SESİMİ DUYAN VAR MI?

sesimi duyan var mıJason Bolonski

Fotoğraf- mıJason Bolonski

Baharın gelişiyle sofraları iyice şenlenen iki çocuklu bir ailenin her zamanki saatte, her zamanki gibi şakalaşarak akşam yemeklerini yedikleri sırada; kaşık çatal sesleri bir anda kesildi, anne ve babanın gözleri televizyon ekranına kilitlendi. Ana haber bülteninde; “şehrin merkezinde patlayan canlı bomba… çok sayıda ölü ve yaralı var… ortalık mahşer yeri…” şeklinde son dakika haberleri yayınlanıyordu.

Küçük çocuk sordu:

-Baba ne olmuş?

Baba, 7 yaşındaki çocuğunun bu basit sorusunu nasıl, ne şekilde cevaplayacağını bilemeden, yutkunup derin bir nefes aldıktan sonra;

-Yemeğinizi yiyin kızım, bir şey yok. İş merkezinde tüp patlamış, insanlar yaralanmış, hastaneye kaldırıyorlar, dediyse de; kendisinin bile bu yaşta yılların tecrübesi ve bilgi birikimine rağmen anlamakta güçlük çektiği kirli siyasi oyunların sonucunu, hain saldırıları, dünyaya umutla bakan o canlı gözlere, bir bakışta, kendisinin de bilebildiği ölçüde, hiç konuşmadan anlatabilmeyi dilemişti oysa… Ancak; akıllı, gözlemci olan ve sağduyulu bir ruha sahip olan küçük kız, elbette cevaptan tatmin olmamıştı. Bu kez annesinden de destek almak istercesine:

-Ama baba, patlayan tüp değilmiş ki, bir insanmış(!), öyle söyledi haberci amca. Hem de insanları öldürmek için bilerek yapmış, değil mi anne? Baba, bir insan, neden insanları öldürmek ister, neden ailelerinden koparır onları, neden acı çekmesini ister, hem zaten neden kendisi de ölmek ister ki?

Anne, sözü babaya bırakmadan durumu toparlamak istercesine;

-Hadi yavrum sen odana geç ödevlerini yap, ben sonra tek tek cevaplayacağım sorularını, diyerek zaman kazanmak istercesine, aslında her zaman gerçeklerle yüzleşmekten kaçan bir karakter olarak, yine kaçmıştır sorgulamaktan ve sorgulatmaktan. Kaderdir, Takdir-i İlahidir, yapılacak hiçbir şey yoktur görmezden gelmekten başka, unutmaktan başka, kalabalık yerlere gitmemekten hatta eve hapsolmaktan başka!? Öyle öğretilmiş ya bir kere…

“Sus kızım, sus, sen kadınsın, sus!” bilinçaltından gelen iç sesleriyle, çok daha derinden gelen; “Cevap versene, ben de insanım desene, beni de Allah herkesle eşit haklarla yarattı, ben de varım, yaşıyorum desene!” iç seslerinin çatışmasında bir kadın, yeniden ve baştan, doğrusunu öğrenemez miydi oysa..? Daha güzelini öğretemez miydi böylece..? Bu bahar olduğu gibi her bahar çiçek açan badem ağaçlarının yenilenmesini, bahar çiçeklerinin tohumundan her yıl yeniden doğuşunu, kardelenin karın içinden bile direnerek güneşe doğuşunu, güneşin de her gecenin üstüne doğuşunu izleyip öğrenemez mi oysa..? Çocuklarını ve belki de eşini umutla, kendisiyle birlikte eğitemez mi oysa..?

Derken; yayın yasağıyla birlikte, dev bir dalgadan kurtulup, iskelede dinlenircesine içi rahatlayan baba, iskelenin sallandığından ve bir gün yıkılacağından habersiz- kumandayı aldı ve insanı oyalayan, her türlü ihtiras ve ahlaksızlığın yayılmasına vesile olan yarışma programlarından birinde durdu. Televizyonun sesini açtı, daha da açtı, öyle açtı ki, artık; ne küçük kızın, dünyayı, savaşı, ölümü, terörü, insanı(!) sorgulayan, insanın en saf hali olan o masum sesi; ne eşinin yaşadığı kimlik arayışının bazen korkak, bazen hür sesi duyuluyordu. Ne de; kendi içinde kopan depremlerde; “Nerede yanlış yaptık ve yapıyoruz? Ne yapmalıyız?”gibi sakıncalı(!) düşüncelerinden çıkan sesi kalmıştı.

Oysa; şu bereketli topraklara, rengarenk kültüre sahip vatanımızda sesi duyulması gereken ne çok güzel ses, ne çok iyi niyet, ne çok başarı öyküsü var… Eğer istersek ve pes etmezsek birlikte harmanlanarak zenginleşecek ne güzel hikayelerimiz olacak. Ama önce yıkanmamız gerekiyor ey insanlık! Tüm kirliliğimizden arınarak çocuklarımızın yüzüne insanca bakabilecek yüzle… Bir elinde terazi, bir elinde kılıç ve gözleri kapalı bir bayan olan, adaleti temsil eden Themis heykelindeki kılıcın; savaşı, vahşeti, kavgayı değil; cezaların caydırıcılığı ve gücünü; terazinin; paranın ve iktidar gücünün kullanılarak tek kefenin ağır basacağı bir araç olarak görülmeyip, adaleti ve bunun dengeli bir şekilde dağıtılmasını ifade ettiğini; kadının gözündeki bağın ise kadının körleştirilmesi ya da daha geniş anlamıyla insanların gerçeklere, hakka, hukuka körleştirilmesi anlamına gelmediğini, tarafsızlığı ifade ettiğini, her şeyi gören duyan bilen her şeyden üstün Yaradan’ın sevgisiyle, çocuklarımıza ve kendimize öğretmeliyiz hiç bıkmadan, yorulmadan. Güzel hedeflerle…

Gelin, biz de baharın uyanışıyla birlikte kış uykusundan uyanıp, uyandıralım ki; renklerimiz yeniden canlansın. İçimizdeki siyahları atıp, gökkuşağının renkleri gibi ahenk içinde yaşayalım. Kalp kırmadan, hakir görmeden… En önemlisi, teröre ve tacize çözümün, alışmakla(!) olmayacağını göstererek; sevgi ve şefkat içinde yaşanabilir bir toplum idealiyle, yaralarımızı saralım.  Yaralanmamak için ne yapabiliriz, bunun çözüm yollarını arayalım.

  “Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil, yetmiş iki millet dahi elin, yüzün, yumaz değiI. Dünya yalan kardeşim, dünya yalan! Var mı yalan dünyada bakî kalan. Mal da yalan, mülk de yalan. Var biraz da sen oyalan.” dememiş miydi Yunus Emre kaç asır önce… Hala ibretlik olan bu sözler ile ne kadar haklı olduğunu hatırlayarak ve üzülerek; terör olaylarında hayatını kaybeden tüm kardeşlerimizin, yaşamlarından fedakarlık yapıp vatanı, milleti savunurken dünyaya veda etmek zorunda kalan tüm şehitlerimizin ruhları Şad olsun, diyorum. Özlemle geride bıraktıklarına Allah’ım büyük sabır versin ve lütfen, artık ölümler vademizle olsun, insan eliyle değil, insan eliyle asla değil…

Damla Gökduz

Böyle bir paragraf ile kendini tasvir etme durumu beni çoğu zaman zorlamıştır. Çünkü insanı tanımak ve anlamak bazen uzunca zaman ve çaba gerektirirken; bazen bir eylemin, bir ifaden bile yetebilir karşındaki insanın ruhuna sevgiyle dokunmaya... Sesimin ulaştığı herkesi sevgiyle selamlayarak az da olsa bahsedeyim kendimden.1984 yılında Ankara' da, kalabalık ve doğduğum mevsim kadar sıcak bir ailede, gözlerimi açmışım dünyaya. Mutlu bir ilköğretim ve lise dönemimden sonra Gazi Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünde lisans eğitimimi tamamladım. Ve sonra elbette ki her mezun gibi sıkıntılı işe girme süreci ile denemeleri derken halen çalışmakta olduğum en yoğun devlet dairelerinden birinde kendimi memur olarak buldum. Diğer taraftan hayatımın her döneminde edebiyat, halk ve latin dansları, tiyatro ve müzik alanlarına ilgim ve bu alanlarda faaliyetlerim oldu. Dolunay dergi platformunda insana dair güzellikleri yeşertmek adına tadının damağınızda kalmasını umduğum paylaşımlarda buluşmak dileğiyle...

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın