Ülkemizde belediyeler ve ülke yönetimimizin gereğini yapmaması nedeniyle “Sokak Köpekleri” çoğaldı, "tehlike arz ediyorlar," diye, hayvan hakları yanlış seyir izliyor. Bu nedenle; "Dünya Hayvanları Koruma Günü"nü kutlamıyoruz. Sadece; dünyada ve Ülkemizde hayvanların yaşam hakkına saygı gösterilmesi için farkındalık oluşturulmasını diliyoruz.

Kur’an’daki Kurban, Kurbandaki Hikmetler…

Pek çok Müslümanın, sakız çiğnemenin orucu bozup bozmaması örneğinde olduğu gibi yaklaşık bin beş yüz yıldan beri tartışageldiği konulardan biri de kurbandır.

Konu bu kadar zor mudur, yoksa anlayış yeteneğimizin yetersizliğinden midir bilinmez, aynı konular her yıl haftalarca konuşulur, fakat yine de bir sonuca bağlanamaz. Belki de diğer meselelerdeki gibi, şartlanmışlık ve cemaatlerin rant elde etme iştihaları yüzünden kurban konusunda da işin özünü anlamada, yeni durumlara uyum sağlamada ve sorunları çözmede gereken bilgiyi ve iradeyi ortaya koyamıyoruz.

Konuyu ayetlerle hadisler açısından olduğu kadar meselenin “hikmeti” (yani şekilsel boyutu yerine asıl mesajı), israf ve insanlarla kurbanlık davarların güncel şartları açısından değerlendirmek gerekir.

a. Ayetler:

Kuran’da kurban kesmeye delâlet edebilecek olan âyetler Bakara (196), Mâide (2, 27, 95, 97), Hac, Saffat ve Kevser surelerinde geçmektedir. Aşağıda sırasıyla verdiğimiz bu âyetlerin hiç birinde Kurban bayramında kurban kesmenin farz bir emir oluşunu ima ve ihsas ettirecek ifade yoktur. Zaten hiçbir İslâm âlimi de kurban kesmenin farzolduğunu iddia etmemiştir. Kurban kesmenin en çok lehinde olan İmam Azam Ebu Hanife bile onu vacip, diğer mezhep imamları ise sünnet olarak değerlendirmiştir. Söz konusu âyetler şunlardır:

Bakara suresindeki âyetler:

196) Haccı ve umreyi Allah için tam yapınız.

Fakat bir sebeple engellenirseniz bundan,

     kolayınıza gelenden gönderin bir kurban.

     ………..

     Rahata ve emniyete erdiğiniz zaman

     kim umre yapmak isterse hac günlerine değin,

     kolayına gelen bir kurban kessin.

Maide suresindeki âyetler:

2) Ey iman edenler!

     Allah’ın nişan ve alâmetlerine,

     yasak aya, hediyelik kurbana,

     kurbanların gerdanlıklarına,

     ve arayarak, lütfunu, rızâsını Rablerinin

     Kâbe’ye koşup gelenlere saygısızlık etmeyin.

27) Âdem’in iki oğlunun

     gerçek hayat hikâyelerini de anlat onlara;

     Hani (onlar) birer kurban takdim etmişlerdi,

     birisi kabul edilmiş, diğeri kabul edilmemişti.

     (kıskançlığı sebebiyle ikincisi, birincisine):

     “Ant olsun ki seni öldüreceğim” demişti.

     Diğeri de, “Allah, ancak sakınanların

     kurbanını kabul eder” diye söylemişti.

95) Ey iman edenler!

     Avı öldürmeyin ihramlı iken.

     İçinizden kim öldürürse onu, kasten;

     cezadır ona, bedeli öldürdüğü hayvanın.

     Bu ceza Kâbe’ye varacak bir kurbandır

     ve buna hükmedecek, içinizden iki âdil insandır.

97) Allah, o Kâbe’yi, o Kutsal Mekânı,

     delil ve sembol yaptı insanlar için.    

     ve de meşhur ayı, kurbanı ve gerdanlarını onların.

     İşte bu, bilmeniz içindir sizin

     göklerde ve yerde olan biteni, bildiğini Allah’ın. 

     Ve yine bilmeniz içindir hepinizin,

     herşeyi gerçekten bildiğini Allah’ın.

Hac suresi suresindeki âyetler:

27) “Haccı ilan et insanlar arasında. 

     Gerek yaya, gerekse derin vâdileri aşan

     arık develer üstünde gelsinler sana”     

28) “hem kendilerine âit menfaatleri görmeleri için,

     hem de Allah’ın rızık olarak verdiği

     kurbanlık hayvanlar üzerine,

     mâlum olan günlerde

     Allah’ın adını anıp kurban kessinler

     ve onlardan yeyip yoksulu doyursunlar.”

34) Biz her ümmete kıldık gerekli,                

     hayvan cinsinden kurban etmeyi

     Allah’ın adını üzerine anmaları için

     kendilerine rızık olarak verdiğimiz nesnelerin.

     Çünkü Tanrı’nız bir tek Tanrıdır sizin.

     Öyleyse, O’na teslim olup boyun eğin.

     Ve müjde ver, tevazu ve ihlas sahipleri için.

Saffat suresindeki âyetler:

103) Ne zaman ki, yanı üzerine yatırıp da

     böylece ikisi de olunca teslim,

104) şöyle nida ettik: “Ey İbrâhim,

105) rüyana sadâkat gösterdin.

     Şüphesiz ki samimi, mert kimselere Biz         

     işte böyle mükâfat veririz.

106) Aslında bu bir imtihandı açık ve kesin.

107) Büyük bir kurbanlık fidye verdik onun için.

Kevser suresindeki âyetler:

1) Şüphesiz ki sana verdik Kevser.

2) Öyleyse Rabbine namaz kıl, kurban kesiver.

3) Asıl soyu kesik olan kimseler

     sana kin güdenlerdir, kin güdenler.

Dikkat edilirse bu ayetlerin çok büyük bir kısmı hac ve umrede kesilecek kurbanlarla ilgilidir. Bir ayet, Hz. Âdem’in oğulları (Hâbil’le Kâbil’în) kurban sunmaları, birisininkinin kabul edilip diğerinkinin kabul edilmemesi, başka bir âyet Hz. İbrahim’in oğlunu kurban kesmek için teşebbüste bulunması hakkındadır. En son sıradaki Kevser suresi, bunlar içerisinde en farklı olanıdır ve İslâm”da kurban kesmenin vacip olduğuna söyleyenler bu sureyi delil gösterir. Hatta bu sure bu konuda tek delil olarak kabul edilir. Bununla beraber pek çok tefsirci bu emrin, peygamberin şahsına hitap ettiğini bildirerek sadece onu bağlayacağını bu sebeple emrin farz olma derecesini zayıflattığını beyan etmişlerdir.

Kevser suresini derinlemesine incelediğimizde kurban bayramı günlerinde kurban kesmenin hükmü konusunda ayetin nüzul sebebinin ve Kevser suresindeki “kurban kesiver” ifadesinin bağlamının yeterince değerlendirilmediğini görürüz: Malum olduğu üzere bu surenin vahyediliş sebebi müşriklerin, Peygamberimizin oğlu İbrahim’in küçük yaşta ölümü üzerine Mekkeli müşrikler “ebter”, yani soyu kesik diye sataşmalarıdır. Meselenin can alıcı noktası budur. Böyle bir durumda peygambere verildiği bildirilen “kevser”in de öbür dünyadaki havuz veya ırmaktan ziyade onu bu dünyada teselli edecek ve erkek çocuğun yokluğunu aratmayacak nitelikte değerli bir şey olmalıdır. Bunun için ayette geçen “kevser” kelimesinin karşılığı olarak akla gelen en yakın varlık, kızı Fatma’dır.Üstelik “soyu kesik” manasındaki “ebter”in karşıtı olarak “suyu hiç bitmeyen, devamlı akan nehir” anlamına gelen “kevser” kelimesini Hz. Fatma olarak yorumlayan tefsirciler de vardır. Müşriklerin bu suçlamalarına verilecek en güzel cevap budur. Fatma’nın cennetteki ırmağa veya havuza benzetilmesi de çok anlamlıdır. Eğer burada “kevser” sözcüğünden kastedilen anlamın Hz. Fatma olduğunu kabul edersek, burada Peygamberin kesmesi istenilen kurbanın da Zilhicce ayının onuncu günü kestiğimiz kurban değil, Araplarda yeni doğan çocuk için kesilen “akike kurbanı” olduğu ortaya çıkar. Allah’ın Peygambere “Rabbin için namaz kıl” emrinden de maksat şükür namazıdır[1]. Zaten ayetteki hitap da çoğul değil ikinci tekil şahıstır, yani doğrudan doğruya Peygamberin kendisidir. Nitekim Hz. Peygamber de udhiyye (bayram) kurbanının ümmete değil sadece kendisine farz olduğunu işaret etmiştir[2]. Bunun sonucunda ise bu ayet, kurbanı bütün Müslümanların kesmesi gereken umumi bir ibadet olmaktan çıkarır.

b. Hadisler Açısından

Kurban bayramında kurban kesilmesini kesin ifadeyle belirleyen nassın Kuranıkerim’den ziyade hadisin olduğunu söylemek daha doğru olacaktır. Bu konuda Hz. Peygamberin Hicretin ikinci yılından vefatına kadar her yıl kurban kesmesi ve hali vakti yerinde olan sahabeye de kurban kesmeyi emir veya tavsiye etmesi, kurbanın kesilme şeklini ve etlerinin bölüşülmesini kurallara bağlaması bu ibadetin en azından sünnet olması için kâfi delillerdir. İster vacip, ister sünnet olsun, kurbanın dinî bir vecibe olduğuna şüphe yoktur. Esasen dinlerin, mensuplarını bir araya getirip kaynaşma ve dayanışmayı sağlamak için bu tür sembollerden istifade etmesi tarihin en eski çağlarından beri görülen bir uygulamadır. Bu sebeple fakir insanların et yemesini sağlayacak olan böyle bir ibadetin dinsel bir gereklilik olduğunda sorun yoktur. Bizce sorun onun “esas amacının Allah yolunda kan akıtma” olayı olarak görülmesi ve yaklaşık bin beş yüz yıl öncesinin, hatta daha da eski coğrafi ve toplumsal şartların içerisine hapsedilmesidir.

c. Kurbanın hikmeti açısından

Kurbanın hikmeti klasik İslâm kültüründe hep kan akıtmak olarak ifade edilmiştir. Buna göre “kesilen kurbanın etinin yenmesi, derisi ve diğer parçalarından âzami ölçüde yararlanılması ibadetin özüyle alâkalı bir gereklilik olmayıp ikinci derecede yararlar, ibadetin dünyevî boyutu ve anlamı olarak görülmüştür. Yine klasik doktrinde kurban ibadetinin rüknünün kan akıtma olarak belirlenmesi mücerret bir itlâf ameliyesi değil, bu ibadette derunî bir hal olan kulluk bilinç ve iradesinin ifadesi olarak kabul edilmiştir[3]. Kurban ibadetinin birincil hikmetini kan akıtmaktan ibaret görmek bir yönüyle Yahudiliğin yakmalık kurban ayininin ve İslam öncesi pagan kültürünün izlerini taşımaktadır. Çünkü bütün bu dinlerde kurbandan maksat kurban etinin muhtaçlara dağıtılması değil, ilahların gazabını teskin etmek, ondan gelecek belaları defetmek, böylece bolluk ve berekete kavuşmaktır. Oysa İslâmî kurbanı nasıl hikmetini insanların et ihtiyacını sağlamak, bu suretle yakın komşularla ve fakirlerle iletişim ve dostluk aracı olarak görmek gerekir. Birinci anlayışa göre Tanrı, hayvanın kanının akıtılmasıyla mutlu olurken, ikinci. Yani İslâmî yaklaşıma göre Allah, kurbanlık hayvanın kesilmesinden değil, insanların onların etleriyle sevinmesi dolayısıyla razı olur.Aksi bir durum bir taraftan İslâm öncesi dinleri ve kültürleri çağrıştırırken, diğer taraftan hayvan ve et israfına sebep olacaktır. Yüzyıllar boyunca devam eden “kurbandan maksat kan akıtmaktır” anlayışı yüzünden kurban bayramı günlerinde başta Mekke’de Mina olmak üzere mahalleler ve sokaklar dinimizin nezafetiyle bağdaşması mümkün olmayan berbat kokulu ve görüntülü mezbahanelere dönüşmüş; kurbanlar telef edilmiş ve kurban sahipleri kurban etlerini dağıtmayarak kavurma haline getirmişlerdir.Ya da kurbanlar gerçek niyetleri ve ihlasları meçhul vakıf, dernek ve cemaatlere bağışlanmak suretiyle hepten heder edilmiştir. İslâm ülkelerinde ve özellikle de Türkiye’de genel anlayış hâlen de bu yöndedir. Oysa bunların hiçbiri İslâm’ın asla kabul edeceği şeyler değildir. Böyle bir sakat uygulamanın en birincil sebebi kurban ibadetinin hikmetinin bayram günlerinde kan akıtmaktan ibaret olduğu düşüncesidir. Sonuç olarak, kurban kesmeyi sadece kan akıtmaktan ibaret eylem olarak görmek, onun asıl hikmetine karşı kayıtsızlığa ve duyarsızlığa sebep olmuş ve bunun sonucunda da bu tür olumsuzluklar yaşanmıştır diyebiliriz.

Kurban kesmeyi, insanın sevdiği bir varlığı yani malını Allah ve insanlık için feda ederek imanını somut şekilde ifade etmesi olarak görmek elbette makul bir yaklaşımdır. Danimarkalı filozof daha da ileri giderek İbrahim’in, oğlu İshak’ı[4] kurban kesme teşebbüsünü “kişinin, oğlunun katledilmesini mübarek kılan iman” olarak görür[5].

Kurbanın iç organın temizlenip ihtiyaç sahiplerinin evlerine kadar götürülüp teslim edilip onlarla bayramlaşmak da kurbanın ayrı bir hikmeti olmalıdır. Böylece zengin kimse, kurban kesme sırasında kurbanlık hayvana karşı takındığı haşin tavrı kurban etini dağıtırken insanlara karşı gösterdiği tevazu ve mahviyet duygusu sayesinde dengelemiş olacaktır. Bu durum özellikle şehirlerin kozmopolitleştiği çağımızda daha da önemli hale gelmiştir. Çünkü şehirler artık lüks semtler ve gecekondu bölgeleri olarak kutuplaşmış, bunun sonucunda zenginlerle fakirler arasındaki iletişim çok zayıflamış ve insanlar birbirine yabancılaşmıştır. Zenginlerin genç yaştaki çocukları ve torunlarıyla birlikte kurban etlerini bu mahallelere götürerek bizzat kendi eliyle dağıtması toplumsal barışı ve empatiyi daha da geliştirecektir. Böyle bir bayram ziyareti özellikle delikanlı yaşlarındaki çocuklar için gereklidir.

Kurban kesilmesinin diğer bir hikmeti de insanların kan görmeye alışmasını sağlamaktır diyebiliriz. Hayat sadece zevk ve eğlenceden ibaret olmayıp, ölüm, kaza, ağır hastalık, şiddet ve savaş gibi nice acı sürprizlere de gebedir. Böyle durularda bazı kimselerin kan görmeye karşı tahammül edemedikleri de gerçektir. Oysa çocukluğunda evlerinin bahçesinde kurban kesilmesine bizzat şahit olan ve hatta büyüklerine yardım eden kimselerin böyle bir probleminin olmadığı görülecektir. Üstelik bunların bu konulardaki ruh sağlığı da gayet yerindedir. Türklerin bütün savaşlarda süngü harbindeki tartışmasız üstünlüğünün sırlarından biri de bu olmalıdır.

d. İsraf açısından

Kurban kesilmesinin hükmü ve uyulacak kurallar konusu İslam’ın temel hassasiyetlerinden biri olan “israf” açısından şimdiye kadar hiç değerlendirilmemiştir. Oysa bu israf da fıkıhta “sedd-i zeria” ve “mesalih-i mürsele” gibi dinî deliller arasında yerini alması gerekirdi. Böyle bir bakış açısının, İslâm dininin bedevi değil, uygarlık dini yolunda yeni imkânlar kazandıracağına şüphe yoktur.

Nüfus artışı, tarım alanlarıyla meraların daralması ve ziraat konusunda bir türlü atılım yapamayışımız yüzünden et sıkıntısı çektiğimiz ve dış ülkelere bağımlı hale geldiğimiz herkesin malumudur. Bu durum her yıl daha da kötüleşmektedir. Buna rağmen çoğalan şekilci, taklitçi dindarlık ve cemaatlere, vakıflara ve derneklere gelir kaynağı olması yüzünden her yıl kurban kesimi daha da artmaktadır. Üstelik şimdilerde kurbanın eti ve organları herkesin kendi kurbanını evinin bahçesinde kendisinin itinayla kestiği zamanlara kıyasla inanılmayacak ölçüde israf edilmektedir. Daha da önemlisi eski tarım toplumu insanları kesilecek hayvanın hamile olup olmadığını anlıyor, eğer hayvanın karnında yavrusu varsa kesmekten vazgeçiyordu. Ama bugün ne hayvanı satan kimse bu konuda dürüst davranıyor, ne de kurban kesecek kimse bunu anlayabiliyor, sonuçta hayvan israfı iki katına çıkıyor. Yine günümüzde acemi ve aceleci kasaplar, hatta kasaplıkla alakası olmayan kimseler hayvanın derisini çoğu zaman işe yaramaz hale getirerek deri israfına sebep olmaktadır. Ayrıca bilhassa kolesterol korkusu yüzünden hayvanın kellesi, ciğeri, karnı, işkembesi, bağırsakları, akciğeri, kuyruk ve içyağı da çoğu zaman atılmaktadır. Aynı şekilde eve alıkonulan etler de ya bir ayda yenilecek miktarın birkaç gün içinde aşırı biçimde tüketilmesiyle, ya da bozulup atılmasıyla heba olmaktadır. Bayram süresince fazla et tüketiminden ileri gelen rahatsızlıkların yarattığı sağlık sorunlarını da dikkate aldığımız zaman, kurbanın yanlış uygulanmasından kaynaklanan israfın boyutları daha iyi anlaşılacaktır. Bütün bunlara rağmen, sadece fakirle zengin arasında gönül köprüsü olma özelliğini dikkate alsak bile kurban kesimi yasaklansın diyemez. İnsanın tüm varlıklara karşı sorumlu olması bilinci, tabiata çevreci bakışı, israf ve temizlik anlayışı diğer meseleleri olduğu gibi bu konuyu da rahat bir şekilde çözecektir.

e. Günümüz Şartları Açısından

Böyle bir bakış elde edebilmek için her şeyden önce toplumun donuk değil; sosyal, ekonomik, teknik gelişmelere uygun olarak değişen bir varlık olduğunu kabul etmek gerekir. Esasen din yani iman esasları ve ahlâk ilkeleri değişmez, ama Mecelle’de denildiği gibi şeriat, zamanın şartlarına göre değişir. Zaten Kuran’da “her ümmetin bir şeriatı ve yöntemi vardır” (Maide, 48) ayeti de bunu işaret etmektedir, En başta Hz. Peygamber siyasi şartlar sebebiyle kıblenin yönünü iki kez değiştirmiş; mezar ziyaretini de önce yasaklamış, halkın ölümle ilgili cahiliye adetlerini terk ettiğini görünce tekrar serbest bırakmıştır. Müslim’de yer alan bir hadise göre kurban konusunda ise O, bir keresinde kurban etinin fakirlere dağıtılıp üç günden sonra evde et bırakılmamasını istemiş, fakat ertesi yıl kurban kesen kimselerin kendi evlerine daha uzun süre yetecek şekilde et ayırabileceğini ifade etmiştir. Bunun sebebi sorulduğunda Allah resulü: “Çünkü geçen sene halk arasında geçim zorluğu vardı. Bu sebeple kurban etlerinin halk arasında dağıtılmasını arzu ettim” demiştir.

Hz. Ömer, Kuran’ın açık hükmüne rağmen ganimet arazilerini askerler arasında paylaştırmamış ve Mekke’nin fethi sırasında savaşmayıp İslam’ı kabul eden Ebu Süfyan gibi kimselere Hz. Peygamberin ve Ebu Bekir’in yıllarca ödediği “kalp ısındırma harcını” vermemiştir. Çünkü hem Peygamberimiz, hem de Hz. Ömer bu emir ve yasakların hikmetini kavrayarak ona göre hareket ediyorlardı. İbadetlerin özü de değişmez, ama uygulanış biçimi şartlara göre değişebilir. Bunun en yakın örneği halen yaşamakta olduğumuz Korona salgını dolayısıyla toplu namazlarda uygulanan kurallardır. Korona salgınından önce insanlar “üç kez üst üste cuma namazı kılmaz ise nikâhının gitmesiyle korkutulurken” salgın boyunca sadece cuma değil, camilerde toplu namazların hepsi yasaklanmış, eskiden imam efendi cemaati safların sık tutulması yönünde uyarırken artık “sosyal mesafenin gözetilerek iki metre arayla namaz kılınması” için ikaz eder olmuştur. Bütün bunlar zaruret sonucu ihdas edilen yeni uygulamalardır. Ve bu durum halk tarafından da kabul görmüştür.

Kurban ibadetine gelince. Aslında namaz ve oruç gibi ibadetlerde İslâm’ın kabul ettiği zorunlu haller ve zaruret durumu kurban ibadeti için de pekâlâ geçerli olabilir, hatta olmak zorundadır. Hayvan neslinin tükenmesi veya kritik noktaya ulaşması da dinî açıdan mutlaka dikkat edilmesi gereken bir husustur. Çünkü dinde makâsıdu’ş-şeria (dinin koruması altında bulunan beş esastan) biri de nesli korumaktır. Fakat geçmiş alimler bunu sadece insan nesli olarak kabul etmişlerdir. Oysa insanlığın faydasına olan bütün canlılar bu nesli korumanın kapsamında olmak zorundadır. Özellikle her yıl pek çok canının neslinin tükendiği bir devirde bu daha da elzemdir.

Kurban için kesilen etin değerinin yaklaşık yarısının zayi olması veya din kisveli bazı terör örgütlerinin gelir kaynağı haline gelmeside dinî bakımdan üzerinde durulması gereken önemli bir meseledir. Kurban kesmede şehirleşmenin meydana getirdiği zorlukları ve fuzuli zaman kaybını da dikkate aldığımız zaman kurban kesiminin ve etinin dağıtılmasının yeni bir anlayışla ele alınması zarureti kendiliğinden ortaya çıkar. Müslümanların bu konudaki rehberlerinden biri de “kolaylaştırınız zorlaştırmayınız, sevdiriniz nefret ettirmeyiniz” hadisi ve ilkesidir.

Fıkıhçılar zaruret hâlini şimdiye kadar insan hayatının tehlikeye girmesinden ibaret saymışlardır, Oysa insanın yeryüzünde halife olarak görevlendirilmesi sebebiyle, onun sorumluluğu altında bulunan hava gibi, su gibi, toprak ve ağaç gibi hayati öneme sahip olan hayvan neslinin korunması da insanın aslî görevidir. Bunların varlıklarının tehlikeye girmemesini gözetmek de bir zaruret halidir. Bu her şeyden önce doğrudan doğruya hayvan hakları bakımından böyledir. Fakat hiç olmazsa bunların eksikliğinin ve yokluğunun sonuçta insanı etkileyecek olmasını dikkate alarak da bunu bir zaruret hali olarak kabul etmek icap eder. İleride oluşabilecek daha ciddi sıkıntılar için şimdiden tedbir almak gerekir. Bu sebeple, İslâm’ın, ibadetlerin yerine getirilmesinde dikkate aldığı zaruret hâli günümüzde kurban için de mevcuttur. Özellikle Türkiye için bu böyledir. Üstelik bu olumsuz tablo İslâm’ın haram olarak gördüğü ve Peygamberimizin “derya kenarında abdest alırken dahi suyu israf etmeyiniz” diye hassasiyet gösterdiği israf vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Kurban konusundaki gösteriş ve israftan daha sahabe zamanında itirazlar yükselmekteydi. Mesela İbn-i Mace’de ve Ahmed bin Hanbel’de geçen bir hadis şöyledir:

Ebû Eyyûb el Ensârî’ye ‘Resûlullah zamanında kurbanlar nasıldı’ diye sordum. Şöyle cevap verdi: ‘Kişi kendisi ve çoluk çocuğu için tek bir kurban keserdi de onun etinden kendileri de yer, başkalarına da yedirirlerdi. Şimdi ise Müslümanlar birbirleriyle övüneceğiz diye gördüğün gibi birkaç kurban kesmek durumuna geldiler.’

Buraya kadar yazdıklarımızı şu şekilde özetleyebiliriz: Gerek âyetler gerekse hadisler ışığı altında söylemek gerekirse kurban bayramında kestiğimiz kurban farz değil, genel kanâate göre sünnettir ve sadece Hanefi mezhebine göre vaciptir. Buna rağmen hem dinî kimliğin oluşmasındaki rolü, hem fakirlerin et ihtiyacının karşılanması, hem de toplumun farklı katmanları arasında gönül köprüsü olması hasebiyle kurban asla vazgeçilmeyecek bir ibadettir. Fakat dinin yaşanabilir değerler manzumesi olduğunu kabul eden din bilginleri, en az dinin ve insanın kendisi kadar büyük bir hakikat olan zamanın yaptırım gücünü de dikkate almak zorundadır.Öyleyse meseleye israf yanında günümüzdeki sosyal, ekonomik ve fiziki şartlar noktasından yaklaşmak da gerekir. Biz M. Nuri Yılmaz’ın Diyanet İşleri Başkanlığı zamanında “ezanın merkezî sistemle okunması” ile ilgili şifahi başvurumuzun ve Prof. Dr. Ali Bardakoğlu zamanında ise “fıtranın arpa, buğday, hurma, un vb üzerinden değil de, mükelleflerin maddi kudreti ve bir insanın günde kaç lira ile karnını doyurabileceği kıstasları üzerinden verilmesi gerekliliği” hakkında yaptığımız yazılı başvurunun dikkate alınmasının verdiği ümitle kurban konusunda görüşlerimizi şu şekilde özetlemek istiyoruz:

  • Kurbanın vacip veya sünnet olması ve onun eda edilmesi, dağıtılması konusu sadece bir tek nasla değil, aynı zamanda bilinçli kulluk, hikmet, akılcılık, takva (sorumluluk bilinci), kolaylık, keserken dahi güzel kesme, israf etmeme, nesli koruma, temizlik ve hükümlerin zamana tabi olması ilkeleri çerçevesinde ele alınmalıdır.
  • Kasaplık hayvan sayısının ciddi şekilde azaldığı, dış ülkelerden sağlık durumları belli olmayan hayvanların ithal edildiği zamanlarda ve ülkelerde kurban kesilmesi sadece bireysel değil, ulusal stratejik bir mesele olarak görülmelidir. Nasıl ki farz olan hac ibadetine yolların can ve mal için tehlike arz ettiği durumlarda devlet tarafından kısıtlama getirilebiliyorsa, hayvan neslinin azalmasının ekonomiyi ve dışarıdan yapılan canlı hayvan ithalatının hayvan sağlığını tehdit ettiği durumlarda bu kısıtlama kurban için de uygulanabilmelidir.
  • Kimse, kimseye “kurban kesme!” deme hakkına sahip değildir. Kurbanın kaçması, kurbanın acemi kasapları yaralaması gibi magazinsel yaklaşımlar kurban kesmeme için asla bir sebep olamaz. Ama dinen, kurban kesmekle yükümlü olmadığı yani fakir olduğu halde, belki de “çocuğum başkalarının eline bakmasın” düşüncesiyle bankadan kredi kullanarak faizle kurban almanın, dinin ruhuna uymadığını hatırlatmak da yetkililerin görevi ve sorumluluğu olmalıdır. Böyle bir durumda bu kişinin, borçlanarak kurban kesmek yerine evin ihtiyacı kadar et satın alması daha uygun olacaktır.
  • Kestiği kurban etini dağıtmayarak kavurma yapan veya fakirlere etin en kötü kısımlarını verip iyi taraflarını kendilerine ayıran kimseler için söylenecek tek söz Maun suresinde geçen “Gösteriş ve ikiyüzlülük ederek, cimrilik yaparak namaz kılanların vay haline” ifadesindeki “namaz” kelimesi yerine “kurban” kelimesini koyarak acı acı düşünmeleridir.
  • “Kestiğiniz kurbanların eti ve kanı değil, sizin takvanız Allah’a ulaşır” ayetinin açıkça beyan ettiği gibi kurbanda esas olan husus, ritüel ve kan akıtma değil, niyet ve fakirlerin doyurulmasıdır.
  • Elinden kasaplık gelen, kesilecek hayvanın gebe olup olmadığından emin olan, ve evi, bahçesi ve avulu kendisinin geleneksel tarzda güzelce kurban kesmesine imkân veren kimseler, hayvanın organını heder etmeyecek şekilde kendileri kesebilir. Evla olan budur. Fakat böyle bir imkâna sahip olmadığı için hayvanın kendisi, sahibi eziyet, ve derisi zarar görecek; kurbanın iç organları, derisi, kellesi, yağları atılmak suretiyle israf edilecekse mükellef şahsın, kurbanın asıl gayesine uygun olarak kasaptan alacağı etleri hak sahiplerine dağıtması güzel bir tercih olacaktır. Hatta bu durumdaki kimseler için ideal olan budur. Zira asıl önemli olan husus kan akıtılması değil, insanların protein ihtiyacını karşılamak olmalıdır. Böylece yukarıda geniş şekilde açıkladığımız israf önlenmiş olur. Çünkü kurban kesmek sünnet veya vacip, fakat israf haram, diğer bir deyişle eşyayı tasarruflu kullanmak farzdır. Günümüzde Et Balık Kurumu gibi bütünleşmiş et tesislerinde yapılan kesimlerde hayvanın derilerine zarar verilmemekte; kemiği, kanı ve karnındaki pislikler dahi gübre vs. olarak değerlendirilmekte, böylece hayvan kesiminden en yüksek verim elde edilmektedir. Üstelik buralarda hayvanlar; veterinerler ve uzmanlar kontrolünde kesildiği için bulaşıcı hastalıklara karşı da tedbir alınmakta, gebe hayvanların kesilmesi önlenmektedir. Kurban kesmeyi düşünen bir Müslüman buralarda yapılan kesimlerden kasaplara ve marketlere ulaştırılan etleri alıp fakirlere dağıtabilir. Buralarda ihtiyaca ve duruma göre hazırlattığı etleri paketler halinde daha önceden tespit ettiği evlere bizzat takdim eder ve bu kimselerle bayramlaşır. Üstelik bunların evlerini ve yaşadığı ortamı kendi çocukları ile bizzat ziyaret ederek güzel bir empati yapmış olur. Kurban konusuna böyle bir yaklaşım “Şüphesiz kurbanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Sizden Allah’a ulaşacak olan tek şey takvânızdır” (Hac 37) âyetinin hikmetine de uygundur.
  • Böyle bir kurban anlayışı din istismarını, vekâleti ve dernek ya da vakıf adı altında faaliyet gösteren fakat çoğu zaman gayesi ve iyi niyetleri belli olmayan yerlere bağış yapılmasını da önleyecektir. Bunun en bilinen örneği 15 Temmuz silahlı terör kalkışmasını yapan sinsi örgüttür.

Sonuç olarak değişen dünya şartlarında ve hayvan sayısının azaldığı fakat israfın arttığı durumlarda kurban kesim şeklini ve eterinin dağıtım tarzını dinimizin hikmet, israf, maslahat, zamanın şartları, hayvan hakları ve faydalılık esasları çerçevesinde yeniden ele almak gerekir.

 

[1] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, cilt 9, İstanbul, Eser Kitabevi(tarihsiz) s. 6193 ve 6199.

[2] Yazır, a.g.e, s. 6200,

[3] Ali Bardakoğlu, “Kurban” (İslâmda Kurban), TDVİA, cilt 26, İstanbul, 2002, s. 436-440.

[4] Yahudiler ve Hrıstiyanlar İbrahim’in kurban etmek istediği oğlunun İsmail değil, İshak olduğuna inanırlar.

[5] Soren Kierkegaard, Korku ve Titreme (Çeviren, N. Ekrem Düzen), Ankara, 2015, s. 41.

Nusret Cam

Nizip, Gaziantep’te doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamlayarak 1969 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne girdi. 1973 yılında mezun olmasının ardından Kilis’e öğretmen olarak atandı. Bu arada aynı fakültede Türk ve İslam Sanatları Tarihi dalında doktora yaptı ve 1980 yılında Erzurum İlahiyat Fakültesi’nde araştırma görevlisi oldu. İngiltere’de araştırmalarda bulundu. Doçentliğini aldıktan sonra Ankara İlahiyat Fakültesi’ne döndü. 1990 yılında Aga Han Vakfı burslusu olarak Harvard ve MIT’de misafir profesör olarak görev yaptı. 1994’de profesörlüğe yükseldi. Malatya Fırat ve Kazakistan Hoca Ahmet Yesevi üniversitelerinde dekanlık görevlerinde bulundu. Türk Tarih Kurumu’na ve TÜBİTAK’a projeler yaptı, Bir dönem Kolombiya’da ders verdi. 2017 yılında Gaziantep’e Hizmet Edenler ödülünü aldı. Aynı yıl emekli oldu. Çevrecilik faaliyetleri ile de tanınan Çam, memleketinde boş bir alanı ormanlaştırmaktadır. Nusret Çam, büyük bir kısmı kendi imkânlarıyla başta Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Tunus, Fas, Mısır, Yemen, İran, Fransa, Almanya, İspanya, Rusya, İtalya olmak üzer otuzdan fazla ülkeyi gezdi, ulusal ve uluslararası kongrelere, konferanslara, sempozyumlara bildiriler sundu. Radyo ve televizyon programları yanında belgesellerde danışmanlık yaptı; yüze yakın makale yayınladı, Aynı zamanda şiir de yazan Nusret Çam “Osmanlı Güneş Saatleri”,“Erzurum Tabyaları”,“İslamda Sanat Sanatta İslâm”, “Şiir Diliyle Kur'anıkerim Meali”, “Gaziantep Türk Kültür Varlıkları Envanteri”,“Adana Türk Kültür Varlıkları Envanteri”, “Aşk Dini”, “Cennetin Konukları” adlı kitaplardan başka daha birçok esere imza attı. İngilizce ve Kazakça bilen Nusret Çam evli ve iki çocuk, iki torun sahibidir.

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın