( Fotoğraf- Helene Samson)
“Bir kızın oldu.” diye müjde verirler babaya, yüzü asılır, “Erkek adamın erkek evladı olur.” diye geçirir içinden, bozuntuya vermez çoğu kez. ”Ne yapalım eli yüzü düzgün olsun da” der, geçiştirir müjde haberini…
Kız çocuğu ise kundağa girdiği gün başını sallar onlara; “Kırk gün müsaade edin ben bilirim kendimi sevdirmeyi” der. Günler aylar geçer, yuvanın göz bebeği olur minik kız. Dedesi, babası severken kızı onurlandırır, “benim kızım bin altınlık kız” diyerek. Hâlbuki bilinçsizce daha bebekken ona maddi değer biçerler de farkında bile olmazlar.
Günler geçer büyür kızımız, evin prensesi, sultanıdır artık. Görücülerin biri gelir biri gider. Nasip kimdeyse ona verirler kızı. Onlar verirler, çünkü öyle münasip görmüşlerdir, kızlarına sormazlar bile, onlar iyisini bilirler… Bin altınlık sultan nişanlandı ya, beşbin altınlık gelin olmuştur. Kaynana- kayınbaba neyin iyisi varsa onu alırlar geline. Gelinlerini çok severler, deli divane olurlar onun için. Eve döndüklerinde emanetlerini dışarıda bırakmış gibi üzgündürler. Han gelindir onların gelinleri, hanım gelindir, asil yerin kızıdır, anasının ayağı ile çiğnediği yenilir, babasının sözü sazı dinlenir.
Hele hele nişanlı oğlan, âşık olmuştur anasının babasının ya da komşunun kendisi için seçtiği geline… Onu görmek için ne zahmetlere katlanır, ne zorluklara göğüs gerer. Töreler gereği nişanlısı ile açıkça görüşmesi ayıptır ya, kızı bir kerecik görebilmek için kapıdan bacadan düşer, kızın zülfünün bir teline kurban olmaya hazırdır. Eli elinde olsun dilenmek bile güzeldir…
Ramazan gelince iftarlık gidecek, bayrama bayramlıklar alınacak. Her şeyin en iyisini almak için şaşırır oğlan tarafı. Çarşıya çıkılır, elbiseden çamaşıra, bilezikten küpeye geline bayramlıklar alınır. Pazara gidilir, etinden pirincine, kadayıftan cevize iftarlıklar alınır. Daha neler neler…
Kurban bayramında ise boynuna beşibiryerde takılan kurbanlık dayanır gelinin kapısına. Süslenmiş kurbanlık koç ve yanında yine çeşit çeşit hediyeler. Yılbaşı geldi, yeni yılı kutlamak günahmış, ne gam, kim takar günahı… Biricik geline yeni yıl hediyeleri alınır, eğer düğün bahara kalmışsa hıdrellezde “ çimen basmaya” pikniklere gidilir ayak açmalar yapılır ve sayılı gün çabuk biter, düğün günü çıka gelir. Yine her şeyin en iyisi alınır, borca harca girilir, deyim yerinde ise ceket satılır, yüzler ağartılır…
Gelin çift kat davul- zurnayla, kırmızı duvakla çıkarılır baba evinden. Arıyla namusuyla, edebiyle, Allah’ın emri, babasının ve büyüklerinin izni ile gelin olmuştur, alınan hediyelere kanaat etmiş her şeyi hoş görü ile karşılamıştır. Bu arada büyüklerinin onun için seçtikleri kocayı da kabullenmiş, sevgi ve saygıda kusur etmemeye çalışmıştır.
Düğün tamamlanmış, gelin koca evine alışmaya çalışmaktadır. Bu arada büyükler yine onun için bir sürü kararlar almış uygulamaktadırlar. Gelin mevlitleri okutulmakta, hayırlı olsun dilekleri ile düğün tamamlanmaktadır.
İşte ne olursa o günden sonra olur. Bir süre sonra baba evinin sultanı bin altınlık kız horlanmaya başlamış, o asil, o hanım gelinin adı “aç kızına, görgüsüz kızına” dönüşmüştür. Uğruna dağlar delinen, çöller aşılan sevgili, artık her yaptığı göze batan, itilip kakılan bir kadın durumuna gelmiştir. Hatta ufak ufak dayak faslı da başlamıştır. Şimdiye kadar ondan asil gelin yokken, birden bire ne olmuşsa olmuş “aç, izan görmemiş, görgüsüz, aciz, aptal bir kadın” olmuş çıkmıştır. Hele bir de o aşağılayıcı dayak. ”Babam beni dayak yemem için mi verdi bunlara, ya da anam beni bunlar dövsün diye mi doğurdu” diye düşünür, işten güçten fırsat buldukça. Ama babaannesi hala dedesinden dayak yiyordu, kaç kere saklamaya çalıştı babaannesi ama o görmüştü. Annesi de babasından dayak yiyordu.
Bir ara aklına geldi babası, ya da dedesi onu gelin ederlerken “o eve gelinlikle giriyorsun kefenle çıkarsın” gibi bir laf etmişlerdi. Acaba doğrusu bu muydu? Babası da “seni kayınbabanla –kayınvalidene hizmet için veriyorum, hizmette kusur edersen emeklerimi haram ederim” demişti. Hatta bir keresinde annesi “ kızım bak kocanla aranda kötü bir şey geçerse sakın kimseye söyleme, sever de döver de, o senin kocan” Evet ama “insan sevdiği birini dövmeye nasıl kıyar ki?” diye düşünmekten kendini alamıyordu. Ama bütün büyükler öyle söylediğine göre usul buydu demek ki, kendisi de kızına aynı şeyleri söyleyecekti ilerde. Yalnızca şu dayak… ahh şu dayak olmasaydı ama vardı, zihniyetler değişmedikçe de var olacaktı. İşte orada başlıyor kadının öyküsü ve yıllar yılı sürüp gider bu öykünün türküsü…
Kız idim SULTAN idim
Nişanlandım HAN oldum
Gelin oldum PUL oldum
Ayaklara ÇUL oldum