Öyle sizin sandığınız gibi değil!
Felsefe sıkıcı, karmaşık, anlaşılması zor bir şey değil.
Felsefeyle uğraşanlar, filozoflar, düşünürler de öyle değil…
Biraz karmaşık yazarlar, kavramlarla oynarlar, hepsi o kadar… O da, sanki birbirleri arasındaki şifreli bir haberleşme gibidir. Hatta bazılarının böyle ağır, karmaşık bir dil kullanırken bile komik durumlara düştükleri olur.
Mesela Martin Heidegger:
Heidegger bir felsefe tanımı yapmış, tanım aynen şöyle:
“Felsefe, insan existansının yorumlanmasından hareket eden, üniversal, fenomonolojik bir ontolojidir!”
Gel de çık işin içinden çıkabilirsen…
Hâlbuki söylemek istediği o kadar açık ve net bir şey ki…
(Bu bulmacanın çözümünü size bırakıyorum elbette) Heidegger’in ne söylediğini, daha doğrusu ne söylemek istediğini bir felsefe terimleri sözlüğüyle hemen anlayacağınıza bahse varım.
Başka komik felsefe tanımları da var tabii:
Mesela, “Felsefe, kör bir adamın karanlık bir odada, bir kara kediyi yakalaması gibidir”
Ya da “Felsefe, hiçbir yere gitmeyen yolların yoludur”
Daha ne komik, ipe sapa gelmez felsefe tanımları var bir bilseniz. Tabi ne o, ne öteki ne de beriki..
Felsefenin birçok farklı ekole göre birçok tanımı var, bunların hiç biri yanlış değil. Ama bulundukları yer, baktıkları nokta, duruşları ve amaçlarına göre farklılıklar gösterebiliyor. Yani biz de, karmaşıklaştırma oyunu oynayarak anlatırsak “Konseptual kontekstler…” Ama felsefe, insanlığa yön veren önemli, ciddi bir disiplin aynı zamanda. Öyleyse gelin ne olduğunu biraz da basitleştirerek- anlamaya çalışalım.
Bunu anlamanın en kolay yolu, kelimenin nereden, hangi kelimelerin birleşmesiyle çıktığını anlamaya çalışmak: Yani kökeni (etimolojisi) nereden geliyor?
Yunanca iki kelimenin birleşmesiyle ortaya çıkmış felsefe:
Philo: Sevmek, sevgi Sophos: Bilgelik
Yani Felsefe, orijinal adıyla philosophy, “Bilgeliği sevmek” anlamına geliyor.
Peki, “Bilgelik” nereden geliyor?
Bunu bilmeyecek ne var, adı üstünde “bilgi” den…
Nedir Bilgi? Ya da bilmek? Bir şeyi bilmek, anlamak?
Bilgi, bir ilgidir.
Bu ilgi, öznenin nesneye duyduğu ilgidir.
Özne kim? Biziz.
Nesne kim? (Ya da ne?) Örneğin; Bir portakal.
Yani alırız, bir portakalı elimize,
- Bakarız, “Hmm bu kavuniçi güzel rengi olan yuvarlak, toparlak aşağı yukarı yumruğumuz kadar, bazen biraz daha küçük ya da büyük bir meyve.
- Elimizle sıkarız: “Çok sert değil, ama bir kabuğu var.”
- Dilimizle tadına bakarız: “ Hoş bir aroması var, mayhoş ama tatlı aynı zamanda”
Bakın gördünüz mü? Duyu organlarımızı kullanarak bilgi üretmeye başladık.
Tabii yalnız duyu organlarımızla değil, zincirleme olarak akıl yürüterek de başka bilgiler üretebiliriz.
Bu ilgi duyduğumuz nesne ya da şeyin yapısı ve özellikleriyle ilgili tabii ki.
Doğru bilgilere ulaşmaya aklımızı ve gözlemlerimizi kullanarak başladığımıza göre bilgiyi ve bilgeliği sevmeye başladık mı, ne dersiniz?
Bakın felsefe yapıyoruz!
Demek ki hiçte anlaşılmaz, karmakarışık ve zor değilmiş…
Korkmayın! Daha karmaşık konulara girmeyeceğim. Zaten inanın felsefenin karmakarışık bir konusu yoktur…
Çünkü felsefe en basitinden, adım adım, sorgulaya sorgulaya, bütünün parçalarını anlaya anlaya yapar yolculuğunu…
Gerçi biraz da bu yüzden kaplumbağa hızıyla yol alır…
Ama adım adım ilerlediği için geri adım da atmaz…
Biraz da inatçıdır bu felsefeciler o yüzden…
Ama Ah! Bu dili ağdalı yazarlar yok mu? Biraz korkutmuşlar, soğutmuşlar insanları felsefeden…
Felsefeciler, sizin düşündüğünüzden çok daha komik, ilginç insanlardır aslında.
Sokrates’in hikâyeleri orta yerde pek dolaşır:
Hanımıyla pek geçinemezmiş Filozofumuz, onun için de öğrencilerine dert yanarmış zaman zaman:
“Mutlaka evlenin! Ya mutlu olursunuz, ya da filozof!”
Yine bir ders esnasında
( -ki bu dersleri yürüyerek yaparmış, onun için bu okula “yürüyenler okulu, Arapçasıyla “meşaiyyun mektebi, hafızam beni yanıltmıyorsa Latincesi de “peripatos okulu” olacaktı-)
Sokrates’in eşi gelir ve bağırmaya başlar: “Evde çoluk çocuk sersefil perişan, sen burada habire palavra atıyorsun.. Felsefe felsefe! Çocukların karnını doyurmuyor bu felsefe!”
Sokrates oralı olmaz, dersine devam eder.
Bunun üzerine iyice sinirlenen karısı, bir kova suyu Sokrates’in başından aşağı boca eder…
Sokrates yine istifini bozmadan konuyla ilgili açıklamasını yapar:
“Gördünüz işte az önce anlattığım gibi, her ne zaman gök gürler, bilin ki; arkasından yağmur yağar…
Bazen filozofların başına daha ciddi, sıkıcı sorunlar gelebilir:
Özellikle de düşünceleri yüzünden…
Galileo Galilei’nin “Dünya yuvarlaktır, kendi etrafında ve Güneşin etrafında dönmektedir” düşüncesi ve bunu sağda solda dile getirmesi, sonunda kiliseyi rahatsız eder ve Kardinal Hazretleri kendisini kiliseye bir çay içmeye davet eder:
“Hayrola Galileo Efendi kulağımıza garip garip şeyler geliyor?”
“Ne gibi efendim?”
“Dünya yuvarlakmış ta! Bu tepsiydi, öküzdü hepsi palavraymış ta… Ayıp olmuyor mu?”
“Ne haddimize Kardinal Hazretleri. Bizimkisi latife, gevezelik işte. Sizin gibi büyük bir insanın affına sığınıyorum efendimiz…”
“Hah şöyle.. Biz sizin bunu söylemediğinizi var sayalım şimdilik..”
“Sağ olun, var olun efendim.. Ama şu var ki, Ben söylesem de söylemesem de ne yazık ki Dünyanın gerçeği budur efendim”
Bakın görüyor musunuz inatçıyı!
Emin olun, Felsefenin sizi tebessüm ettirecek, zaman zaman da düşündürecek o kadar çok öyküsü var ki, gelin onları da bir sonraki buluşmamızda konuşalım…