Lozan Anlaşması imzalanmasının üzerinden neredeyse bir asır geçmesine rağmen hâlâ niye tartışılıyor? Bence bu sorunun cevabı tarihe yanlış bakışımızdan kaynaklanıyor. Bu yanlışlık Osmanlıyı seven Cumhuriyeti sev(e)mez ya da Cumhuriyeti seven Osmanlıyı sev(e)mez düşüncesine dayanıyor. Biz Osmanlının torunları, Cumhuriyetin çocuklarıyız. Bu nedenle bu bakış açısı son derece tehlikeli ve zararlıdır. Bu zarar Lozan konusunda da çok açık bir şekilde görülmekte ve Lozan’ı ‘hezimet’ veya ‘zafer’ diye nitelendirenler arasında hararetli bir şekilde tartışılmaya devam edilmektedir. Hâlbuki Lozan’da henüz cumhuriyet ilan edilmemişti. Görüşülen konular Osmanlı Devleti’nden kalan sorunlardı. Bu iki devlet diğer Türk devletlerinde olduğu gibi birbirinin devamıdır.
Lozan Anlaşması’nı Nutuk’tan inceleyerek başlayalım. Mustafa Kemal; ‘’ Bir süre Ankara’da Lozan Konferansı görüşmelerini takip ettim. Görüşmeler tartışmalı ve hararetli geçiyordu. Türk haklarını tanıyan olumlu bir sonuç görülmüyordu. Ben bunu pek tabii buluyordum. Çünkü Lozan barış masasında ele alınan meseleler yalnız üç dört yıllık yeni devreye ait ve onunla sınırlı kalmıyordu. Yüzyılların hesabı görülüyordu. Bu kadar eski, bu kadar karışık ve bu kadar kirli hesapların içinden çıkmak, elbette, o kadar basit ve kolay olmayacaktı.
Efendiler, bilindiği üzere, yeni Türk Devleti’nin yerini aldığı Osmanlı Devleti, Uhud-i Atika (Eski Anlaşmalar) adı altında bir takım kapitülasyonların esiri idi. Hıristiyan halkın birçok hakları ve ayrıcalıkları vardı. Osmanlı Devleti, Osmanlı ülkesinde oturan yabancılara karşı yargı hakkını uygulayamazdı; Osmanlı vatandaşlarından aldığı vergiyi, yabancılardan alması engellenmiş bulunuyordu. Devletin varlığını kemiren ve kendi sınırları içinde yaşayan azınlıklarla ilgili tedbirler alması mümkün değildi.
Osmanlı Devleti, kendisini kuran temel unsurun, Türk milletinin, insanca yaşamasını sağlayacak tedbirleri almak bakımından da engellenmişti; memleketi imar edemez, demiryolu yaptıramazdı. Hatta okul yaptırmakta bile serbest değildi. Bu gibi durumlarda yabancı devletler hemen işe karışırlardı.
Osmanlı Devleti çok borçlanmıştı… O kadar ki devlet bu borçların faizlerini bile ödeyemeyecek duruma gelmiş, dünya gözünde ‘’müflis’’ sayılmıştı.
Efendiler, mirasçısı olduğumuz Osmanlı Devleti’nin dünya gözünde hiçbir değeri, fazileti ve haysiyeti kalmamıştı. Devletlerarası hukukun dışında tutulmuş, sanki himaye ve korunmaya muhtaç bir duruma gelmiş gibi kabul ediliyordu.’’[1]
[1] Atatürk, Mustafa Kemal; Nutuk, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2005, s.475
*Doç.Dr. Gazi Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü
İşte Lozan’da bu şartlarda masaya oturuldu. Bu şartlara rağmen Ankara hükümeti Lozan’da Misak-ı Milliyi esas almıştır. Daha önce belirttiğim gibi Lozan’ı zafer mi hezimet mi diye değerlendirilirken; Sevr Anlaşmasında neler teklif edilmişti, Lozan’da bunlara ne oldu? Mustafa Kemal Nutuk’ta Lozan’ı, Mart 1921, Mart 1922 teklifleri ve Sevr Anlaşmasıyla da karşılaştırır ve ‘’Lozan’ın benzeri görülmemiş bir siyasi zafer’’ olduğunu söyler. Sevr Anlaşmasının giriş kısmında Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yenilen devletlerle yapılan anlaşmaların başına konmuş olan ‘’Cemiyet-i Akvam Sözleşmesi’’nin bulunması, bu antlaşmanın aslında bu teslimiyet belgesi olduğunun açık göstergesidir. Bunun dışında, Sevr Anlaşmasında Doğu Anadolu’da bir ‘’Ermeni Devleti’’ kurulması, bunun Güneyinde ‘’özerk bir Kürdistan’’ kurulması, Doğu Trakya’nın Yunanistan’a verilmesi, Anadolu’nun İtilaf Devletleri’nin nüfuz bölgelerine ayrılması, askeri gücün sınırlandırılması, kapitülasyonların devamı, ülke maliyesinin İtilaf Devletleri’nin temsilcilerinden oluşan bir komisyonun denetimine verilmesi, Mondros Mütarekesi’nin 7. Maddesinin yürürlükte kalarak, güvenlikleri gereği İtilaf Devletlerinin istedikleri yerleri işgal etmeleri hakkında maddelerin bulunması, Lozan Antlaşması’na ‘’hezimet’’ denilemeyeceğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Kapitülasyonlar kaldırıldığında yerine nasıl bir hukuki düzen kurulacağı ve azınlıkların hukuki statüsünün ne olacağı konuları tartışılırken laiklikte gündeme gelmiş ve Ankara yetkilileri laiklik kelimesini ilk defa Lozan’da kullanmışlardır.
Lozan Barış Antlaşması yeni Türk devletinin siyasi ve ekonomik bağımsızlığının bir belgesi olarak bugünde geçerliliğini koruyan ve Türk dış politikasının temelini teşkil eden bir antlaşmadır.
‘’Lozan Antlaşması’nı değerlendirirken günümüzün siyasi kriterlerini ölçü almak yanlıştır. Her tarihi olay gibi Lozan da kendi şartları içinde değerlendirilmelidir. Lozan’ı başarılı ya da başarısız bulmak mümkündür ancak bu yapılırken tarafsız araştırmalara dayanmalıdır. Siyasi ön yargılar etkili olmamalıdır.
Her büyük hadise gibi Lozan’ı değerlendirirken zamanımızın ya da uzak geçmişin kavramlarıyla değil, onun gerçekleştiği çağın kavramlarıyla düşünmek ve o neslin önceliklerini dikkate almak metodolojik bir zarurettir. Lozan’ı değerlendirirken sadece kendi hedeflerimiz değil, Müttefiklerin politikalarını da göz önünde bulundurmak gerekir. Çünkü Lozan nihayet on yıllık savaştan sonra barış için yapılmış bir uzlaşmadır ve Türkiye’nin kuruluş senedidir.
Lozan Antlaşması kuşkusuz bir ulus-devlet antlaşmasıdır. Çok uluslu Osmanlı İmparatorluğu, son safhada Balkan ve Birinci Dünya Savaşlarıyla facialar içinde dağıldıktan sonra, Lozan’da Türkiye bağımsız bir ulus-devlet olarak tescil edildi. Müttefikler çok ulusluluk döneminden kalma özel azınlık statülerini devam ettirmek istediler, ticaret imtiyazlarını hafif düzeltmelerle sürdürmeye çalıştılar. Ancak sonunda bu alanlardaki düzenlemeler ulus-devlet kavramına uygun nitelikte oldu.
Ulus-devlet haline gelmenin Lozan’da gerçekleşen iki temelinden biri nüfus mübadelesi ile Anadolu nüfusunda Hıristiyan azınlıkların sayısı azaldı, bu anlamda nüfusumuz homojenleşti. Osmanlı İmparatorluğu’nda Kırım’la Kafkasya’nın kaybı ve Avrupa’daki toprak kayıplarında Müslüman nüfusun bu tarafa göçmesiyle, göç ettirilmesiyle başlayan yüz yıllık bir sürecin son aşamasıdır. Lozan’daki homojenleşme… Hukuki bakımdan ise imparatorluk döneminde cemaatlere, imtiyazlara, kapitülasyonlara göre parçalanmış ve dış müdahalelere açık çok hukuklu bir düzenden, vatandaşların eşitliği esasına dayalı hukuk birliğine geçildi.
Lozan’da sağlanan hukuk birliği aynı zamanda hukuk sisteminin laik olması anlamına gelmektedir. Çünkü hukuk sistemi artık din farkına değil, dini ayırım gözetmeden vatandaşların eşitliğine dayanacaktır. Lozan’da belirtilen laiklik, Osmanlı modernitesinin devamı niteliğinde, kanunların laikleştirilmesi, din ayrımı yapmayan hukuk düzeni anlamındadır. [2]
Lozan’ın her şeyden önce iki temel özelliği vardır. Misak-i Milli önemli ölçüde gerçekleşmiştir. Kapitülasyonlar kaldırılarak bağımsız milli devlet kurulmuştur.
Lozan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş senedidir. Yeni Türk devleti uluslararası alanda kabul edilmemiş olsaydı bugün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti gibi izole bir durumda olabilirdi.
Elbette Lozan’da Misak-i Milli açısından gerçekleştirilenler ya da gerçekleştirilmeyenler olmuştur. Lozan’da kendi lehimize çözemediğimiz meselelerden asla vazgeçilmemiş ve 1923-38 arası bu sorunları çözmek için çaba harcanmıştır. Boğazlar ve Hatay sorunu diplomatik yollarla çözülmüştür. Bazı meselelerde günümüze intikal etmiş ve çözüm beklemektedir.
[2] Akyol, Taha; Bilinmeyen Lozan, Doğan Kitap, İstanbul,2014, s.315, 316,317