23 NİSAN 1920; Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. ATATÜRK; “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir!” diye açıkladı, o gün, “HAKİMİYETİ MİLLİYE BAYRAMI” oldu ve çocuklara armağan edildi. 1923'te “ÇOCUKLARIN ROZET BAYRAMI”, sonrasında “ÇOCUK BAYRAMI” adını aldı, 1929'da iki bayram birleştirilerek “HAKİMİYETİ MİLLİYE VE ÇOCUK BAYRAMI" oldu... "23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI" Kutlu Olsun! Türk çocukları başta olmak üzere bütün çocuklar daima özgür, güvende ve mutlu yaşasın…

HAYATA SPOR BİLİNCİ KATABİLMEK

Spor yapmak yaşam kalitesini artırır, kas kütlemizi, iskelet sistemimizi, kalbimizi korur, kansere yakalanma riskimizi düşürür. Yıllar içinde kaç defa üstteki cümleleri duyduk? Artık ezberledik değil mi? Doktora gideriz egzersiz yap der, bir arkadaşımızla konuşuruz pek çok konuşmada mutlaka sağlıklı yaşam ve egzersiz gerekliliği hakkında birkaç cümle geçer. Aynada kendimize bakıp, spora başlamalıyım diye söyleniriz. Peki, neden birçoğumuz nadiren hayata belirli bir dönem (yaza hazırlık olarak) geçiriyoruz? Mesela neden her gün yaptığımız bir sorumluluk olarak hayatlarımızda yer tutamıyor? Nedeni zaman kısıtlamaları, ekonomik koşullar ya da hayat koşuşturmacası mı? Evet bunların hepsi başlı başına ayrı bir nedendir. Ama bunlara geçmeden gelin içlerinde en önemlisi olan spor bilinci ve sevgisinin aşılanmamasına rotamızı çevirelim. Bunun için de hayatımızın erken evreleri olan çocukluk dönemine bakalım.

Kim olduğumuz veya olmadığımız, doğru- yanlış kavramları, sevgi algımız ve daha fazlası erken çocukluk dönemi olan 0-6 yaş arasında şekillenir. Bilginin sünger gibi çekildiği yıllar olarak da ifade edilir. Çocukların en hızlı öğrenme biçimi de gözlemleyerek, taklit edip, modelleyerek gerçekleşir.  Yani çocuk söyleneni değil, gördüğünü kopyalar. Bir çocuğun spor yapmasını istiyorsak bunu ona söylememiz ya fayda etmeyecektir ya da kısa süreli yapılması gereken bir zorunluluğa dönüşecektir. Spor yapmasını istiyorsak onu bu eyleme maruz bırakmalıyız. Yani spor yaptığımızı görmesi, sporun günlük yaşamın parçası olduğu bir çevrede büyümesi gerekir eylemi sevip, alışkanlık haline getirmesi için. Ancak kendi hayatlarımıza dönüp bakarsak kaçımızın böyle bir şansı oldu? İskandinav ülkelerinde yaşadıysanız daha şanslısınızdır elbette. Ancak ülkemizde ekonomi temelde olmak üzere, olumsuz hayat şartları nedeniyle çoğu insanın böyle bir şansı olamıyor. Tabii ki tek problem bunlar da değil, onlar da ailelerinden görmedikleri için ebeveynler için çocuğun düzenli spor yapması ders çalışması kadar hayati önem taşımıyor. Bu algı son yıllarda farklılaşmaya başlasa da hala tam anlamıyla değişmiş değil. Konumuza dönecek olursak erken çocukluk dönemimizdeki bu eksiklik nedeniyle spor alışkanlığı ve sevgisinden mahrum kalarak yaş alıyoruz. Tabii spor bilincinin tek yerleştiği yer aile değildir, eğitim sistemi içerisinde, okuduğumuz okullarda etkilidir bunu benimsememizde. Peki, sizce mevcut sistem içerisinde spor bilincini aşılayabildiler mi?

Okullarda kaçımız motive edilerek herhangi bir spora yöneltildik? Kaçımızın okulunda kız- erkek voleybol, basketbol, futbol takımlarımız vardı? Kaçımız tenis oynamayı ya da yüzmeyi denedi? Kaçımızın okullarında bunları gerçekleştirecek alt yapı mevcuttu? Benim dönemimde beden eğitimi dersleri zorunluydu ve buna rağmen bu dersin hakkıyla yapılabildiğine hiç şahit olmadım. Beden eğitimi dersinin başında 2-3 tur koşardık sonra serbest bırakılırdık, kalan zamanda da test çözerdik. Ama mutlaka sözlüde düz-ters takla atmak zorunluydu. Bizden üst dönemde okuyan büyüklerimiz görece olarak bizden daha şanslılarmış. Doğu ve Güneydoğu’nun ilk ve orta öğretim okulları da dahil olmak üzere atletizm, voleybol, gülle atma gibi sporları yaptıklarından bahsediyorlar. Ancak 90lar ve 2000lerde okuyan dönemdaşlarımın böyle bir şansı olmadı.

Tabii bizim okuduğumuz dönemde sporu ve beden derslerini sevemememizin bir nedeni de akran zorbalığıydı. Akran zorbalığı derken olayı sadece fiziksel şiddet olarak anlamayın. Özellikle kızlar olarak biz toplumun ideal beden algısına uymuyorsak, şişman olduğumuzu düşünüyorsak veya kendimizde fiziksel olarak beğenmediğimiz bir şey varsa spor yaparken kendimizi güvende hissetmiyorduk. Buna aynı yaş grubundaki kız ve erkeklerin alaycı sözleri eklenince güvensizliğimize bir yenisi daha ekleniyordu. Sizi temin ederim bu konu sadece birkaç kişi ile sınırlı değil.  Geçmişte bu sorunu yaşamış pek çok kişi tanıdım.Bugünün genç kızları bu konuda daha şanslı. Çünkü dünyada artık her beden normaldir ve güzeldir , herkese her kıyafet yakışır düşüncesi hakim, eğilim bu yönde. Fakat yine de bazı kadınlar için bu konu hala spor yapmanın önündeki engellerden biri olarak varlığını sürdürüyor. 

Sporu alışkanlık haline getiremememizin bir nedeni de her şeyi toplu olarak yapma alışkanlığımız. Yani bir filme gideceksek toplu halde arkadaşlarla gitmek gerekiyor, bir  kahve içilecekse birileriyle buluşuluyor, yürüyüşe çıkılacaksa birileriyle yapılınca sürdürülüyor. Spor salonunda birileri ile kas yapma yarışına girilmesi gerekiyor.

Son olarak da herkesin bütçesine göre ve kendilerine yakın olan yerlerde 24 saat açık tesis ve salonların bulunmayışı. Avrupa’ da her mahallede hatta her köşe başında spor salonları yer alırken ülkemizde ne yazık ki sınırlı sayıda var.

Spor bilincini, alışkanlığını ve sevgisini yerleştirmek devletin temel politikalarından biri olmalı. Bu aynı zamanda sağlık sistemine yüklenen yükün ve harcamalarında düşmesine neden olacak, gençliği zararlı alışkanlıklardan koruyacak daha stressiz bir toplumun inşa edilmesine vesile olacaktır.

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın