İnsanlığın varoluşundan bu yana en büyük çabası; içinde yaşadığı yakın çevreyi ve giderek evrenin tamamını anlamak, anlamlandırmak, açıklayabilmek olmuştur.
Bu dünyanın, birlikte yaşadıklarımızın, hayatımız için zorunlu olan nesnelerin doğu ve gerçek bilgilerine ulaşmak. Onları analiz etmek, sınıflamak, yararlarını ve zararlarını ayıklayabilmek…
Yani doğru bilgiye ulaşmak…
Bilgi insanlık için yaşamsaldır.
İçinde yaşadığımız evreni sürdürülebilir kılar.
Öyleyse doğru bilgilere nasıl ulaşırız:
Hep şöyle söyleriz: Gözlemlerimizi ve deneylerimizi akıl yoluyla birleştirir gerçeğin bilgisine ulaşırız.
Peki gördüklerimizi, deneylerimizi aklımızda analiz, sentez etmek, sınıflamak, mevcut deneylerden yeni bilgilere ulaşmak nasıl bir süreçtir? Zihnimizin bu biçimde çalışabilmesi için neler gerekiyor?
Gözlemlerimizin zihnimizde bıraktığı izler, şekiller, resimler, renkler, sesler…
Sonra bütün bunları adlandırmalı, isimler vermeli, ait oldukları sınıflara yerleştirebilmek için gruplara ayırmalıyız.
Sıralamalıyız, yani numara adını verdiğimiz sembolleri kullanmalıyız. Başka tür işlemler için başka matematik sembollerini kullanmalıyız.
Yani doğadaki, doğadan edindiğimiz nesnelerin izlenimlerini adlandırırız. O isimler o isimlerin karşılığı olan kavramlar, o kavramları ifade edebilmek için kullandığımız harfler, çıkardığımız sesler…
Bütün bunlar bizim düşünüp doğru bilgilere ulaşmak için kullandığımız göstergeler.
İşte Felsefi düşüncenin ortaya çıkabilmesi için göstergelerin ne kadar önemli olduğunu anladık.
Nedir göstergebilim?
Göstergebilim kısaca göstergelerin bilimidir.
Gösterge ve bilim kavramlarının birleşmesinden oluşur.
Her bir göstergenin bir anlamı vardır. Öyleyse göstergebilim; anlamlandırma, anlam, anlamın deşifre edilmesi bilimi olarak tanımlayabiliriz.
Rouseau’nun ifadesiyle söz, insanı diğer hayvanlardan ayırır, dil ulusları birbirlerinden ayırır. Bir insanın nereli olduğu konuştuktan sonra anlaşılır. Söz ilk toplumsal kurumdur.
Dil, o dili oluşturan kelimelerin ortaya çıkışı, içinde yaşanan doğa ile, o doğanın ve toplumun gereksinimleriyle sıkı sıkıya ilintilidir. Ortaya çıkan yeni durumları anlatabilecek seslere, kelimelere, deyimlere gereksinim vardır. İnsanlar birbirine hislerini, duygularını, arzularını iletmek isterler. Bunun için de sözler, kelimeler gereklidir.
İnsan başta kendisi olmak üzere her şeyi anlamaya anlamlandırmaya çalışır.
Böylece Göstergebilim aracılığıyla tüm evreni anlamış, bigisini kafamızda anlamlandırmış oluruz.
İçinde yaşadığımız dünyanın farkına varma, bunları başkalarına aktarma şansını yakalamış oluruz.
Görüngü bilimle gösterge bilimi (Fenomenoloji ve Semiyoloji) birbirinden ayırt etmemiz gerekiyor. Fenomen: Görünendir.
Burada görünenden kast edilen şey yalnızca somut olarak görünen değildir.
Söz konusu olan ‘bilince görünen ’dir.
Bilincin görmesi demek, bilincin görünene birtakım yorumlama işlemi uygulayarak anlaması, anlamlandırması demektir.
Oysa göstergebilim temsil edendir. Gösterge; somut olarak algılananla, onun neyi temsil ettiğini anlamak arasına bir yorumun girmesiyle ortaya çıkar.
Hem görüngübilimde, hem de göstergebilimde görünenin olduğu gibi anlaşılması mümkün değildir. Ancak bir yorum sonucunda veya anlamlandırmayla görüngü veya gösterge ortaya çıkar.
Her toplum, toplumsal ve tarihsel yaşam süreçleri içerisinde kendine özgü bir kültür oluşturur. Bu kültür aynı zamanda bu toplum tarafından üretilmiş göstergeler aracılığıyla ifade edilir. Her insan, belirli bir toplum, kültür ve göstergeler dünyası içine doğar; bu kültürü ve göstergeleri zaman içinde öğrenir ve böylece toplumun bir üyesi haline gelir.
Çeşitli dil kodlarını, işaret setlerini, görsel, işitsel, sözlü ya da sözlü olmayan her türlü iletişimsel ve kültürel malzemenin, içerdiği göstergeler açısından analizini konu alan göstergebilim (Semiology- semiotics) kapsam ve konu bakımından oldukça zengin bir alandır.
Dil yalnızca her kültürün belirli insan seslerine belirli anlamların yüklenmesiyle ortaya çıkan insan iletişiminin temel unsurlarından biri olan sözlü dilden ibaret değildir.
Duruş, mimik, jest gibi bedensel işaretlere atfedilen anlamlarla oluşan beden dilinin yanı sıra renklere, şekillere yüklenen anlamlar genel olarak dışımızdaki gerçekliği ve resim, fotoğraf, film gibi görsel malzemeleri nasıl gördüğümüzü belirler.
İnsanın yarattığı ya da insanın müdahalesiyle değiştirilmiş herhangi bir şeyde, müzikte olduğu gibi işitsel, resim ve fotoğrafta olduğu gibi görsel, filmlerde olduğu gibi hem görsel hem işitsel, konuşulan dilde olduğu gibi yazılı ya da sözlü gösterge ve simgeleri içerisinde barındıran bir dil kullanılır.
Gösterge bilimin konusu olan dillerin ortaya nasıl çıktığını, Dünyadaki farklı dil ailelerini, guruplarını ele alamayacağız bu yazımızda. Çünkü dil çok farklı teorilerin tartışıldığı, tarihsel gelişimi çok kapsamlı bir konudur. Daha önce de değindiğimiz gibi insanın aklı ve bilgisi, iletişimi, anlama yetisini geliştirmesi için yaşamsal değerdedir.
Yine de burada, dilin tarihsel gelişimi bakımından, ‘söylenmezse olmaz’ bazı konuları dile getirmemiz gerekir:
Diller insanlar gibi, toplumlar gibi doğar, gelişir, değişir, zamanın gereklerine uyum sağlar, yaşar ve ölürler. Dilin bu yaşam süreci; o kültürün ve uygarlığın yaşam sürecine paraleldir. Kültürün silinip yok olması halinde gerçekleşir.
Bir toplum ne kadar gelişmiş, tarihi ve kültürü zenginse, bilimde, sanatta ve teknolojide ileriyse dili de o kadar zengin, daha fazla nesneyi, durumu, olguyu, olayı ifade edebilir güçtedir.
Son söz olarak da bir insanın zihinsel zenginliğinin, ifade zenginliğinin, insanlarla iletişimindeki, hayattaki başarısının anahtarı kavram ve dil zenginliğindedir. Çünkü kendisini böylece daha doğru ve net ifade edebilir.