23 NİSAN 1920; Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. ATATÜRK; “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir!” diye açıkladı, o gün, “HAKİMİYETİ MİLLİYE BAYRAMI” oldu ve çocuklara armağan edildi. 1923'te “ÇOCUKLARIN ROZET BAYRAMI”, sonrasında “ÇOCUK BAYRAMI” adını aldı, 1929'da iki bayram birleştirilerek “HAKİMİYETİ MİLLİYE VE ÇOCUK BAYRAMI" oldu... "23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI" Kutlu Olsun! Türk çocukları başta olmak üzere bütün çocuklar daima özgür, güvende ve mutlu yaşasın…

PANDEMİ

 

Bazen hızlı bazen yavaş geçen şu zaman ne izafi mefhumdu..”(Hüseyin Nihal ATSIZ)

Kent yaşamı ve teknolojinin hayatımıza hızla nüfuz etmesiyle birlikte zaman bizlere sormadan, müthiş bir hızla geçiyor ve bizleri de toz zerrecikleri gibi sürüklüyor, epeydir. İçerisinde bulunduğumuz değişime ayak uydurabilen insanlar, kültürler ve toplumlar ayakta kalıyor. Ancak kaçınılmaz değişimi yok sayanlar, bir yandan da yerinde sayıyor. Ta ki değişim taraftarı bir grup gelip; onları yerinden edene kadar.

Toplumumuzu ve kültürümüzü “yekvücut” olarak düşünecek olursak, bizler de bu vücudun mikro organizmalarıyız. Bütünün değişimi bizleri ne kadar etkiliyorsa, muhakkak ki bireysel değişimlerimiz de bir o kadar dönüştürmekte bütünü.

Yaşarken farkına varamadıklarımızla büyüyoruz.

Şahsi ve toplumsal savaşlarımız bir yana, dünya olarak yakın zamanda büyük bir mücadelenin içinde bulduk kendimizi. Fiziki olarak üstümüzde kalacak olan yan etkilerini bilmediğimiz gibi; psikolojik ve sosyolojik yan etkilerinden de bihaberdik.

#Covid-19…

#Kasım 2019, Wuhan, #Çin …

Dünya üzerindeki ilk vaka.

Ve bir salgının başlangıç öyküsü.

Koronavirus, pandemi, karantina, toplum bağışıklığı, entube ve daha bir çok terim girdi bir anda lügatimize.

Sokak ortasında bayılıp öldüğü söylenen insanlar, çivili tahtalarla kapısı kilitlenen evler, virus taşıyan yarasalar, ve uzaktan birçok insana hoş gelen davulun sesi.. Bize dokunmadıkça, bin yıl yaşamasından korkmadığımız bir yılan..

11 Mart 2020. İlk vâka, İstanbul.

Salgın Türkiye’de…

Uzaktan sesi hoş gelen davul artık kapımızın önünde acı acı çalınmakta, üstelik kayıplarımızla evlerimizden yükselen ağıtlar davul sesine eşlik etmekteydi.  Yılan artık bize de dokunmuş, zehrini salmıştı ciğerlerimize.

Dünya salgından kırılıyor, aşı çalışmaları sonuçlanmıyor, karantina tam bir korunma sağlamıyor, toplum bağışıklığı oluşturulamadığı gibi; toplum farkına varamadığı bir cinnetin içine çekiliyordu. Her gün TV’lerde canlı izlediğimiz ölü sayılarının arasında gözlerimiz kayıplarımızı arıyor; sevdiklerimizin “henüz” bir rakam haline gelmemiş olmasına şükrediyorduk.

Öksürük, eklem ağrısı, tat ve koku kaybı bilinen yan etkileriydi.

Bu yazıda, o günlerde bîhaber olduğumuz “toplumsal” yan etkilerine değineceğiz.

“California Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma bilhassa genç nüfusun, pandemiden sanıldığından çok daha fazla etkilendiğini ortaya koydu. Pandemi öncesinde ve sırasında üniversite öğrencileriyle yapılan bu araştırmanın kısa süre önce yayınlanan sonuçlarına göre, genç nüfusta görülen depresyon oranı son 1 yılda % 32’den % 61’e yükselmiş.”

“Kâr amacı gütmeyen FAIR Health tarafından yapılan başka bir çalışmada ise, araştırmacılar, 13-18 ve 19-22 yaş arası iki farklı grubu inceledi. Sigorta şirketleriyle paralel yürütülen araştırma sonucuna göre, 2019’a oranla gençlerde psikolojik destek almak için yapılan başvurularda ciddi bir artış var.”

Araştırma sonuçlarına göre yalnız hastalıklar değil, pandemi süreci ve sonrası yaşanan ekonomik ve sosyolojik belirsizlikler de gençleri umutsuzluğun karanlık dehlizlerinde yalnız bıraktı.

Pandemi döneminde aktif görev alan bir sağlık çalışanı olarak da gözlemlerimi iletmem gerekirse; iyi yönetilemeyen karantina süreci, erken sağlanamayan toplum bağışıklığı ve bu zaman zarfında vatandaşımızın ekonomik buhran içerisinde olması, bilhassa geleceğini kestiremeyen gençler için umutsuz bir tablo yarattı.

Sağlık sektörü içerisinde de durum çok farklı değildi. Önce pohpohlanıp sonra vefasızlıkla karşılaşan, şiddet gören, “giderlerse gitsinler” denilen doktorlar, hemşireler ve sağlık çalışanları manipülatif bir süreç içerisinde hem salgınla hem de mobbingle yalnız mücadele etmek mecburiyetinde kaldı. Ki bu kesimin de büyük çoğunluğunu oluşturan yine genç kesimdi.

Nihayete erdirdiğimizde sürecin en çok zarar verdiği ve salgın bitmesine rağmen en etkin zarar vermeye devam ettiği kesim gençler oldu. Bu arada, Türkiye’nin pazar ülke seçilmesi ve uyuşturucu satışının çok yaygınlaşması da bunalımdaki gençler için başka bir tehlikeli boyutken, çaresizlik duygusundan bir an önce kurtulmalılar.

Bir ülkenin geleceğinin gençler ve çocuklar üzerinde yükseleceği gerçeğini de göz önünde bulundurduğumuzda; durumun ivedilikle çözüme kavuşturulması, toplum ruh sağlığı merkezlerince ve psikiyatrist-psikolog yardımı ile genç kuşağın sorunlarına  eğilinmesi gerekmektedir.

Aksi taktirde önce gençlik, ardından da gençliğin yükselteceği ülke; ummanlar gibi buhranlar içerisinde sürüklenecek, zararlı alışkanlıkların bataklığında silinip gidecektir.

Bu nedenle; Türkiye Cumhuriyet’nin 100. Yılında bütün çabamız,  Mustafa Kemal Atatürk’ün bütün ümidini, Türkiye’yi emanet bıraktığı gençliğin önünü açmak için olmalıdır.

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın