SESSİZ KALMA HAKKIMI KULLANIYORUM

İnancın kişisel bir kavram olduğunu düşünüyorum. Neye ve niçin inandığınız diğer insanları ilgilendirmezken nasıl inandığınız yani inanca ilişkin ritüeller ve davranışlarınıza yansıyan etkileri sizin dışınızdaki insanları hatta canlıları etkiler. İnanç söz konusu olduğunda yaygın olarak din bazlı düşünülür ki bu çoğu kez doğru bir algıdır. Özellikle din konusuna radikal bir biçimde bağlı olan insanlar bir süre sonra yaşama ilişkin tüm kavram ve olguları din penceresinden görmeye başlar.

Toplumların ve onların oluşturduğu devletlerin var olma nedenleri din kökenli olmamalıdır. Elbette insanların ortak idealler ve ortak bir geçmiş etrafında bir araya gelmesi ile toplumlar şekillenir ki dini inançlar da bu noktada belirleyici olabilir ancak çağdaş dünyada yaşam tarzlarının korunması ve kişisel özgürlükler, dini inanç kavramını da kapsayıcı kavramlar olarak ortaya çıkmıştır.

Yazık ki dini inançları adına terörist eylemlerin sıklıkla yapıldığı, insanların yaşama haklarının ellerinden alındığı ve din temelli toplumsal baskının fazlası ile hissedildiği bir coğrafyada yaşıyoruz. Bu bölge, tarih boyunca din ve mezhep savaşlarına sahne olmuş ve olmaya devam ediyor (Bu nokta da Avrupa’da da benzer savaşların yapıldığından söz edilebilir ki bu durum aydınlanmanın yaşandığı 18.yüzyıldan öncesine aittir). Savaşlar, çatışmalar ve yapılan canilikler, inanç (Söz konusu hem dini inançlar ve bu bağlamda idealler) olgusuna bağlandığında, toplum önünde haklılık paylarının artacağını düşünülüyor olmalı.

Başta ifade ettiğim gibi inanç kişisel olmalıdır ve inançla birlikte ahlak kavramı da sorgulanmalıdır. Evet, toplumların ya da toplulukların dini yoktur ancak ortak geliştirmek zorunda oldukları bir davranış biçimi vardır. Bu karşılıklı zararsızlık ve saygı hatta empati ile temellendirilmiş olmalıdır ki uygar toplumlarda yasalarla korunan kişisel özgürlükler ve kazanımlar, sözü edilen toplumsal değerler ile de korunmaktadır.

Orta Doğu coğrafyasında ise, toplumsal davranış ve yaşayış biçimleri bile din bağlamında şekillenmektedir. Bir istisna olarak bölgeye komşu olan Türkiye Cumhuriyeti, laik devlet anlayışını temel edinerek on yıllar boyu farkını ortaya koydu. Öyle ki insanların, dışarıdan bakıldığında inançları hakkında ön bilgi edinmek mümkün değildi. Bu gün, bu anlaşılır hale gelmiştir. Tabii, diğer taraftan kişisel özgürlükler adına kişilerin istedikleri gibi giyinme, örtünme ve inanma hakları vardır. Bu noktada kişilerin haklarını koruyan devlet mekanizmasının laik olması önemlidir. İnanç, inançsızlık ya da laiklik, bu kavramların koruyucusu yasalar olmalıdır. Ve bu yasaların uygulanışı, adalet, toplum baskısı ile değil, çağdaş dünyaya ait normlar ile gerçekleştirilmelidir.

Başkent Ankara, son yıllara kadar, din kökenli terörist saldırılara ve anti laik görüntülere hiç bu kadar maruz kalmamıştı, çağdaş Türk insanlarının varlıklarının göstergesi idi. Terörist saldırılar ve din kökenli mahalle baskı nedeniyle laik yaşam tarzına bir tehdit oluşabileceği hatta oluştuğu fikrinden dolayı kendimi huzursuz hissediyorum. O yüzdendir ki artık, dini inançlarım sorulduğunda sessiz kalma hakkımı kullanıyorum. Dini adına işlenen cinayetler ve kısıtlamalar sona ermedikçe, sorgulamaya ve de bu şekilde davranmaya devam edeceğim.

Dilek Önal

Bana uzun gelen özel sektör deneyiminden sonra keyifli bir uğraşının içinde bulunmaktan dolayı mutluyum.

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın