Türkler, Nuh Tufan’ından beri varlıklarını sürdürmüş bir Millettir. Türkçe dünyadaki en eski dillerden biridir. Mustafa Kemal ATATÜRK 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 130. toplantısının birinci oturumunda yaptığı konuşmasında Türklerin kökeni hakkında şöyle seslenmiştir: “Efendiler, bu insanlık dünyasında büyük bir Türk milleti vardır ve bu milletin yeryüzündeki genişliği oranında tarih alanında da bir derinliği vardır” ( Dünya Türkleri Birliği, 2013) .
Evet, Türklerin yeryüzündeki genişliği oranında tarih alanındaki derinliğini onun kültüründeki zenginliklerden görebilmekteyiz. Bilindiği gibi bilim adamlarının günümüzde hararetle tartıştığı konulardan biri renklerin soyut mu? somut mu? Olduğu tartışmasıdır. Oysa Türkler milattan çok önce renkleri somut olarak günlük hayatlarında; yön belirlemede simge olarak kullanmayı bilmişler ve savaş durumlarında da strateji araçları olarak tatbik etmişlerdir.
Renkler, kültürel simgeler olmasından ötürü toplumların yapılarını, kültürlerini ve dünya görüşlerini çözümleme konusunda çok daha fazla önem taşımaktadırlar. Dolayısıyla sosyolojinin de inceleme alanına girmiştir. Bu çalışmada renkler Türk kültür tarihi açısından incelemiştir.
Türkler tarihinin en eski devirlerinden beri renkleri yönleri tarif etmek için kullanmışlardır. Bu renklerden kara=kuzey, kızıl=güney, gök=doğu, ak=batı yönlerini tarif etmek için kullanılmıştır. Türk kültüründe, renkler yönleri ifade etmek için kullanıldığı gibi, manevi, milli ve dini anlamlar için birer araç olarak kullanılmıştır. Böylece simgeledikleri kavram ve anlamlar aracılığıyla, Türk kültür ve geleneklerinde önemli bir yer işgal etmektedirler.
Renkler, her toplumda değişik anlamlar ifade eder. Her topluluğun yücelttiği veya sevmediği renkler olduğu gibi, bu renklerin belirttiği yönler de farklıdır. Bir toplulukça sevilen renkler, bir diğer toplulukça sevilmeyebilir. Renkler, gerçek niteliklerinin yanı sıra bazen bir değer yargısı olarak da kullanılabilmektedir (Ögel, 199: 377). Ak renk Türklerde ve Çinlilerde batıyı temsil ederken, Hintlilerde doğuyu, Eski Ahitlerde güneyi, Mayalarda kuzeyi temsil eder (Gabain 1968: 109).
Hindistan’da Doğu=ak, Güney=sarı, Batı=kara, Kuzey=kızıl renkleri ile temsil edilirken Lamaist Kalmuklarda Doğu=ak, Güney=mavi, Kuzey=yaldız rengi, Batı=kızıl olup, Eski Ahitte ise Doğu=kızıl, Güney=ak, Batı=ala, Kuzey=kara’dır. Amerika’da Doğu=kara, Güney=ak, Batı=sarı/kızıl, Kuzey=mavi/yeşil ve Mayalaı’da ise Doğu=kızıl, Güney=san, Batı=kara, Kuzey=ak olarak gösterilmektedir (Gabain, 1968: 109).
Eski Türkler, dört yönü dört renkle sembolleştirirken, yönlerin her biri birer sembolik hayvan tarafından da temsil edilmiştir. Doğuyu mavi-koyun, Batıyı beyaz-köpek, Güney’i kırmızı-çaylak, Kuzey’i ise siyah-yaban domuzu temsil etmektedir. Çinliler farklı bir sınıflama yapmışlardı. Doğu tarafına ejder, Güney tarafına kuş, Batı tarafına beyaz kaplan, Kuzey tarafına da kaplumbağa bakardı. Bu bölümlerden her biri bir renkle temsil edilmekteydi. Türklerde Orta kısmı sembolleştiren hayvan ise eski Türklerin Kotus (Kut=Mukaddes, Us=Öküz) dedikleri ve Uygur Türklerinin günümüzde de Kotaz dedikleri bir çeşit öküz idi (Gabain, 1968: 108).
Türklerde, Doğu=mavi/yeşil, Batı=ak, Güney=kızıl, Kuzey=kara renkleri ile sembolleştirilmiştir. Çinlilerin renklerle yön belirleme kültürü Türkler ile benzerlik olduğudur. Dolayısıyla renkler ile yönü belirleme ve sembolleştirme konusu, Türk kültürü açısından başlı başına bir araştırma konusudur.
Bahaeddin Ögel’e göre sarı renk, Türk inanışları ile duygularında iyi bir yer tutmaz. Kötü ruhlar, hastalıklar, bomboş çöller, uzun kış günleri, yokluklar hep sarı renkle sembolleştirilmişlerdir. Yalnızca tabiat ve bahardaki çiçek tasvirlerinde zevkle ve istenerek kullanılır ( Ögel 2000: 479).
Mustafa Kafalı Hoca’nın araştırmasına göre sarı renk yön anlamı taşımaz (1996: 50). Bu renk sadece ak, kara, kızıl ve gök renklerinin ortasında yer alan merkezi karşılamak için kullanılmıştır. Devlet yapısı bakımından değerlendirildiğinde, sarı renk merkez hâkimiyetini ve kudreti ifade eder. Birçok sarı yanında kullanılan Türk sarısı altın sarısıdır. Altın bilindiği üzere, kuvvet ve kudretin, hâkimiyet ve zenginliğin karşılığı olarak dünya var olduğu günden beri değerini korumaktadır. Yine bu anlayışa uygun olarak tarihte güçlü ve cihangir hükümdarların hepsi altın tahtla birlikte tasvir edilmişlerdir (Kafalı, 1996: 50-51).
Reşat genç Hoca’nın araştırmasına göre, Osmanlı Devleti’nde sırma sarısı olarak ifade edilen sarı renk hep altın sarısı olmuştur. Dolayısıyla sarı renk Türklerde Ülgen’in sarayının ve tahtının ifadesi olduğu için aynı zamanda dünyanın merkezinin de sembolüdür (Genç, 1996: 42-43).
M.Ö. 771-M.Ö. 480 yıllarının ilk zamanlarında faaliyet gösteren, Proto-Türk olduğu kabul edilen Kırmızı Tiler ve Beyaz Tiler’in (Ekrem, 1995: 65-83) renklerle adlandırılmasında da yönü renklerle sembolleştirme inançları etkili olmuştur. Yani Kırmızı Tiler eskiden stepin güneyinde, Beyaz Tiler ise batısında yerleşmişlerdi. Ch’ün-ch’iu (M.Ö. 771-M.Ö. 480), döneminin ortalarına gelince Kırımızı Tiler’in stepten ayrılarak güneye doğru Çin’in Shan-hsi eyaletindeki Tai-hang dağları civarına Beyaz Tiler’in ise güneye doğru Shan-pei tepelerine hareket ederek yerleşmeye başlamışlardı. Bu, hem göçebe halkların ilkel inançlarına (Şaman inancı) uygun, hem de Kırmızı Tiler’in oturduğu bölge olan Tai-hang dağlarının Moğolistan steplerinin güneyine yakın olduğunu gösterir. Beyaz Tiler’in oturduğu Shan-pei tepeleri de Moğolistan steplerinin batısına yakındır. Bu bilgilerden yola çıkararak, eski Türklerin de renkler ile yön belirlediği söylenebilir (Ma-ch’ang-shou, 1962).
Ayrıca M.Ö. 626 senesinde ortaya çıkan Proto-Türk olduğu kabul edilen Tilerin neden “Kırmızı” ve “Beyaz” renklerle adlandırıldığına dair bir başka tahmin ise yukarıda belirtilen yönü renklerle sembolleştirme inancının yanı sıra, Tilerin kırmızı ya da beyaz elbise giymeleridir (Lin, 1987: 299). Yine bazı araştırmacılar ise “Ti” adının aslında bir avcı kuşunun adı olup klasik eserlerde bahsedilen “Beyaz Ti Kuşu” ve “Kırmızı Ti Kuşu” adlarından kaynaklanmasıdır (Lin, 1987: 38-39). Ancak bu iddiaların hakikati ne derece yansıttığını kanıtlamak için daha fazla veriye ve araştırmaya ihtiyaç vardır. Araştırmacıların çoğunluğu ise Şaman inancındaki mavi, kırmızı, beyaz ve siyah renklerin dört yönü işaret etmesinden kaynaklandığını kabul etmektedirler.
Hunların ordu yapısında, Hun hükümdarı dışında, sırasıyla Sol ve Sağ Bilge beyi, Sol ve Sağ Kol beyi, Sol ve Sağ General, Sol ve Sağ Bölük Komutanı, Sol ve Sağ Kutluk Beyleri’nden, tüm Sol beyler doğuda, Sağ beyler de batıda otururken, Hun hükümdarı da ortada yani merkezde oturuyordu (Ssu-ma-ch’ien, 1975: 2890-2891). Genelde Sol Bey, Sağ beye göre rütbe olarak büyük idi (Fen-ye, 1965: 2944). Bu belgelere göre, Hunlar Merkez dışında doğu yönüne önem vermekte ve bu yönün Hunlar için sol taraf olduğu anlaşılmaktadır. Bu da Göktürklerle tipik benzerlikleri olduğunu göstermektedir. Hunlar çadırlarda toplu halde iken, büyükler sırtlarını kuzeye dönerek sol tarafta otururlardı (Ssu-ma-ch’ien, 1975: 2890).
Ayrıca Hun hükümdarı seherde kalkıp otağının dışına çıkarak, güneş doğduğunda ve akşamları da ay ışığında ibadetini yapardı (Ssu-mach ien 1975: 2890). Bu belgelerden Hunların güneşin doğduğu yöne, yani doğu yönüne çok önem verdiği anlaşılmaktadır.
Bunun dışında, Hunlar mavi, siyah, beyaz ve kırmızıdan oluşan dört renkle, dört yönü sembolleştiriyordu. Bu konuda en iyi örnek Shih-chi (Tarihî Hatıralar)’de yer almaktadır. Shih-chi’ye göre, M.Ö. 2000 yılında Hun hükümdarı Mete (Mo-tu) kırk bir atlı askeriyle Çin’in Han Sülâlesi hükümdarı Kao-tı ve onun ordusunu kuşatma altına almıştır. Hunların beyaz atlı askerleri batı yönünde, gök atlı (yüzü ve burnu beyaz, bedeni mavi) askerleri doğu yönünde, siyah atlı askerleri kuzey yönünde, kırmızı atlı askerleri güney yönünde Çinlileri kuşatmışlardır. Yedi gün boyunca Hun atlı askerlerinin kuşatması altında kalan Çin’in Han sülâlesi ordusu, rüşvet ve yıllık vergi vermeye söz vererek ancak kendilerini kurtarabilmişlerdir (Ssu-ma-ch’ien, 1975: 2894). Bu görkemli savaş sahnesinde, Hun atlı askerleri dört yönü, dört renk ile sembolize etmelerinden de anlaşılacağı gibi, Eski Türklerin, bu metodu gündelik sosyal hayat dışında savaş stratejisi olarak ta kullandığı anlaşılmaktadır.
Hunların renkler ile yön belirleme metodunun daha iyi aydınlatılabilmesi için Hunların komşuları olan Çinlilerin renkler ile ve yön belirme metoduna kısaca değinmek gerekir.
Çinlilerin renkler ile yönü belirleme araştırmaları M.Ö. 480-M.Ö. 226 yılları arasında başlamış ve eserler yazılmıştır. Bu tür inanç, o zamanlardaki Çin’de bulunan yedi devletten biri olan Ch’in Devleti (Shan-tung eyaleti)’nde yayılmaya başlarken aynı zamanda Çin tıbbını da etkilemiştir. Çin tıbbının ilk teori eseri olan Nei-Chinğ’de yer alan bu anlayış, insanın vücudundaki çeşitli organlarla özdeşleştirilmiştir. Fakat Çinlilerde bir renk ve bir yön fazladır. Yani dört yönün ortasında yer alan bölgeyi sarı renk ile belirlemişlerdir. Bu anlayış sadece Çin tıbbında mevcuttur.
Nei-chinğ in, M.Ö. IV-I. yüzyılları arasında göçebe hayatı ağırlıkta olan Ch’in Devleti’nde yazıldığı tahmin edilmektedir (Kuo-ai-ch’ün, 1985: 505). Nei-ching adlı kitap, eski Çin toprağında meydana gelen çeşitli felsefe düşüncelerini içermekle birlikte tabiat ve insanoğlu arasındaki ilişkiyi de ayrıntılı bir şekilde ele almıştır. Bu kitabın 4. ve 5. bölümlerinde yer alan bilgilere göre, dünya; ağaç, ateş, toprak, maden ve su gibi unsurlardan oluşurken tabiattaki her şey, bu beş unsurla özdeşleştirilmiştir (Chang-Ying-Yen, 1980: 16-17, 22-24).
Bahaeddin Ögel, eski Türklerin dört yönü dört renk ile belirleme konusunda çok zengin birikime sahip iken, Çinlilerin bu konuda Türklere göre daha zayıf olduğunu, yerleşik ve kendi oturduğu bölgeden başka bir yeri görmemiş bir topluluk olan Çinliler ile birkaç haftada yüzlerce kilometrelik saha içinde dolaşabilen göçebe halkların bildiklerinin daha fazla olduğunu belirtirken, göçebe halkların yön hususunda yerleşik köylülerden çok daha fazla bilgiye sahip olması gerektiği açıklamasını yapmıştır (Ögel, 1991, cilt I; 429).
Bahaeddin Ögel ve diğer hocaların araştırmalarına rağmen bunca Çince kaynağı şunu söyleyebilmek için sıralamaya çalıştım aslında;
Yukarıda da sözü edildiği gibi, Proto Türkler, M.Ö. 7. Yüzyıllarda renklerle yönü sembolleştirmişlerdir. Çinliler ise M.Ö. 3. Yüzyıllarda ancak renk ile yönü özdeşleştirmeye başlamışlardır. Buna göre Eski Türklerde dört yönü dört renk ile özdeşleştirme geleneği Çinlilere göre 200 yıl önce başlatmışlardır. Atatürk’ün belirttiği gibi Türk milleti, yeryüzündeki genişliği oranında tarih alanında da bir derinliği olan ve kültürü zengin bir millettir.
KAYNAKÇA
ARSEVEN, Celal Esad, (1980). Türk Sanatı, Cem Yayınevi, 1987.
CHANG, Ying-Yen, Huang-ti-Nei-Ching Chi-chu (Nei Ching Hakkındaki İzahlar), Shang-hai Teknik Neşriyatı,
CHAVANNES, (1958). Batı Göktürkler Hakkındaki Kaynaklar (Çince terc. Feng-ch’en-chun), Chung-hua Kitapevi, Pekin.
CHENG, Yong-ling, (1987). Min-Tzu-Tsu-Tian (Milletler Sözlüğü), Shanghai Tsu-shu Matbaası, Shang-hai.
DİVİTÇİOGLU, Sencer, (1987). Kök Türkler, Kent Basımevi, İstanbul.
DİYARBEKİRLİ, Nejat, (1972). Hun Sanatı, Milli Eğitim Bakanlığı Kültür Yayınları, İstanbul.
EKREM, Erkin, (1996). Çin Kaynaklarına Göre Eski Türk Kavimleri (M.Ö. 2146-318), Yayınlanmamış Tez Çalışması, H.Ü. Tarih Bölümü.
FENG, Ch’eng-Chün, (1958). Batı Göktürkler Hakkındaki Kaynaklar, Chung-hua Kitapevi.
FEN, Ye, (1965). Hou-Han-shu (İkinci Han Sülalesi Tarihi), Chung-hua Shu-chü, Pekin.
GABAİN, A.V, (1968). “Renklerin Sembolik Anlamları”, Türkoloji Dergisi, Ankara.
GENÇ, Reşat (1996). Türk Düşüncesi Davranışı ve Hayatında Renkler ve Sarı, Kırmızı, Yeşil, Türk Kültüründe Renkler, Nevruz ve Renkler, (Yay.Haz. S. Tural – E. Kılıç), Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ankara.
HSÜ, Sheng, (1963). Shou-wen-chic-Tzu (Eski Çince Sözlüğü), Chung-hua Kitapevi, Pekin.
KAFALI, Mustafa, (1996), “Türk Kültüründe Renkler”, Nevruz ve Renkler, (Yay.Haz. S. Tural – E. Kılıç), Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ankara.
KUO, Ai-chun, (1985). Chung-kuo Chen-Chiu Hui-Ts’ui (Çin Akupunktur ve Dağlama Hakkındaki Kitaplardan Seçmeler), Hunan Teknık Neşriyatı, Ch’ang-sha.
MA, Ch’ang-shou, (1962). Kuzey Ti ve Hunlar, Chung-hua, Shu-chü, Pekin.
NEMETH, J., (1940). “Türklüğün Eski Çağı” (Macarcadan), Ülkü Mecmuası, (Tercüme eden: Şerif Baştav), Ankara.
EKREM, Nuraniye H. (1996). Hunlarda Renk ve Yön Bilgisi, Türk Dünyasında Nevruz, İkinci Bilgi Şöleni Bildirileri, Ankara.
ÖGEL, Bahaeddin, (1991). Türk Kültür Tarihine Giriş, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara.
ÖGEL, Bahaeddin, (1947). “Büyük Hun Devletinin Kuruluşundan Önceki Orta Asya’nın Etnik Durumu”, Ankara Üniversitesi DTCF Dergisi.
PAN-KU, (l975). Han-shu (Han Sülâlesi Tarihi), Chung-hua, Shu-chü, Pekin.
SSU, Ma-ch’ien, (1962). Shih-chi (Tarihî Hatıralar), Chung-hua, Shu-chü, Pekin.
TANER, Tarhan, (1970). “Bozkır Medeniyetlerinin Kısa Kronolojisi”, Tarih Dergisi, İstanbul.
TURAN, Osman, (1941). Oniki Hayvanlı Türk Takvimi, DTCF Yayınları.
Turkish Forum Arşiv, Dünya Türkleri Birliği http://www.turkishnews.com/tr/content/2013/07/20/bilinen-ilk-turk-kimdir/, 20 Temmuz 2013