis-i İlahi o metin istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,

Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;

Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedi serhaddi;

‘O benim sun’-i bedi’im, onu çiğnetme’ dedi.

Asım’ın nesli..diyordum ya…nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…

O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar,

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,

Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!

Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi…

Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?

‘Gömelim gel seni tarihe’ desem, sığmazsın.

Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…

Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.

‘Bu, taşındır’ diyerek Kâ’be’yi diksem başına;

Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;

Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,

Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,

Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;

Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,

Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,

Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;

Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…

Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,

Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin’i,

Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…

Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;

Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;

Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın…

Heyhât, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,

Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.” (Mehmet Akif Ersoy)

 

*    HEY ONBEŞLİ  ONBEŞLİ  (derleme: Tokat-Hamdi Tüfekçi-Nida Tüfekçi)

Hey onbeşli onbeşli
Tokat yolları taşlı
Onbeşliler gidiyor
Kızların gözü yaşlı

Aslan yârim kız senin adın hediye
Ben dolandım sen de dolan gel gediye
Fistan aldım endazesi on yediye

Giderim elinizden
Kurtulam dilinizden
Yeşil baş ördek olsam
Su içmem gölünüzden

Aslan yârim kız senin adın hediye
Ben dolandım sen de dolan gel gediye
Fistan aldım endazesi on yediye

Gidiyom gidemiyom
Sevdim terkedemiyom
Sevdiğim pek gönüllü
Gönlünü edemiyom

Aslan yârim kız senin adın hediye
Ben dolandım sen de dolan gel gediye
Fistan aldım endazesi on yediye

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın