Azerbaycan'da 7 Şubat 2024 Çarşamba Günü Yapılan ve 30 Yıl Sonra Ermeni İşgalinden Kurtarılan Dağlık Karabağ Bölgesinde de Sandıkların Kurulduğu, 8. Cumhurbaşkanlığı Seçimini, Mevcut Cumhurbaşkanı İlham ALİYEV Büyük Farkla Kazandı. Yeni Dönem, Kardeş Azerbaycan Devleti ve Halkı için Hayırlı, Uğurlu olsun…

KIR AT

2560498456_db4fda2802_o

Bir varmış bir yokmuş… evvel zaman içinde kalbur saman içinde masal masal içinde… o yalan bu yalan fili yuttu bir yılan, kar diz boyunca, karıncaya bindim, deveyi kucağıma aldım bu da mı yalan… nenem bana bir masal anlattı… ben de size anlatıyorum… ister inananın ister inanmayın!

Vakti zamanında büyük ve güzel bir ülkeyi idare eden bir padişah ve bu padişahın gülden gönüllü üç tane kızı varmış. Ülke rahat, herkes mutlu güzelce yaşıyorlarmış. Masalda günler ve yıllar çabuk geçer. Bizim sultan kızlar da bu zaman içinde taze fidan gibi serpilmiş, gelişmiş ve evlenme çağına gelivermişler. Büyük kız sarayın bahçesinde, havuzun başında kardeşleriyle oturmuş dertleşiyorlarken; “Ah!” Demiş. “Ne var annemle babam beni duysalar ve beni büyük vezirin oğluna verseler”…  Meğer anne de balkondan kızlarını dinliyormuş. Babaya söylemiş, vezir çağrılmış ve Büyük Kız kırk gün kırk gece düğün yapılıp büyük vezirin oğluna verilmiş.

Aradan bir iki yıl daha geçmiş, bu sefer ortanca kız ablasıyla ve kardeşiyle oturmuş sohbet ederlerken “Ne güzel, ablam istediğiyle evlendi. Ne olur beni de ortanca vezirin oğluna verse, babam” demiş. Anne babaya söylemiş. Ortanca veziri çağırıp kızlarının düşüncesini vezire söylemişler. Kırk gün kırk gece düğün yapılıp gençler muratlarına erdirilmiş.

Bir iki yıl daha geçmiş.. Küçük sultan ablaları ve yeğenleriyle havuzun başında otururken ablaları “Sen kimi istiyorsun?” diye sormuşlar. O da: “Ne olur, babam beni tavladaki “kır at”a verse” demiş. Ablaları hemen “Sen deli misin? Atla evlenilir mi?” dedilerse de küçük sultan diretmiş. “Ben onu istiyorum” diye. Anneleri ve ablaları ne kadar uğraştılarsa da küçük sultanı vazgeçirememişler. Ona da kırk gün kırk gece düğün yapıp evlendirmişler. El ayak çekilip ortada kimse kalmayınca bizim Kır At sultanın köşküne gelir, köşkün kapısında at donunu çıkarır ki, içinden dünyalar yakışıklısı bir delikanlı çıkar. Sabaha kadar murad alıp murad verirler..sabaha karşı ortalık ağarmadan delikanlı Kır At donunu giyer ve bahçeye çıkar. Gün iyice ağarınca ablaları gelirler ki kardeşleri gayet mutlu bir şekilde yatakta uyuyor. Onu kaldırırlar ve sorarlar ama küçük sultan eşine söz vermiştir,  asla sırrını söylemez… Ablaları yatağı toplarken yastığın altından bir kese altın bulurlar. Bunu kardeşlerine söylemezler. Üç gün beş gün derken fesatlıkları tutar. Bunda bir sır var, çözmeliyiz derler ve giriş kapısının iki tarafına keskin usturalar yerleştirirler. Aksam olur, Kırat eve gelir, kapıdan girip at donunu çıkarırken eli ayağı kesilir ve kanlar akmaya baslar. Eşine döner “E gözümün nuru, küçük sultanım… yaptın bana yapacağını. Hani sırrımızı kimseye söylemeyecektin. Bundan gayri ara beni. Demir çarık delinene, demir asa eğilene kadar ararsan bulursun” der ve çeker gider. Küçük sultan sabaha kadar ağlar.. ağlar… ağlar.. sabahleyin babasının huzuruna çıkar. “Babacığım, düşmanlarım bana yapacaklarını yaptılar. Şimdi senden bir demir çarık ve bir demir asa istiyorum. Gidip eşimi bulayım.” der. Babası kızının ısrarına dayanamaz, demir çarık ve demir asa yaptırılır. Küçük sultan yola çıkar…   

Az gider, uz gider, altı ay bir güz gider, dönüp arkasına bakar ki bir arpa boyu yol gitmiş. Bir bağa rast gelir. Dev anası ocağın başına oturmuş, çorba karıştırıyor. Memelerinin birini bir tarafından omuzuna atmış, öbürünü öbür tarafından… küçük sultan koşarak gelir, dev anasının göğsüne yapışıp sütünü emer. Dev anası “Kimsin necisin nereden gelir nereye gidersin. Simdi sen benim süt çocuğum oldun. Ama benim oğullarım dev! Seni görürlerse yerler. Anlat bakalım ne ararsın buralarda?” diye sorar. Sultan başından geçenleri anlatır. “Kır atımı buralardan geçerken hiç gördünüz mü?” diye sorar. “Ben görmedim amma oğullarım yedi dağda gezerler, belki onlar görmüşlerdir. Ama seni görmesinler.” der, kızı silkeler, kapaklı sahan yapıp rafa koyar. Derken uzaklardan “Anaaa! insan eti kokuyor.” diye bağırarak oğullar dev anasının yanına gelir. Anne çocuklarının karnını çorbayla doyurduktan sonra çocuklar gene “Ana, insan eti kokuyor” derler. O da “Önceden yediğiniz dişlerinizin arasında kalan et kokuyordur.” der. Yemekten sonra sohbet ederken “Çocuklarım size bir şey soracağım. Bu dağlarda garip bir şey gördünüz mü?” “Yok ana biz bir şey görmedik, bu söz de nereden çıktı?” deyince, dev ana “Kız kardeşiniz beni ziyarete geldi, ama ona bir şey yapmayacağınıza yemin edin.” der. Onlar da “Dilimiz kemik, dişimiz et olsun (bu devlerin yeminiymiş) senin kızın bizim bacımız ne yapalım ki” derler. Dev ana kalkar, raftan sahanı alır, silkeler, bizim sultan ortaya çıkar. O da başından geçenleri anlatır. Onlar “Biz görmedik ama Kafdağı’nda yasayan teyzemizin çocukları var. Onlar bizden daha çok gezerler belki onlar görmüşlerdir.” derler. Sabah olunca dev kardeşlerden biri sultanı omuzuna bindirir Kafdağı’nın eteğine bırakır. Kızcağız yayan yapıldak tekrar yollara düşer. Bir zaman sonra uzakta bir dumanın tüttüğünü görür. O tarafa doğru yürür. Gene bir dev anası ocağın başına oturmuş, memelerini arkaya atmış, kazanın başında çorba pişiriyor. Küçük sultan hemen arkasından yanaşmış başlamış emmeye… dev anası kızı tuttuğuyla önüne alır, “Eğer sütümü emmeseydin seni su çorba kazanında pişirirdim. Ama simdi benim kızım oldun. Söyle bakalım in misin cin misin, nereden gelip nereye gidersin?” der. Kızcağız başından geçenleri bir bir anlatır. “Ana bana yardım et!” diye yalvarır. “Birazdan oğlanlarım gelir. Soralım bakalım görmüşler mi?” der. Derken uzaklardan “Anaaa, insan eti kokuyor!” diye bağırarak oğulları gelir. Dev anası kızı hemen sallar bir süpürge yapar ve kapının arkasına koyar. Bu dev anası da “Dün yediğiniz et dişinizin arasında kalmıştır da o kokuyordur.” der. Çorba ile çocuklarının karınlarını doyurur. Sohbete başlarlar. Anaları “Oğullarım, süt kızım geldi, teyzenize uğramış ondan selam getirdi” der. Sevinirler ama ana oğullarına güvenemez. “Yemin edin onu yanımıza çağırayım.” der. Onlar da “Dilimiz kemik dişimiz et olsun ki senin kızın bizim bacımız ona zarar vermeyiz” derler. Dev anası kapının yanındaki süpürgeyi silkeler, kız açığa çıkar. Koşarak devlere ağabeylerim diye sarılır. “Hayırdır bacım ne ararsın bu dağlarda?” diye sorarlar.  O da başından geçenleri anlatır. Devlerden birisi “Ah bacım Kır At dediğin, peri padişahının oğludur. Kanlar içinde giderken gördük derler. Sultan , ne olur ağabeylerim beni onun yanına götürün diye yalvarır. Sabah olunca devlerden biri sultanı sırtına alır ve peri padişahının ülkesinin sınırına kadar götürür. Haydi güle güle der. Kızcağız yürür….yürür…. ve bir pınarın başına gelir. Elini yüzünü yıkar. Suyunu içer. Bir de bakar ki ayağındaki çarık delinmiş. Elindeki asa eğilmiş. İçinde buruk bir sevinç belirir. Ağacın gölgesine uzanır, bir sure sonra uyur. Derken bir konuşmayla uyanır. İki tane kız pınara su doldurmaya gelmiş ve konuşuyorlar. Biri “Ağabeyimin yaraları bir iyi olsaydı da ayağa kalksaydı dünyalar bizim olurdu ama ağabeyimin esas yarası gönül yarası. O da nasıl geçer bilmiyorum.” der. Onlar böyle konuşurlarken etraflarına bakarlar ve sultanı görürler. “Sen kimsin, in misin, cin misin, bizlerden değilsin.” derler. Sultan da “Ne inim ne cinim Allah’ın yarattığı bir insanoğluyum.” der ve bu arada kız evlendikleri gün Kır At’ın parmağına taktığı yüzüğü güğümün içine atar ve beklemeye başlar. Bizim Kırat kardeşinin getirdiği güğümü kaldırıp suyu bardağa boşaltırken “şıngırt” diye sultana verdiği yüzük bardağa düşer. Yüzüğü görür görmez eşinin kendi memleketine geldiğini anlar. Kız kardeşine “Sen çok yoruluyorsun, sana yardım edecek kimse yok mu?” diye sorar. Onun da aklına hemen pınarın başında gördüğü kız gelir ve hemen onun yanına giderek  “Benim bir ağabeyim var, yaralı yatıyor. Eğer ona bakarsan biz de senin ihtiyaçlarını görürüz” der, sultanın canına minnet.. onlarla beraber evlerine gider. İçeri girdiğinde sevincinden deliye döner. Yatakta yatan sevgili eşidir. Göz göze gelirler ama korkularından birbirini tanıdıklarını belli etmemeye çalışırlar. Ortalık sakinleşince sultan başından geçenleri anlatır. Akşam olunca oğlanın anası eve gelir. Evde yabancı bir kız görünce “Bu nereden geldi?” diye bağırır. Kızcağız devlerin kendisinin süt annesi olduğunu, onları ziyarete geldiğini, gezerken de buralara geldiğini anlatır. Ama oğlanın annesi ikisinin birbirlerine bakışından şüphelenir. Sabahleyin giderken sultana “Evi süpür süpürmediğe dönsün” der. Kızcağız şaşırır. Başlar ağlamaya. Oğlan kızın ağladığını görünce sebebini sorar; “Anan bana evi süpür süpürmediğe dönsün dedi ben ne yapayım bilemedim.” der. Oğlan gülerek “Bundan kolay ne var, evi süpür süprüntüyü topla, gerisin geri evin içine saç” der. Kızcağız söylenenleri yapar. Akşama kadar peri padişahının oğluyla oturur. Akşam anası gelip de söylediğinin yapıldığını görünce “Kahpe kız, puşt oğlanın ya içisin ya dışısın” der başka da bir şey demez. Ertesi gün giderken de “Mutfaktaki küpleri gözyaşıyla doldur.” der. Kızcağız mutfağa girer başlar ağlamaya. Gözyaşıyla küp dolar mı? Uzun sure ağlar ama küpün dibinde bir kepçe bile gözyaşı olmamıştır. Oğlan karısının gelmediğini görünce arar, mutfakta ağladığını görünce sorar. O da “Annen küpleri gözyaşıyla doldur.” dedi “Onun için ağlıyorum.” der. Oğlan tekrar güler, “Git pınardan su doldur getir, küpleri doldur, içlerine de birer kepçe tuz at ve karıştır” der. Kız küpleri doldurur, içlerine birer kepçe tuz döküp karıştırır. Anne gelip de söylediğinin yerine geldiğini görünce, bunun bir insan tarafından bilinemeyeceğini oğlunun ona yardım ettiğini anlar gene “ Kahpe kız, puşt oğlanın ya içisin ya dışısın” der ve başka da bir şey demez. Üçüncü günü evden çıkarken “Bu hafta oğlum teyzesinin kızıyla evlenecek, yatak yüzlerini al onları kuş tüyüyle doldur.” der ve gider. Kızcağız gene, bir yandan  kocasının başkasıyla evlenecek olmasına bir yandan da yatakları dolduracak kadar kuş tüyünü nereden bulacağını bilmediği için  başlar ağlamaya. Oğlan kızın ağladığını görünce nedenini sorar, o da “Annen teyzenin kızıyla evleneceğin için benden kuş tüyüyle yatakları doldurmamı istedi.” der. Oğlan “işte bu çok zor bir iş, beni evlendirmek istediği doğru amma dediklerimi yap bakalım Allah kerimdir.  Şimdi şu karşıki dağa çık, peri padişahının oğlunun düğünü var, bütün kuşlar gelin, tüyünüzü teleğinizi dökün, diye seslen. Bütün kuşlar gelir, tüylerini döker giderler. Yalnız, en son bir kuş gelir. Kafasının üstünde ve kuyruğunda iki üç tane tüyü vardır. Bunları dökmeye çalışır, sakın ha onun çırpınışına gülme, eğer gülersen bütün tüyler uçar.” der. Kızcağız yatak kılıflarını alır, dağa çıkar. Dağın tepesinde “Peri padişahının oğlunun düğünü var, bütün kuşlar gelin tüyünüzü teleğinizi dökün!” diye bağırır. Gerçekten biraz sonra nerde var nerde yok bir sürü kuş gelir, tüylerini döker uçar giderler. Tam kız tüyleri doldurmaya başlayacakken bir kuş gelir. Gerçekten de kafasında ve kanatlarında bir kaç tane tüy vardır. Onları dökmeye çalışırken ki çırpınışına kız “kik!” diye güler. Gülmesiyle beraber, bütün tüyler uçar gider. Kız perişan halde ağlayarak eve gelir. Peri padişahının oğlu, “Olan olmuş  artık yapacak bir şey yok!” der. “Anam gelirse ikimize de iyi demez” der ve kızı alıp evden çıkar. Onlar gide dursunlar ana eve gelir ki ne oğlan ne de kız var. Hemen küçük kız kardeşinin yanına gider, oğlunun evdeki kızla gittiğini, hemen onları bulup getirmesini ister. Küçük teyze küpüne biner, kırbacı küpüne vurana kadar havalanır. Oğlan gökyüzünden bir sesin geldiğini duyunca kendilerini aramaya çıktıklarını anlar, kıza bir vurur akan pınar yapar, kendisi de pınarın başına bir tas olup asılır. Teyzesi yere iner, etrafta hiçbir şey göremeyince gerisin geri küpe biner ve gider. Ablasına hiçbir şey göremediğini sadece başında tas asılı bir pınara rastladığını söyler. Ablası kızar, “Sen zaten benim oğlumun bacımın kızıyla evlenmesini istemiyordun onun için geri geldin!” der. Peri padişahının oğluna alacağı gelin kızın anasına “Git damadını bul gel düğün yarım kalmasın” der. Bu arada bizimkiler de epeyce yol almıştır. Oğlan gene küpün sesini duyunca “Eyvah! ortanca teyzem geliyor, ama bu anam gibi değildir daha merhametlidir.” der. Kızı bir gül dalı yapar, kendi de bir yılan olup gül dalının dibine kıvrılır. Teyze yere iner “Yeğenim bunun sen olduğunu biliyorum amma annen istediği için geldim, sen sevdiğinle mutlu ol!” der ve dönüp gider. Oğlanın annesi o bacısının da eli boş geldiğini görünce iyice kızar, “Demek ki sen de kızını vermek istemiyordun!” der, o öfkeyle kendi küpüne biner kırbaçla vurana kadar havalanır. Vınlayarak gökyüzünde oğlanı aramaya başlar. Küpün çıkarttığı sesi duyan oğlan, “Eyvah, bu gelen anam, anam teyzelerim gibi değildir.” Der ve kızı bir bostan yapar, kendi de bostanın kapısına bekçi olur. Anası yere iner. Bostanın kapısına gelir, “Allah’ın bu boş arazisinde bu bostanın işi ne!” diye bağırır. Bekçi oğlana “Burada bir kızla bir oğlan gördün mü?” diye sorar. Oğlan “Ne bileyim ham, ne bileyim olgun.” der. Peri ana “Ben sana ham mı olgun mu diye sormuyorum, bir kızla bir oğlan gördün mü diye soruyorum” der. Oğlan gene “Ne bileyim ham ne bileyim olgun.” der. Peri ana “Şuradan bana bir salatalık ver de ağzım tatlansın” der. Oğlan eğilir ve salatalıklardan birisini  kopararak anasına verir. Peri ana salatalığı ağzına alana kadar bunun insan eti olduğunu anlar. Oğluna dönerek “A oğlum, ben sana bu kızın ya  içisin ya dışısın demedim mi? Niye söylemedin ben bu kadar kötü bir ana mıyım?” der. Oğlan ağlamaya başlar. Ana oğul birbirine sarılırlar. O da başından geçenleri anlatır. Ana, babam “Oğlum biz peri soyuyuz, anangil dev soyu. Sen de soyumuza bir insan soyu kat!” demedi mi? Ben de onun için yıllarca insanların arasında çeşitli kılıklara girerek dolandım, bu kızı sevdim istedim, o da beni sevdi, evlendik.” der. Peri ana ağzındaki salatalığı çıkarır , kızın kopan parmağına yapıştırır. “Oğlum ben seni kan revan içinde görünce dayanamadım, bütün kızgınlığım bunun içindi. Bu olanları bana anlatsaydın bu sıkıntıyı çekmezdik.” der ve ikisine birden sarılır, küpe binerler, evlerine dönerler. Zaten düğün dernek kuruludur. Oğluna peri adetlerine göre düğününü yapar..

Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.. gökten üç elma düştü biri sana biri bana biri de bütün insanlara…

Süheyla Keskin

1947 yılında Ankara’da doğmuştur. Ankara İlahiyat Fakültesi 1969 mezunudur. 22 yıl Osmaniye’de öğretmenlik ve idarecilik yapmıştır. Emekli olduktan sonra yerel televizyonlarda dini ve milli sohbetler yapmıştır. Ayrıca dergi ve gazetelerde çeşitli konularda halen yazıları yayınlanmaktadır. Masalcılık geleneğinin yavaş yavaş kaybolduğu bu dönemde onları tekrar hayata kazandırmak için küçük yaşlarda babaannesinden dinlediği masalları sizlerle buradan paylaşmak istiyor. İki kız iki erkek dört çocuk annesidir.

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın