23 NİSAN 1920; Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. ATATÜRK; “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir!” diye açıkladı, o gün, “HAKİMİYETİ MİLLİYE BAYRAMI” oldu ve çocuklara armağan edildi. 1923'te “ÇOCUKLARIN ROZET BAYRAMI”, sonrasında “ÇOCUK BAYRAMI” adını aldı, 1929'da iki bayram birleştirilerek “HAKİMİYETİ MİLLİYE VE ÇOCUK BAYRAMI" oldu... "23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI" Kutlu Olsun! Türk çocukları başta olmak üzere bütün çocuklar daima özgür, güvende ve mutlu yaşasın…

SÖZLEŞME, KADIN ve TÜRK AİLESİ

A Neler Oldu?
1. İstanbul Sözleşmesi, iftiharla imzalanıp Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ittifakla kabul edildi. Öyle sunuldu ki bundan sonra kadına kimse dokunamayacak, hak ve hukuku kâmil manada korunacak. İktidar da muhalefet de aynı fikirde birleşmişti.

2. Zamanla bir şeyler oldu ve sözleşme aleyhinde kampanya başladı. Eşcinselliği teşvik ettiği ve Türk aile yapısını bozduğu ileri sürüldü.
3. Ansızın bir kararla sözleşme iptal edildi. Tartışma bundan sonra alevlendi.
– Neden?
a. Mecliste kabul edilen bir sözleşmenin idarî bir kararla iptal edilmesi uygun olmamıştı. Nitekim konu yargıya taşındı.
b. İptal işlemini destekleyenlere göre “hatadan dönmek erdemdir”.
– İyi de sorgulanmasın mı?
– Hayır, önünü arkasını karıştırmaya gerek yok.
– Hayır, var: Bu sözleşmenin Türk aile yapısına aykırı olduğu sözleşmeyi imzalarken, Mecliste görüşülürken fark edilmedi mi? Eğer durum bu ise biraz ayıp olmadı mı?

– Acaba başka sözleşmelerde ve antlaşmalarda da fark edilmeyen hususlar var mıdır? Varsa onlardan da dönecek miyiz? Böyle dönersek devlet itibarımız nice olur?

Gerçi hatadan döne döne başımız döndü…

c. İlke olarak hukuk bağımsızlığına tarafız ancak günümüz dünyasında bu bağımsızlığın keskin olarak uygulanmasında zorluklar vardır. Zorlukları aşmanın iki yolu bulunmaktadır; ya toptan reddedersiniz veya bazı maddelerine çekince koyarsınız. Ezbere imza atmanın faturaları ağır olur. Devlet ciddiyeti ile bağdaşmaz.

B Kimler Karşı?
1. Türkiye’ye Batı Blokundan koparmak isteyenler, eşcinselliği bahane ederek bu sözleşmeye karşıdırlar. “Dinime dahleden bari Müselman olsa” demeyeceğiz fakat çizgilerinde tutarlı davrandıkları açıktır.
2. Bir diğer kesim ise “aile yapımıza uygun olmadığı, aile yapımızı tahrip ettiği” iddiasındadır. Kim bunlar? “Kadın kocasına lâf söyleyemez, itiraz edemez; kadın kocasının izni olmadan dışarı çıkamaz; hâmile kadın sokağa çıkamaz, bacı kardeş ele ele tutuşup oyun oynayamaz…” misullü lâf edenlerdir. Bunları söyleyenlerin hiçbirisi sözleşmenin hangi maddesinin aile yapımızı tahrip ettiğini belirtmez. Amaçları kadını klasman dışına itmektir.
3. Bir başka kesim ise “aile içinde çözülebilecek küçük meselelerin karakollara, mahkemelere” taşınmasından şikâyet ederler. Bu zihniyete göre “kadın dizini kırıp oturur, koca dediğin hem sever hem döver”(Bu söze bizim oralarda başka bir söz ekler ki burada yazamayız. Ama onlara öküzlük izafe edildiğini belirtebiliriz).

Bir aile meselesi eğer yargıya intikal etmişse o ailede zaten huzur yok demektir ki o evlilik yürümez. “Zorla güzellik olmaz”. Bizim oralarda kullanılan bir “eril” ifade vardır: “Giden kadının topuğuna bakılmaz.” Kaldı ki bunların sözleşme ile ilgisi yoktur; var olan meselelerdir.
4. Sözleşmeye karşı olanların büyük bir kesimi, sadece sözleşmenin iptali ile yetinmemektedir. Sözleşme ile ilgilendirilebilecek bazı kanun ve diğer sözleşmelerin de iptalini istemektedirler. Kolay gelsin.

C. Durum Tespiti
a. Kadim Türk aile yapısında kadın ve erkek hürdür ancak sorumsuz değildir. Kadın iktisadî, sosyal, kültürel hayatın ve savaşın içindedir. Asla ikinci sınıf mensubu değildir. Görücü usulü evlilik vardır fakat evlenmek ihtiyarîdir. Tek eşle evlilik esastır. Çoklarının sandığı gibi bizde geniş aile değil, çekirdek aile kuralı vardır. Gerektiğinde kadın ailenin, boyun reisi olabildiği gibi kağan tahtına da oturabilir. Hür kadın, hür aile, hür millet ve hür devlet böyle oluşmuştur.
b. Türklerin dışındaki bütün kavimlerde kadın ikinci sınıf değil, insan sınıfında bile yer almayan bir araç, maldır. Bu zihniyet Orta Doğu’ya geldikten sonra Türklere de bulaşmıştır. Maalesef Arap örfüne göre yorumlanan din anlayışı kök salmıştır. Esas Türk aile yapısını tahrip eden bu zihniyettir.

D. Sonuç
Efendiler ne eşcinselliği ne fahişeliği ne de ensest ilişkiyi yere batasıca sözleşme getirmemiş, sözleşme sayesinde de artmamıştır. Kafamızı kuma gömmeyelim; Türk aile yapısı büyük yara almış vaziyettedir. Suçu sözleşmeye atmak kolaycılık bile değil, gülünçtür. Medyaya bakın ne demek istediğimizi anlarsınız. Okuduklarımızı, gördüklerimizi ve bildiklerimizi şimdilik nakletmeyelim. Bu tereddi yeni değildir. Kemal Tahir’i, Peyami Safa’nın hikâyelerini okuyunuz.
Çare eğitimdir. Kadim Türk aile yapısını ve o yapıda kadının yerini iyi anlatmak ve kavratmak gerekir. Tarihte bizim kadınlarımızda ve erkelerimizde iffetsizlik görülmediğini seyyahlar kaydeder.(Bu konulardaki töre kurallarını belirtmeye çalışmıştık.)

Bunun yanında İslâm’da kadının yerini, Arap’a veya başkalarına göre değil, Türk’e göre anlatıp kavratmak elzemdir. Kadını toplumun dışına iten hiçbir millet ayakta kalamaz.

– Efendiler, Yesevî’nin meclisi sadece erkeklerden ibaret mi idi?

– Sadece erkekler mi Müslümandır?

Kadını döven, aşağılayan ve ondan sonra onunla yatağa giren erkeğin bizden olması eşyanın tabiatına aykırıdır.
Lütfen Türk’e göre düşünelim.

Mehmet ÖZGEDİK

MEB taşra ve merkez teşkilatı ile TRT de çalıştı. TRT Yayın Denetleme Kurulu üyeliğinden emekli oldu. Eğitimci-Yazar.

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın