23 NİSAN 1920; Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. ATATÜRK; “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir!” diye açıkladı, o gün, “HAKİMİYETİ MİLLİYE BAYRAMI” oldu ve çocuklara armağan edildi. 1923'te “ÇOCUKLARIN ROZET BAYRAMI”, sonrasında “ÇOCUK BAYRAMI” adını aldı, 1929'da iki bayram birleştirilerek “HAKİMİYETİ MİLLİYE VE ÇOCUK BAYRAMI" oldu... "23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI" Kutlu Olsun! Türk çocukları başta olmak üzere bütün çocuklar daima özgür, güvende ve mutlu yaşasın…

Neler Oluyor Amerika’da?

Bu aralar cami açılışından tutun da, başkanlık yarışına kadar herkesin merak ettiği bir şeyler var. Öncelikle bilmeyenler için söyleyeyim açılışı yapılan cami, Amerika’nın ilk camisi değildi. O camiden önce de hemen hemen her milletin değişik formlarda da olsa camileri vardı. Sonuçta kiliselerde ya da ortalıkta değildik ama Türk mimarisiyle, çifte minaresiyle, kütüphanesi, misafirhaneleri, hamamı ve yemekhanesiyle diyanete ait olan ilk camiydi. Müslümanlar olarak açıkta değildik ama bizlerin alışık olduğu cami kültürünü çocuklarımıza gösterebilmemiz açısından güzel bir hizmet oldu. Eleştirilecek yönleri de var takdir edilecek yönleri de ama anneannemin sözüyle “yapılan işin kötüsü olmaz”. Her zaman olması gerektiği gibi bizlere düşen, hatalardan ders çıkarıp yapılanların güzel yanlarını desteklemek.

Geçtiğimiz günlerin dikkatleri çeken bir diğer konusu da, Cumhurbaşkanının Amerika’ya geldiğinde yaşananlardı. Kimse alınmasın ama zannettiğimiz veya gönlümüzden geçirdiğimiz gibi dünyanın merkezinde, maalesef Türkiye de yok, cumhurbaşkanımız da. Hele hele Amerikalının neredeyse sözlüğünde bile yerimiz yok. Bunu kabullenebilirsek veya bu gerçekle yüzleşirsek, belki de hak ettiğimizi düşündüğümüz önemli yere gelmemiz daha kolay olacaktır. Bunu halk tabanına dayandırarak söylüyorum, tabii ki üst düzey yöneticiler Türkiye’yi ve Türkleri gayet güzel biliyorlar. Ancak kendimizi genele tanıtabilmek için memleketimize “TURKEY” dediğimiz müddetçe, kaç takla atarsak atalım hindilikten bir adım öteye gidemeyiz.( İngilizce bilmeyenler için söyleyeyim: Turkey, hindi demek.) Göğsümüzü gere gere Türkiye veya Türk diyemiyorsak da, bu kaderi değiştirmeye çalışmanın bir manası yok.

 Birlik olmadığımız her durumda başkalarının bizi yaralaması daha kolaylaşıyor. “Kol kırılır yen içinde kalır” ise, yaralarımızı sarıp kimse görmeden iyileştirebiliriz. Başkalarına söz düşürmeden, biz bizeyken problemlerimizi halledersek; düşmana saldırı fırsatı vermeyiz. Sırtımızı kime dayayacağımızı, kime dert yanıp kimden derman bekleyeceğimizi öğrenirsek yükseliriz. Yapıcı eleştiriler ve çözüm yolları üretemiyorsak, görünmezliğe mahkûm kalırız. Türkiye’de lanse edildiği gibi dünyanın en önemli devleti olarak anılmak istiyorsak, daha bir fırın ekmek yememiz gerekiyor. En basiti, Suriye’deki savaştan dolayı milyonlarca mülteciyi yurdumuza kabul ettik ve insani açıdan dünyanın onlara en iyi davranan ülkesi biziz, herkes bizi örnek almalı… Biz, devlet geleneğimizden dolayı elbette ki düşenin elinden tutacağız, mazlumun yanında olacağız ama Amerikan haberlerinde Türkiye’nin adı nasıl geçti bilmek ister misiniz? Kıyılarına ceset vuran ülke,  Avrupa’ya kaçak giden mültecilerin döneceği ülke. Ne bir cümle fazla, ne de bir cümle eksik. Toplamda, bir dakikanın altında haber değeri var yapılanların Amerika’nın gündeminde. Zaten fazlasını beklemek de, hayal olur zannımca.

Amerika’da yaşayan Türkler olarak ağırlığımızı koymayı bilmiyoruz. Maalesef, Türkiye ve de Amerika seçimlerinde oy kullanmıyoruz. Birlik olup masaya oturamıyoruz. Ne kadar eleştirirsek eleştirelim, Ermeni lobileri gibi çalışmadığımız müddetçe kimsenin dikkatini çekemeyeceğiz. Milliyetçi veya muhafazakâr görünüp de, iş oy kullanmaya gelince sorumluluktan kaçanlarımız ve bunu bir dini vecibeymiş gibi algılayanlarımız var. Ortak çalışmadıktan sonra, parti, cemaat, tarikat ve benzeri görüş ayrılıkları güttüğümüz, birbirimizin açığını bulup her yerde yayınladığımız müddetçe, kimsenin bizi tanımasını beklemeyelim. Amerikan vatandaşı Türklerin seçimlerde oy kullanmayı sorumluluk haline getirmesi ve bu oylarla sistemde yer edinmesi, öncelikli meselemiz olmalıdır. Başkan adayları çıkıp herkesin hatırını sorarken Türk gerçeğini görmezden geliyorlarsa, bu bizim suçumuzdur. Bizi Arapça konuşan geri kalmış herhangi bir üçüncü dünya ülkesi olarak görüyorlarsa, bu yine bizim suçumuzdur. Kendimizi tanıtamayışımız, suya sabuna dokunmadan yaşamaya çalışmamızın meyveleridir.

Önümüzde Amerika’da başkanlık seçimleri var ve bu bizler için çok büyük bir fırsat. Bizim burada kullanacağımız oylar, yarın bir gün Türkiye’nin geleceğini yönlendirecek. Bir yanda; Amerikalının eşitlik anlayışını inkâr eden, para, beyaz renk ve Hristiyanlığın tek geçerli akçe olduğunu savunan ve görünürde herkesin nefretini toplayan bir aday, diğer tarafta; ayırımcılığın bir çözüm yolu değil; aksine sorun olduğunu ve herkese hitap eden yapıcı politikalar güdeceğini söyleyenler var. Her dilin, toplumun, rengin, dinin ve gelir seviyesinin belirli bir harmoniyle yaşadığı bir ülkeyi bile sınıflara ayırıp, giriş çıkışları yasaklayacak bir şarlatan zannediyor musunuz başka ülkeleri rahat bırakır? Gün açıklarımızı kapatma, birlik olma günü… Kardeşlerimizi hatırlayıp sılayı rahime dönme günü… Muhakkak ki beşer şaşar ama bu gün, şaşkınlıktan uyanma günü… Kaderimizi biz belirleyemezsek, başkalarının bizler için yazdıklarıyla yetinmek zorunda kalırız.

Ayşe Tuba (Keskin) Demir

1972 Osmaniye doğumlu olup ilk, orta ve lise eğitimini Osmaniye'de tamamladı. Gazi üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu ve aynı üniversitede Eski Türk Edebiyatı alanında yüksek lisansını yaptı. Eğitimine Brooklyn College'da devam etti. Long Island Üniversitesi'nde Eğitim Teknolojisi alanında ikinci yüksek lisansını tamamladı. Halen NCC'de psikoloji dersleri almaktadır. Evli ve üç çocuk annesi olup New York'ta yaşamaktadır.

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın