23 NİSAN 1920; Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. ATATÜRK; “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir!” diye açıkladı, o gün, “HAKİMİYETİ MİLLİYE BAYRAMI” oldu ve çocuklara armağan edildi. 1923'te “ÇOCUKLARIN ROZET BAYRAMI”, sonrasında “ÇOCUK BAYRAMI” adını aldı, 1929'da iki bayram birleştirilerek “HAKİMİYETİ MİLLİYE VE ÇOCUK BAYRAMI" oldu... "23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI" Kutlu Olsun! Türk çocukları başta olmak üzere bütün çocuklar daima özgür, güvende ve mutlu yaşasın…

Atatürk’ün Kaleminden Cumhuriyet

Tarihçi Eric Hobsbawm, 20. yüzyılı “aşırılıklar çağı” olarak tanımlamıştır. 20 yüzyılın ilk yarısında dünya savaşlarındaki kitle ölümlerine rağmen, yüzyılın ikinci yarısında dünya nüfusunda büyük artışlar, teknolojide büyük sıçramalar, atmosfer ve denizler dahil çevre ve hava kirlenmesinde -1986’daki Çernobil felaketini hatırlayalım- tehlikeler yaşandı. Dünyanın pek çok ülkesi bu yüzyılda tarım çağından sanayi, oradan da bilgi çağına geçti. 21. Yüzyılın başlarında ise dünya dijital çağ ile tanıştı.

Değişimin önüne geçmenin beyhude bir bir çaba olduğu anlaşılmıştı. Sanayi öncesi toplumlarda değişimin sanayi sonrasına göre daha yavaş seyrettiğini biliniyor. 21. yüzyılın sona erdiği 1990’larda öne sürülen “tarihin sonu” tezi ile gündeme geldi. Bu anlayışın ardından “medeniyetler çatışması” gündeme getirildi.

11 Eylül 2001’de ABD’de ikiz kulelere yapılan saldırı sonrasında ise “küresel egemenlik” savaşı başladı. Hobsbawm’ın eserinde müzisyen Yehudi Menuhin 20. yüzyıl için şöyle der: “20. yüzyılı özetlemek gerekirse insanlığın o zamana kadar idrak ettiği en büyük umutları canlandırdığını ve bütün hayalleri ve idealleri yıktığını söyleyebiliriz.” Bu tespitin 21. yüzyıl için çok daha geçerli olduğunu söyleyebilir. Antik Çağ’dan günümüze filozof ve düşünürlerin önem verdiği en önemli konular, “geride kalmama”, “ilerleme”, “aşırılıkları önleme” ve “denge” idi.  Toplumda “fazlalık” ve “azlık” belirli sınırlarda olmalı diye önerdiler.

Yüzlerce yıl devletler, imparatorluklar kurmuş olan Türk ulusu, Osmanlı İmparatorluğu döneminde ne yazık ki yurttaşlık haklarından yoksundu. Cumhuriyet rejimi, insanlığın o zamana kadar idrak ettiği en büyük umutları canlandırdı.

Türkiye Cumhuriyeti 98 Yaşında

Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu, İtilaf Devletleri ile Mondros Mütarekesi’ni imzaladı. Osmanlı topraklarının Mütareke gerekçe gösterilerek işgal edilmesi sonunda zayıf düşen İmparatorluk yedi cephede savaştı. Mustafa Kemal Atatürk’ün zaferleri ile sonuçlanan Kurtuluş Savaşı sonrasında 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi.

Türkiye’de Cumhuriyet’in ilanı ile etnik veya mezhep ayrımı yapılmaksızın bütün yurttaşlarımız Cumhuriyet’in kurucu ilkeleri çerçevesinde Türk milletini oluşturdu. Kimsenin ana diline, inancına, ibadetine müdahale edilemezdi. Devletin üniter yapısına ve millî birliğine zarar getirecek adımlara müsaade edilemezdi.

Cumhuriyet’in ilanı için Ankara’da Ekim ayının son haftasında heyecanlı gelişmeler yaşanıyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin Bakanlar Kurulu Başkanı Fethi (Okyar) Bey’di. Rauf (Orbay) Bey’in Bakanlar Kurulu Başkanlığı’ndan istifa etmesinden sonra Hükûmet Başkanlığı görevi Fethi Bey’e verilmişti. Bu olaylar, 1923 yılı Ağustos ayının başlarında yaşanmış, Ekim ayına varıldığında Meclis’in bütün gücüyle hükûmete yüklenmişti. Meclis’in bu tutumunu Atatürk Söylev (Nutuk)’de şöyle anlatır:

“Baylar, çok geçmeden Meclis’te Fethi Bey’in Bakanlar Kurulu’na ve özellikle Fethi Bey’in kendisine karşı iğnelemeleri ve eleştirileri başladı. Anlaşıldığına göre kimi milletvekillerin de bakan olmak istek ve dileği artmıştı. İş başındaki bakanları beğenmiyorlardı. Fethi Bey, dikkatini ve gücünü Bakanlar Kurulu Başkanlığı görevinde toplayabilmek için İçişleri Bakanlığı’ndan çekildi. Yine o gün, Meclis İkinci Başkanlığı da Ali Fuat Paşa’nın çekilmesiyle boşaldı(24 Ekim 1923). Bizimle görüşte ve çalışmada uzlaşıp birleşmeyi gerekli görmeksizin bağımsız ve gizli olarak çalışan küçük bir grup belirdi.  Bu grup temiz yürekli ve haksever gibi görünerek, bütün parti üyelerine kendi görüşlerini benimsetmede başarılı olmaya başladı. Örneğin, bir parti toplantısında, İçişleri Bakanlığı’na Erzincan Milletvekili Sabit Bey’in ve Meclis İkinci Başkanlığı’na da İstanbul’da bulunan Rauf Bey’in, Meclis’çe seçilmesi sağlandı(25 Ekim 1923). Oysa ben, Sabit Bey’in İçişleri Bakam olmasını uygun görmemiştim. Sabit Bey’in kimi illerde vali olarak çalışmış bulunmasını, yeni Türkiye’nin içişlerini yeni koşullarla yönetebileceğine yeterli kanıt sayamıyordum. Rauf Bey’in de, Meclis İkinci Başkanlığı’na seçilmesini doğru bulmuyordum. Çünkü Rauf Bey, daha dün Bakanlar Kurulu Başkanı idi. Ne gibi duyguların etkisi altında çalıştığından dolayı, başbakanlıktan çekilmek zorunda bırakıldığı biliniyordu. Buna karşın, onu Meclis’in İkinci Başkanlığı’na getirmekle, bütün Meclis’in onun görüşüne katıldığını; yani bütün Meclis’in Lozan Barış Antlaşması’nı yapan ve Bakanlar Kurulu’nda Dışişleri Bakanı olarak bulunan İsmet Paşa’ya karşı olduğunu göstermek amacı güdülüyordu. Bakanlar kurulu çalışmalarının her gün temelsiz birtakım nedenlerle çığırından çıkarıldığı kanısına vardıktan sonra uygulamak için sırasını beklediğim bir tasarının uygulama zamanının geldiği yargısına varmıştım(…).  Gerek Bakanlar Kurulu Başkanı Fethi Bey’in, gerek öbür bakanların çekilmeleri zamanının geldiğini ve bunun gerekli olduğıınu ileri sürdüm. Yeni Bakanlar Kurulu seçiminde, şimdiki bakanlar Meclis’çe yeniden seçilirlerse; bunlar, yine bakanlıktan çekilecekler ve Bakanlar Kurulu’na girmeyeceklerdi(…). Baylar, alınan bu kararın ve  davranışın içyüzü incelenirse şu sonuç çıkar: İktidar tutkusu olan grubu hükûmet kurmakta büsbütün serbest bırakıyoruz(…), bunların diledikleri gibi bir Bakanlar Kurulu kurarak ülkenin alın yazısına el koymalarında bir sakınca görmüyoruz; şu ya da bu yolda bir hükûmet kurmayı başarabilirlerse, bu hükûmetin yönetim biçimini ve yönetimdeki becerisini bir süre izlemenin ve dahası ona yardım etmenin uygun olacağı kanısına vardık (…) Hükûmet kurmayı başaramazlarsa ortaya çıkacak düzensizlik, elbette Meclis’i   uyarmaya yarayacaktı.”

Bu kararlar Bakanlar Kurulu’nun Çankaya’da Atatürk’ün konutunda, 25 ve 26 Ekim günleri yaptığı toplantılarda alınır ve sonunda toplu istifa yazılır. Bu çekilme yazısı 27 Ekim Cumartesi günü önce Halk Partisi Genel Kurulu’nda, daha sonra da saat 17.00’ye doğru açılan Meclis’te okunur. İşte bundan sonraki gelişmeleri yine Atatürk’ün kaleminden Söylev (Nutuk)’den aktaralım:

Bakanlar Kurulu

“Bakanlar Kurulu’nun çekildiği belli olur olmaz, Meclis üyeleri, Meclis odalarında, evlerinde grup grup toplanarak, yeni Bakanlar Kurulu listeleri düzenlemeye başldılar. Bu durum, 1923 Ekim ayının 28’inci günü geç vakte dek sürdü. Hiçbir grup, bütün Meclis’çe kabul olunabilecek ve kamuoyunca iyi karşılanacak adları içeren bir aday listesi saptayamıyordu Özellikle, bakanlara aday düşünülürken o denli çok istekli çıkıyordu ki, herhangi birini öbürlerine yeğleyerek saptanacak listeyi kabul ettirmekteki güçlük, liste düzenlemekle uğraşanları umutsuzluğa ve kaygıya düşürdü.”

Ne bu grupların soluk almadan yaptıkları çalışmalar, ne de İstanbul basınının  başta Rauf Bey olmak  üzere, Bakanlar Kurulu Başkanlığı’na seçileceği umulan kimi kişilerin resimlerini yayımlayarak yaptığı uyarmalar herhangi bir sonuç alınmasını sağlayamaz. Halk Partisi Yönetim Kurulu da bir liste hazırlamak için çalışmaya başlamıştır. Üzerinde anlaşma sağlanan bir Bakanlar Kurulu listesi belirleyememişlerdir.

Atatürk düğümü açarak, Meclis’in durumunu kurtarmak üzere ortaya koyduğu çözüm yolunu ve Cumhuriyeti ilan edileceği günün öncesinde yaşananları Atatürk’ün kendi kaleminden Söylev (Nutuk)’den okuyalım:

28 Ekim günü akşamüzeri toplantı hâlinde bulunan Parti Yönetim Kurulu beni çağırdı. Düzenlenen listeye göz gezdirdim. Bence uygun olduğunu, ama bu listede adları bulunan kişilerin de düşüncelerinin ve kabul edip etmeyeceklerinin sorulması gerektiğini söyledim. Yönetim kurulu üyelerine, gerekenlerle daha çok görüşerek, kesin bir liste yapmalarını öğütledikten sonra yanlarından ayrıldım.  Gece olmuştu. Çankaya’ya gitmek üzere Meclis’ten ayrılırken koridorlarda beni beklemekte olan Kemalettin Sami ve Halit Paşa’lara rastladım. Ali Fuat Paşa, Ankara’dan ayrılırken bunların Ankara’ya geldiklerini o günkü gazetede okumuştum. Daha kendileriyle görüşmedim. Benimle görüşmek için o zamana değin orada beklediklerini anlayınca akşam yeğeğine gelmelerini Millî Savunma Bakanı Kâzım Paşa’ya söylettim. İsmet Paşa ile Kâzım Paşa’ya ve Fethi Bey’e de Çankaya’ya benimle birlikte gelmelerini söyledim. Çankaya’ya varınca, orada beni görmek üzere gelmiş olan Rize milletvekili Fuat, Afyonkarahisar milletvekili Ruşen Eşref (Ünaydın) Beylere rasladım. Onları da yemeğe alıkoydum. Yemek yenirken “Yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz!” dedim.  Orada bulunan arkadaşlar, hemen düşüncemi benimsediler. Yemeği bıraktık. O dakikadan başlayarak izlenecek yöntem için kısa bir program düzenledim ve arkadaşları görevlendirdim.”

28 Ekim gecesi Çankaya’da bulunan konuklar oradan erkence ayrılırlar, yalnız İsmet Paşa kalır. O gece boyunca Atatürk ile İsmet Paşa, Cumhuriyet’in ilanı için Anayasada yapılması gereken değişiklikleri içeren bir tasarı hazırlarlar. Bilindiği gibi bu değişikliğin en önemlileri yönetim biçimiyle ilgili olanlardır. “Türkiye devletinin hükûmet biçimi cumhuriyettir” cümlesiyle başlayan yenilikler, cumhurbaşkanı seçimiyle ve cumhurbaşkanının devletin başı olmasının saptanmasıyla devam eder. Ardından Başbakanın Cumhurbaşkanınca seçileceği, bakanlan da başbakanın seçeceği ve oluşan Bakanlar Kurulu’nun Cumhurbaşkanı’nın ve Meclis’in oyuna sunacağının belirtilmesiyle noktalanır. Atatürk böylece iki isteğine de ulaşır. İlki yıllar öncesinde düşlediği cumhuriyet yönetimini yeri ve zamanı geldiği için uygulamaya koyması, öteki de artık başbakanı da bakanları da tek tek Meclis’in seçme karmaşasına son verilmesi…

Ertesi günü, 29 Ekim Pazartesi öğleden sonra saat 13.30’da Halk Partisi Genel  Kurulu’nda bu değişiklik tasarısı okunup tartışıldı. Saat 18.00’de de Meclis toplantısında ele alındı. Bu tarihsel oturumun sonucunu Atatürk Söylev (Nutuk)’de şöyle anlatır:

 “Baylar, Meclis’çe Cumhuriyet’i kabul kararı 29/30 Ekim 1923  gecesi  saat  20.30’da  verildi. On beş dakika sonra, yani 20.45’te Cumhurbaşkanı  seçimi  yapıldı.  Durum o gece bütün ülkeye bildirildi ve her yerde, gece yansından sonra, yüz bir kez top atılarak halka duyıuruldu. İlk Hükûmet’i İsmet Paşa’nın kurduğunu ve Meclis Başkanlığı’na Fethi Bey’in seçildiğini biliyorsunuz.”

Cumhuriyet ve Yurttaşlık Bilgisi

Atatürk kendi yazdığı Yurttaşlık Bilgisi kitabında (s. 37-39) Cumhuriyet’ten ne anladığını, demokrasi ile cumhuriyetin ilişkisini şöyle değerlendirir:

“Demokrasinin tam anlamıyla ülküsü; bütün ulusun, aynı zamanda yö­netici durumunda bulunabilmesini, hiç olmazsa devletin son iradesinin, ulus tarafından dile getirilip gösterilmesini ister. Ne yazık ki, ulusların bü­yüklüğü, düşünsel eğitim düzeyleri, bu ülkünün uygulanmalında, bu ülkü­den büsbütün yoksun kalmayı doğuracak önlemsizliklerden kaçınmayı da gerektirir. Bu nedenle, demokrasi ilkesinin en çağdaş, en akılcı uygulayımını sağlayan yönetim biçimi Cumhuriyet’tir. Cumhuriyette son söz, ulus tarafından seçilmiş meclistedir. Ulus adına her türlü yasaları o yapar. Hükümete güvenoyu verir ya da onu düşürür. Ulus, seçtiği milletvekillerinden memnun kalmazsa, belli süreler sonunda başkalarını seçer. Ulus, egemenliğini, devlet yönetimine katılmasını, an­cak zamanında oyunu kullanmakla sağlar. Cumhuriyetin hükümeti, bir usul ve tarzda, sınırlı bir süre için seçilmiş bir cumhurbaşkanına verilir. Başbakanı o belirler; bakanlar kurulunu oluşturacak bakanları da başba­kan, milletvekilleri arasından seçer.

Dünyadaki devlet biçimleri, biri ötekine göre kimi ayrımlarla, çok deği­şir. Bununla birlikte, hepsi genel olarak, ele alıp irdelediğimiz biçimlere indirgenebilir: hükümdarlık, sımfçılık (oligarşi), halk cumhuriyeti. Kendini belli bir dine bağlayan (teokratik) devlet biçimi de vardır. Rus Çarlığı ve Osmanlı Saltanatı böyle idiler. Çar, kilisenin başkanı idi; sul­tanlar da halife sanını takınmışlardı. Aynı şekilde dini siyasetten ayırmış laik hükümetler de vardır. Ameri­ka, Fransa, Türkiye Cumhuriyeti gibi.

Hükümdarlıklarda, devlet başkanlığı onuruna kalıt yoluyla gelinir.

Cumhuriyet, milletvekillerinden oluşan meclis ve belirli bir süre için se­çilmiş olan devlet başkanıyla, ulusal egemenliğin korunmuşluğunun en iyi güvencesidir. Cumhuriyette, meclis, cumhurbaşkanı ve hükümet, halkın özgürlüğünü, güvenliğini ve huzurunu düşünmek ve sağlamaya çalışmak­tan başka bir şey yapamazlar.”

 

 

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın