TÜRK SİNEMASININ DÜNÜ ve BUGÜNÜ

filiz-sli-7

Okuma yazmayı ilk söktüğüm günlerde, en çok okumak istediğim tek şey sinema afişleriydi. Her pazartesi yeni filmlerin afişleri asılırdı. O zamanlarda sinemanın hayatımızda önemli bir yeri vardı. Ayhan Işık, Türkan Şoray, İzzet Günay, Filiz Akın, Belgin Doruk, Ediz Hun vardı. Ellerimizde mahalle bakkalından alınmış sıcak ay çekirdekleri, gazozlar, yazlık sinemaların yolunu tutardık. Vahi Öz’ü, Öztürk Serengil’i seyretmeden edemez, bazen kahkahalarla güler, bazen hıçkıra hıçkıra ağlardık o yıllarda. 1960’lı yılların ilk yarısında geçen çocukluğumda seyrettiğim filmler, Türk Sinemasının en şaşalı döneminde çevrilen Türk filmleriydi.

türk sineması 5

Sinema konusunda yaptığım araştırmalar bana gösterdi ki; bu konuda çok fazla yazılar yazılmış, çizilmiş, hatta sadece sinema afişleri bile, kitap konusu olmuş, üniversitelerde tez konusu olarak ele alınmış, hakkında kitaplar ve makaleler yazılmış… Peki, 100 yılı aşkın bir süredir topraklarımızda bizi bize anlatan Türk sineması dünden bugüne hangi yollardan geçmiştir?  Koca bir yüzyılı ana hatlarıyla kısaca özetleyeceğim, sizlere.

Sinema, tüm dünya ülkelerinde, kitlelerin sanatı olmuştur hep. Amaç ise, çok sayıda insanı salonlara toplamaktır. Bir sinema salonunu dolduran insanlar, bu karanlık odada hep birlikte izlerler filmleri. Farklı eğitim ve kültür yapılarına sahip coğrafyalardan olan bu insanlar, farklı duygusal yapılara sahiptirler. Bu nedenle, film yapımcılarının kimler için film yaptıklarını bilmeleri çok önemlidir ki çoğu zaman aynı film, farklı izleyici kitlelerine sunulduğunda aynı sonucu almayabilir.

türk sineması 6

Sinema, teknolojiye ve paraya dayanan bir iştir. Aynı zamanda, çok sayıda insanla, bir ekip halinde, uyum içinde çalışacak insana gerek vardır. Yani sinemanın hem çekim/yapım tarafında, hem de izleyici tarafında çok sayıda insan yan yana bulunur. Çekim ve yaratım tarafının yapısı da, izleyici kitlelerin yapısı da sinemayı etkiler. Bir de kullanılan teknoloji.. Tüm bunlar nedeniyle, sinema üzerine yapılan her çalışma, aslında toplum üzerinde de yapılan bir çalışmadır.

Doğal olarak sinemamız, toplumsal olayların gelişimine paralel olarak, başlangıcından günümüze kadar, sürekli bir değişim içinde olmuştur. Sinema-toplum etkileşimi karşılıklı olarak sürer gider. Yani, Türk sinemasını incelerken, Türk toplumunu da göz önünde bulundurmak gerekir. Türk toplumunun başından geçen her şey, sinemasının da başından geçmiştir. Yani kader ortaklığı vardır toplum ve sinema arasında.

Türk sineması Ayestafonos

Fuat Uzkınay ’ın 14 Kasım 1914 günü çektiği ”Ayestefanos’ taki Rus Abidesi”nin Yıkılışı” adlı belgesel ile tarihi yolculuğuna başlayan Türk sineması zaman zaman duraklamalar geçirse de, her geçen gün teknolojik olarak yenilenerek, gençleşerek, çeşitlenerek ve renklenerek devem ediyor yoluna… Oyuncusundan yönetmenine, ışıkçısından kurgucusuna, yapımcısından makyajcısına kadar, Türk sinemasına emeği geçen herkes bu camianın ve bu yolculuğun bir parçası…

Türkiye’de bilinen ilk film çekimi aslında Makedonyalı Manakis Kardeşler tarafından gerçekleştirilmiştir ancak; ”Ayastefanos Rus Abidesi”nin Yıkılışı” filmi bir Türk tarafından çekilen ilk film olduğundan, Fuat Uzkınay ”İlk Türk Sinemacısı” olarak kabul edilmektedir. İlk konulu film ise Sedat Simavi”nin senaryosunu yazıp yönettiği “Pençe ve Casus” olarak arşivlerdeki yerini almıştır.

Birinci Dünya Savaşı boyunca Türkiye’ de sinema adına sürdürülen çalışmalar, savaş koşulları nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin Film Dairesi ile yürütülmüş ve daha çok savaşla ilgilidir. Başkomutanı ya da Padişahı konu alan belgeseller çekilmiştir. Savaş sonrası 1922”den 1939”a kadar uzanan dönemde tiyatro ağırlığının olduğu ve Muhsin Ertuğrul’ un öncülük ettiği “Tiyatrocular Dönemi” vardır. Muhsin Ertuğrul’un ilk filmi ”İstanbul’da Bir Facia-ı Aşk” olurken, bu dönemde daha çok edebiyat uyarlaması filmlerin olduğu dikkat çekmektedir. Eleştirilecek yönleri olmakla birlikte onlarca filme imza atan Muhsin Ertuğrul, Türk sinema tarihinde iz bırakmış, pek çok oyuncu ve senaristin yetişmesine ön ayak olmuştur.

İkinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği 1945 yılından sonra film üretimi artmış, film yapımları ekonomik destekle belli bir form yakalamıştır. Önemli gişe gelirleri getiren Mısır filmleri, Amerikan macera ve güldürü filmleri olsa da Türk Sineması”nın kendi köklerinden kaynaklanan edebiyat uyarlamaları ve tarihsel filmleri oldukça iyi seyirci kitlesine ulaşmış ve belirli bir sinema anlayışını beraberinde getirmiş, sonraki uzun yıllarda da üretimler bu ana temalar üzerinde hareket etmiştir.

Yeni Türk Sineması’nın temellerinin atıldığı 1960”lı yılların “Sinemacılar Dönemi”,  Türk Sineması’nın hem nitelik hem de nicelik açısından üretim verimliliğinin en üst noktaya çıktığı; düzeyli ve kaliteli Türk filmlerinin birbiri ardına gösterime girdiği yıllardır. 1963”ten itibaren renkli film üretilmeye başlanmış. Üretim ve dağıtım gücü hesaba katıldığında 1960”lı yıllar, Türk Sineması için altın bir çağ olarak kabul edilmektedir. Dönemin; Lütfi Ömer Akad, Metin Erksan, Atıf Yılmaz Batıbeki, Osman Fahir Seden ve Memduh Ün gibi, ünleri sonraki dönemlere taşan önemli yönetmenleri vardır.

1971-1980 yılları arası dönemde ise, başta siyasi ve ekonomik alanlarda olmak üzere birçok konuda köklü değişiklikler olmuş; televizyona artan ilgi, kitleleri sinemadan uzaklaştırırken, sinema sektörü daralma sürecine girmiştir. Sinema seyircisi profili ”aile”lerden ”birey”lere geçiş yapmış, 1980”lerden itibaren ”yıldızlara dayalı film sistemi” çökmüş, yönetmenine göre anılmaya başlanılan sinemaya bir dönüşüm gerçekleşmiştir. Devlet doğrudan müdahalelerle sinema sektörünü düzenlemeye çalışmış, 1986 yılında “sinema, video ve müzik eserleri yasası” çıkartılmıştır. Film festivalleri, kendi seyirci kitlesini yaratırken; Türk filmleri yabancı festivallerde yarışıp, ödüller kazanmaya başlamıştır.

Türk sinema tarihinde hâlâ popülerliğini sürdüren Kemal SUNAL’dan bahsetmeden geçemeyiz.. Kemal Sunal oyuncu olarak 1970’lerde sinemaya girdi. O yıllardan bu yana sinemada ve televizyonda popülerliğini sürdürüyor. Ölümünün üzerinden on yıl geçmesine rağmen, her kesimden, her yaştan insanın tekrar tekrar izleyebileceği kadar etkili. “Kemal Sunal Filmleri” diye bir tür gelişti. Film çevirdiği yıllarda, yönetmenleri ve konuları farklı olsa da, oyunculuk gücü ve canlandırdığı tipe uyumu sayesinde izleyiciyi yakalayan bir yapısı var. 1970’li yıllardaki sinemanın krizini de (televizyon yayınları, ekonomik ve toplumsal çalkantılar vs. nedeniyle) 1980’lerdeki askeri darbe yönetimi nedeni ile oluşan baskı ortamını kolaylıkla aşabilen, çekimini ve gösterimini sürdürebilen film türüdür “Kemal Sunal Filmleri”. Çünkü doğrudan değilse de güldürerek eleştiren, kolay anlaşılır ve sakarlıklara dayanan filmlerdir bunlar. “Şaban”, “Salako” vb. tiplemeleriyle halkın içinden; sıradan, hatta genelin altında zekâ düzeyinde olmasına rağmen kötülerle başa çıkmayı başarıyor. İzleyiciye; durumu kabullenmek yerine, “kendi gücünüz ölçüsünde mücadeleyi sürdürürseniz, sizi ezenlerin bir zayıf noktasını bulabilirsiniz..pes etmeyin” mesajı ile cesaret verir. Kötülerin ve güçlülerin de bir zayıf noktası olduğuna, bu zayıf noktanın azimle bulunabileceğine dair umut aşılar.

Türk sinema sektörü 90”lı yılları kriz içinde geçirir. Bu süreçte neredeyse yılda on filmden az yapım üretilmiştir. Sinemalar birer birer kapanmış, televizyonun yanı sıra evde video yaygınlaşarak alternatif izleme alanları ortaya çıkmıştır. Bu dönemde Türk izleyicisini sinema ile yeniden barıştıran film, başrollerini Şener Şen ve Uğur Yücel’in paylaştığı ve senaryosunu Yavuz Turgut’un yazdığı ve yönettiği ”Eşkıya” filmidir. Film, 1996-1997 sezonunda 2,5 milyon kişi tarafından izlenerek o tarihe kadar Türk sinemasının en yüksek gişe hasılatı elde eden yapımı olmuştur. Hatta; 1980’li yıllardan itibaren üretim ve seyirci sayısı bakımından büyük bir çöküş yaşayan Türk sinemasının kaderini değiştiren bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir, Eşkıya.. Eşkiya ile bir nevi kış uykusuna yatmış Türk sineması uyanmış; film, yönetmenlere, yapımcılara ilham kaynağı olmuş, yeni bir sinema anlayışının kapılarını aralamıştır.

2000”li yıllarda ise izleyici profili değişir. Sinema teknolojilerindeki gelişmelere paralel olarak sinemacıların anlatımlarında belirgin değişiklikler gözlemlenir. Türk filmlerinin teknik düzeyi dünya standartlarını yakalar.. Bir anlamda alaylılık dönemi biter..sinemaya, sinema okullarından yetişmiş eğitimli gençler hâkim olmaya başlar.

Son yıllarda sayıları hızla artan büyük AVM’lerde, birden çok salonda çok farklı konularda yerli ve yabancı filmler gösterime girmeye başlayınca, seyirci sayısı yine artmıştır. Türk filmlerinin bütçeleri milyon dolarlara çıkarken, seyirci sayıları da milyon kişilere ulaşmaya başlamıştır. Artan seyirci ve film sayısı, üretimdeki çeşitlilik, dünya sinemalarını aratmayacak görüntü kalitesi ile seyircisini karanlık salonlara çekmeyi başarmaktadır. Bir kaç yıldır, genellikle yöresel farklılık gösteren gelenekleri içeren komedi filmleri çevrilmektedir. “Düğün Dernek”, “Dedemin Fişi”,  “Osman Pazarlama”, “Kötü Kedi Şerafettin” bu tür  filmler olup; yüksek teknoloji kullanılarak çekilmiş önemli filmlerdir.

Türk Sineması toplumumuzun gelişimine paralel bir etkileşim göstererek, ilk yüzyılını 2 yıl önce tamamlamış ve artık dünya sinemaları ile aynı teknik kalitede olan birçok sinema filmini içinde barındırmaktadır. Gelecekte ise, sinemamız hiç şüphesiz ki, değişecek ve gelişecek toplumsal olgularla paralel çizgide var olmaya devam edecektir.

 

Şerife Birer

ODTÜ Elektrik Mühendisliği mezunu,Türk Telekomünikasyon A.Ş. de 28 yıl çalıştıktan sonra, 2011 de emekli oldu. Siyaset, medya tasarımları ve sosyal medya aktiviteleri, proje-planlama işleri ile uğraşmaktadır. Kadın kuruluşları başta olmak üzere çeşitli STK'nda aktif üyelikleri bulunmaktadır. Günlük bir gazetede kadın ve sağlık sayfası hazırlıyor.

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın