Bir varmış, bir yokmuş. Çok söylemesi günahmış. Ülkenin birinde Hüdaverdi isimli bir hükümdar varmış. Çok iyi bir yönetici imiş, çok iyi bir eşi iki tane nur topu gibi oğlu varmış. Ülkesi güllük gülistanlık, bütün insanlar rahat bir şekilde yaşıyorlarmış. Ama her zorluktan sonra bir rahatlık olduğu gibi, her güzellikten sonra da bir zorluk gelirmiş…
Hüdaverdi ava düşkün bir hükümdar imiş. Boş zamanlarında ava çıkar, gönlünü dinlendirirmiş. Bir gün gene ava çıkmış. Ormana girmiş. Beş on adım attıktan sonra karşısına bir kuş çıkmış. “Hüdaverdi… Hüdaverdi… Önünde mi? Sonunda mi? Demiş ve uçmuş. Hüdaverdi şaşırmış, korkmuş. Saraya dönmüş ama içinde bir korku…
Bir kaç gün geçince tekrar ava çıkmış. Yine aynı yer, aynı kuş “Hüdaverdi… Hüdaverdi… Önünde mi? Sonunda mı? Demiş ve uçmuş gitmiş. Hüdaverdi iyice korkmuş. Saraya dönmüş. Sultan Hanım efendisinin halinden korkmuş “Hünkârım ne oldu? Nedir bu halin? Ülkemiz güllük gülistanlık, halkımız rahat bolluk içinde yaşıyor. Nedir bu sıkıntın, ne oldu sana, anlat bana benim de yapacağım bir şey olabilir.” demiş.
Hüdaverdi başından geçenleri anlatmış. Sultan hanım “ Sultanım tekrar ava çık. Kuşu görürsen ve sana tekrar sorarsa “Önünde” de demiş.
Hüdaverdi tekrar ava çıkar. Yine aynı yer ve aynı kuş “Hüdaverdi… Hüdaverdi… Önünde mi? Sonunda mi?” der demez, Hüdaverdi “Önünde… Önünde” der. Kuş uçar gider. Kuş gittikten hemen sonra karşıdan bir atlı dört nala çıkar gelir. “ Hünkârım Şam’dan gelen kervanlarınızı haramiler basmış, bütün mallarınızı çalmışlar.” der.
Hüdaverdi “sağlık olsun, yerine tekrar kervan düzeriz.” der. Saraya dönerler. Döner dönmez saraydaki ambarların yandığını öğrenirler. Gene Hüdaverdi “Sağlık olsun. Tarlamız bahçemiz bol bereketli, gene dolar.” der.
Bu kadarla da geçmez aksilikler birbirini kovalar, felaketler peş peşe gelir. Hüdaverdi tahtından olur. Bütün bunlara rağmen “ Sağlık olsun.” der.
Kötüler boş durmaz. Hüdaverdi’nin hanımına göz koyan bir kötü zengin adam Hüdaverdi’ye yanında iş verir. Çalıştırmaya baslar. Aradan kısa bir süre geçince patron Hüdaverdi’ye bir mektup verir. “Bunu, komşu ülkenin kralına götür.” der.
Hüdaverdi mektubu alır, ata biner ve üç ayda mektubu krala verir. Kral mektubu açıp okuyunca “ Sayın Hüdaverdi bu mektupta selamdan başka bir şey yok. O adam seni ülkenden ayrılman için buraya yollamış.” der. Çünkü bu kral Hüdaverdi’yi kral olduğu zamandan tanıyormuş. Hüdaverdi hemen ata biner, yola çıkar.
Gelelim biz Hüdaverdi’nin ülkesine. Zengin kişi sultan hanıma “Hüdaverdi öldü” der ve hanımı nikâhı altına alır. Sultan hanım, iki oğlu ile bu adamın evine gelir ve yaşamaya başlar…
Hüdaverdi döner gelir ki, evi boş, hanımı evlenmiş. Ne yapsın, ülkeyi terk eder ve komşu ülkede yaşamaya başlar.
Yıllar… yıllar geçer.
Zengin tacir bir gün gelir komşu ülkeye ticaret için gideceğini söyler. Şehrin valisine gider, iki nöbetçi ister kapısında beklesin diye… ve gider.
Sultan hanımın kapısını bekleyen iki askerden birisi “ Benim adım Seloğlu” der, diğeri “Benim adım Kurtoğlu” der ve başlarlar sohbet etmeye. Benim babamın adı Hüdaverdi demiş, diğeri benim babamın adı da Hüdaverdi deyince içerideki hanim çocukların babalarının adının Hüdaverdi olduğunu duyunca kulak kesilir, başlar dinlemeye. Çocuklardan Seloğlu başlar anlatmaya: “Babam şehirden gidince annem evlendi. Babam dönünce beni ve kardeşimi yaşadığı yere götürmek için yanına aldı. Önümüze bir ırmak çıktı; babam beni alıp karşıya geçirirken, karşıda oturan kardeşimi kurt kaptı götürdü. Onu kurdun kaptığını görünce beni kucağından düşürdü. O tarafa yüzmeye başladı. Beni sel aldı götürdü. Irmağın alt tarafında köylüler beni ırmaktan kurtarrdı ve adımı Seloğlu koydular.” dedi. Bunu duyunca Kurtoğlu kardeşine sarıldı, beni de kurt kaptı ve köylüler kurdun ağzından aldılar ve adımı Kurtoğlu koydular. Biz kardeşiz diye sarıldılar kucaklaştılar. İçeriden askerlerin konuşmasını dinleyen Sultan hanım kapıyı açtı: “Yavrularım, ben sizin annenizim” diye çocuklara sarıldı. Onlar böyle sarmaş dolaş olurken, tacir gelir, eşini kapıdaki nöbetçilerle sarmaş dolaş görür. Hemen komutana gider ve askerleri şikâyet eder. Olay mahkemeye sirayet eder. O dönemde namus davalarına krallar bakarmış. Herkes başlar olanları anlatmaya. Nihayet söz biter. Kral kararını açıklayıp “Önünde mi? Sonunda mı?” der. Daha bunu der demez, önce hanımı sonra çocuklar hakimin aslında Hüdaverdi olduğunu anlayıp koşar sarılırlar. Aile birleşir.
Baba da başından geçenleri anlatır. Sizlerin birinizi ırmağa diğerini kurda kaptırınca umutsuzca yola düştüm. Halkın meydanda toplandığını görünce ben de kalabalığa karıştım. Bu ülkenin kralı ölmüş yerine yenisi seçilecekmiş. Güvercin uçurularak kimin başına konarsa o kral olacak diye bir adet varmış. Güvercin uçurulunca kuş benim başıma kondu. Beni tutup tahta oturttular. İste böylece kuşun hikmeti ortaya çıktı. Allah sonumuzu hayr eylesin der ve saraya mutlu bir şekilde dönerler.
Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.