23 NİSAN 1920; Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. ATATÜRK; “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir!” diye açıkladı, o gün, “HAKİMİYETİ MİLLİYE BAYRAMI” oldu ve çocuklara armağan edildi. 1923'te “ÇOCUKLARIN ROZET BAYRAMI”, sonrasında “ÇOCUK BAYRAMI” adını aldı, 1929'da iki bayram birleştirilerek “HAKİMİYETİ MİLLİYE VE ÇOCUK BAYRAMI" oldu... "23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI" Kutlu Olsun! Türk çocukları başta olmak üzere bütün çocuklar daima özgür, güvende ve mutlu yaşasın…

ETNİK TEMİZLİK Mİ?

Having-a-big-family

Çocuk ve Gençlik Bayramlarının gelip geçtiği şu güzel bahar günlerinde ve geleceğimiz olan evlatlarımızı seyrederken düşünmeden yapamıyorum. Birileri bilinçli olarak etnik temizliğe mi gitti de biz anlamadık? Yıllardır yavaş ve düzenli bir şekilde Türk halkının beynini yıkadılar ve bizler bunu yüzümüzde bir tebessümle seyrettik.

Geçenlerde hem bizi ziyarete gelen anneme bir değişiklik olsun hem de çocuklarla güzel vakit geçirelim diye Bronx Hayvanat Bahçesi’ne gittik. Yoğun trafik dışında şikayet edilecek hiçbir şey yoktu. Hava güzel, ortam güzel, her renkten ve her yaştan insanlar, cıvıl cıvıl çocuk sesleri…. dedim ya şikayet edilecek hiç bir şey yoktu. Ta ki ortalama sekizer dokuzar çocuklu aileler etrafımızı sarana kadar. Yanlış anlamayın kimse kimseyi rahatsız etmiyordu. Sadece gayri ihtiyari; babaları siyah uzun mantolu, anneleri peruklu veya üçgen başörtülü, uzun etekli, kalın çoraplı, çocukları takım halinde aynı kıyafetleri giymiş grupları görene kadar. Hepsi birbirlerinden ayrılmadan geziyorlardı. İlk bakışta üniformalarıyla geziye gelmiş  öğrenciler zannedilebilirdi. Fakat bebek arabalarını ve her arabanın etrafında birer yaş arayla gezinen çocukların kardeş olduklarını anlamak çok da zaman almıyordu. Gözünüzün önünde ne canlandı bilemiyorum ama kesinlikle müslüman ya da zannedildiği gibi o cahil(!) üçüncü dünya ülkelerinden aileler değildi.

Şimdi tekrar başa dönelim. Türk ailelerine sadece bir çocuğu yakıştıran, fazlasının cahillik ve sorumsuzluk olduğunu empoze edenleri yıllarca alkışladık ve hala alkışlamaya devam ediyoruz.

Öyle ya bir çocuğa bütün ilgiyi verip onu en iyi şekilde yetiştirmek en doğrusuydu. Bir anne baba ancak iki ayrı cinsten de çocuk istiyorsa iki çocuk mazur görülebilirdi. Bir aile tek çocukla ancak ilgilenebilirdi. İki veya daha fazla çocuk ancak ve ancak büyük problem demekti. O bir taneyi pamuklara sarıp en iyi okullarda okutup özgür bir ruh olarak yetiştirmek en doğrusuydu. Anne babasının ezildiği gibi ezilmeyecek bütün gözler onun üstünde olacaktı.

Plan olarak bile mantıklı gelmiyor ama bu planın empoze edildiği ülkelere bir bakın. Özellikle Türkiye’de Türklerin akıllıca(!) itiraz etmeden uyduğu bu kural hiç kimsenin kafasını karıştırmadı mı? Özellikle şu günlerde bir evin bir evladı olan canlar birer birer gidiyor. Belki duygusuz gelecek ama aklıma bir atasözü geliyor “iki gider biri kalır, biri gider yeri kalır”. Biliyorum ve anlıyorum hiç kimsenin öldükten sonra yeri doldurulmaz. Giden geri gelmez ve asla unutulmaz. Buna hiç kimsenin itirazı olamaz, olmamalı da… Ama dedim ya düşünmeden edemiyorum. Dört bir yandan saldırı altındayız. Yıllardır kültürümüz ve dilimiz saldırı altındaydı. Son yıllarda din adı altında yapılanlar sebebiyle dini inançlarımız da maalesef zayıflıyor. Dili, dini, kültürü resimden kaldırınca doğal olarak vicdan gidiyor. Vicdan gidince peşi sıra karşılıklı muhabbetler azalıyor.  Kültürel her türlü özelliğimizi silince, saygısız çocuklar, komşusunun açlığından haberi olmayan evler, yaşlıları evin bereketi olmaktan çıkarıp huzur evlerine taşıyan evlatlar giriyor büyük resme… Bizi biz yapan özellikleri fark ettirmeden ayıklayanlar; dokuzar çocukla, sıkı aile bağlarıyla, hiçbir  kültürel yozlaşmaya yer bırakmadan, ibadetlerine sıkı sıkıya bağlı bir şekilde yaşıyorlar; çocuklarına da kendi dinlerini ve milliyetlerini öğreterek geleceğe hazırlıyorlar. Hepsi bir küçüğünün sorumluluğunu almış durumda. Birbirlerine yardım ederek büyüyorlar. Gözlerinde sevgi olmasa da bağlılık var. Peki bizim yalnız başına büyüyen gelecek neslimiz kimin elinden tutup kimden destek bekleyecek.

Uyandık mı Türkiye? Birileri bizi savaşmadan zaten sindirdi yıllarca. Şimdi de şu veya bu isimle saldırıp biricik evlatlarımızı elimizden alıyorlar.

Uyandık mı Türkiye? Kızmayın; gidenler şehit… gidenler yiğit… gidenler canımız ciğerimiz… Yetmez mi Türkiye? Ağlamayın, onları sevindirmeyin diye diye sindirmeye çalıştığınız anaları bir bırakın artık… Onlar bizi uyandırırlar…vakit daha fazla geçmeden uyan artık Türkiye..

Ayşe Tuba (Keskin) Demir

1972 Osmaniye doğumlu olup ilk, orta ve lise eğitimini Osmaniye'de tamamladı. Gazi üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu ve aynı üniversitede Eski Türk Edebiyatı alanında yüksek lisansını yaptı. Eğitimine Brooklyn College'da devam etti. Long Island Üniversitesi'nde Eğitim Teknolojisi alanında ikinci yüksek lisansını tamamladı. Halen NCC'de psikoloji dersleri almaktadır. Evli ve üç çocuk annesi olup New York'ta yaşamaktadır.

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın