Bu sayımızda sizlerle en çok üzüntü duyduğum, biraz da tam hazmetmeden gelişmişliğin verdiği dürtülerle, giderek nasıl tüketim toplumu olduğumuzu anlatmaya çalışacağım. Bir ekonomist gözüyle değil, tamamen bir anne, evinin ekonomisini çeviren bir kadın gözüyle…
Benim kuşağımın gençliği ve yetişkinliği enflasyonun yüksek olduğu yıllarda geçti. O yıllarda yapılabilen tasarruflar yüksek enflasyon nedeni ile eriyip gidiveriyordu. Bu yüksek enflasyonlu dönem, daha çok tüketmemize zemin hazırladı ve insanlar bu dönemde tasarruf yapmanın anlamsız olduğu düşüncesine alıştılar. Kısaca; o dönemde yetişen bizler, pekte tasarruf yapmaya alışmadık, paranın enflasyon karşısında erimeden değerini koruması için bir an önce harcamaya, tüketmeye yönelmiştik. Bu dönemde insanlar para biriktirmenin anlamsız olduğu düşüncesini içselleştirdiler, tasarruf kavramı unutuldu gitti… Biz anneler ne yaptı ise, evlatlarımızda aynısını yapıp tasarruf etmeyi bir türlü öğrenemedik.
Diğer taraftan; her canlı gibi, yaşamak için tüketmek zorundayız, yemek içmek, giyinmek barınmak ve ısınmak. Ancak, bakıyorum da zorunlu ihtiyaçlarımızı tüketmeyi çoktan aştık, giderek har vurup harman savuran tüketen bir toplum haline geldik, ihtiyacımızdan fazlasını tüketir olduk. Dünya koca bir alışveriş merkezine döndü.
Günümüzde gençler marka meraklısı oldu, ayakkabı, giysiler, kemer vs. giysilerde gözükecek marka ile saygınlık sağlamaya çalışır oldular. Bir üst modeli çıktıkça değiştirilen telefonlar da cabası… Asgari ücretle çalışan bir kişinin evinde bile, borçlanarak satın alınan son model LCD televizyon var. Bir de bakıyorsunuz, kredi kartı borcu gittikçe kabarıyor, ödeyemeyecek hale geliyor ve imkânsızlıklar içinde çırpınıp duruyorlar.
Boş zamanlarımızda, kendimizi geliştirmek için bilim ve kültür ağırlıklı uğraşlar yapmak, kitap, gazete vs. okumak yerine, zamanımızı büyük alışveriş merkezlerinde gezerek yiyip içerek geçirir olduk. Dışarıdaki mis gibi havayı bırakıp, kendimizi bu yabancı kökenli büyük alışveriş merkezlerine kapatır olduk. Çoğu kez dolaşırken temel ihtiyaçlarımızın yanında hiç de ihtiyacımız olmayan ürünleri de alabiliyoruz ister istemez. Ev yemeklerimizi bırakıp, hızlı pişirilen, trans yağlar kullanılarak hazırlanan sağlıksız yiyeceklerle karnımızı doyuruyoruz.
Tüketiyor da tüketiyoruz. Kısaca, ihtiyacımızdan fazlasını almaya ve tüketmeye başladık. Üstelik ürün pazarlama stratejilerinin gelişmesi, tüketin diye bağıran duygularımıza ve iştahımıza hitap eden reklamlar… Pazarlama teknikleri ile tüketime itilen bizler, büyüklü küçüklü şirketlerin ürettiği ürünlere sahip olurken, bunları imal eden şirketleri de gittikçe büyüttü. Şirketler daha çeşitli ürünler imal ederken, insanlar da piyasaya yeni sürülen bu malları büyük bir iştahla alır oldular. İnsanlar malları alırken şirketler de daha çok kazandılar. Bu kısır döngü böylece sürüp gitti.
Neticede, bir tüketim toplumuna dönüştürüldük. Çağımızın son hastalığı ve bana göre bu çok büyük bir sorun, fakat insanlar bunu sorun olarak görmek bir yana böyle bir sorunun olduğunu bile bilmiyorlar. Mevcut düzen de bu sorunu körüklüyor. Tüketin diye bağıran reklamlara bir sınırlama getirilmeli, insanlar bilinçlendirilmeli, bu konuda eğitilmeli ve bu çılgınlık devam etmemelidir.