Fotoğraf Bill Strain
TANIDIKÇA BÜYÜYENLER, TANIDIKÇA KÜÇÜLENLER…
Bu sözü ilk defa daha üniversitede hazırlık sınıfını okurken söylemiştim. Uzaktan bakıp da boyuna posuna, havasına; moda deyimle karizmasına hayran olduğum bir insanla tanıştıktan sonra yaşadığım hayal kırıklığının şaşkınlığıyla…
Düşünüyorum da aslında o zamanlar, bilmeden ne kadar büyük bir laf etmişim. Onca gençliğe, onca tecrübesizliğe rağmen… Şimdi saz çalma yaşına yaklaştığım, teneşirde paklanma olgunluğuna eriştiğim bu günlerde, özetleseydim insanlarla ilgili hayal kırıklığımı bu kadar kısa ve net anlatabilir miyim? Sanmam. Eminim eveler geveler uzatır, üstelik bu kadar da açık anlatamazdım. Oysa durum ortada… Evet, insanlar ikiye ayrılıyor biraz önce söylediğim gibi.
Aslında bir de ne büyüklükleri, ne küçüklükleri belli olmayan silik insanlar var hayatımızdan gelip geçen, ama zaten onlardan bahsetmeye bile değmez. Şimdi şöyle bir aklımızdan geçirelim hayatımıza bire bir giren ya da kıyısından köşesinden dokunan insanları; arkadaşlarımızı, dostlarımızı, iş yerinde birlikte çalıştığımız amirlerimizi, memurlarımızı… Bir de özel dediğimiz o insanları… Kaç insana sıfırdan başlayıp 10 puana çıktınız, ya da kaç insana peşin 10 puan verip sıfırlara indirdiniz? Kaç insan? Skor tabelasında durum ne?
Kendi adıma, benim 10’dan geriye saymalarım daha çok, hatta ezici üstünlüğe sahip. Bu belki de iyimser bir bakışla, benim notu bol gönlümün bir yanlışı ya da kötümser bir bakışla insanları değerlendirme kıstaslarımın katılığının cezası…
Çok mu şey bekliyorum insanlardan, daha doğru bir deyişle hayatımda bir şekilde yer alan arkadaşlarımdan, dostlarımdan, birlikte çalıştığım insanlardan? Hem evet hem hayır… Evet; çünkü ben onlara güvenmek istiyorum en azından onlara benim sağladığım güven kadar. Ben onların sözlerine inanmak istiyorum, en azından benim onlara söylediğim sözlerin doğruluğu kadar. Benim aklımın, zekâmın, kalbimin varlığının farkına varmalarını istiyorum, en azından benim onların aklı, zekâsı ve kalbinin farkında olduğum kadar.
Niye mi? Çünkü… Hiç kayıtsız şartsız güvendiğiniz, her sözünün doğruluğundan adınızdan bile daha emin olduğunuz bir insanın, aslında kâğıttan bir kaplan olduğunu gördünüz mü? O kâğıttan kaplanın yüreğinizdeki inanç kalesini büyük bir gürültüyle yerle bir ettiği anı yaşadınız mı? O yıkılan kalenin altında sadece sizin ve onun kalmadığını, tüm insanların kaldığını fark ettiniz mi?
Ya da…
İçinizdeki acıya dayanamayacak kadar yıkıldığınız günlerde, burnunuzu gömüp, göğsünde ağladığınız, dostum dediğiniz insanın, bir yandan için için, iyi ki ben bu durumda değilim şükür duaları yaparken, bir yandan da dedikodu malzemesi topladığı gerçeğini yaşadınız mı?
Veya başarının adını onun adı ile özdeşleştirdiğiniz, yanında konuşurken sesinizin ve ellerinizin titremesini saklayacak delik bulamadığınız bir insanın, yakaladığı ilk fırsatta ilkel benliğinin en temel dürtüsünü arsızca ortalığa kusuşuna şahit oldunuz mu?
En önemlisi, o en çok sevdiğim dediğiniz insanların, sırtınızı koca bir kayaya dayarcasına güvenle yaslandığınız o özel insanların, içinizdeki sırça sarayı, onun kırılganlığını unutup büyük bir şangırtıyla yıktıklarını, tuzla buz ettiklerini gördünüz mü?
Sahi siz içinizde o şangırtıyı hiç duydunuz mu? Duymadıysanız ya çok şanslısınız, ya da sizin sarayınız sırça değil…
Ve bütün bunları yaşarken nasıl da aptal yerine koyulduğunuzu fark edip, hatta bir an aptal olduğunuza inanıp kendinizi aşağıladınız mı? İçinizdeki aşağılanma duygusu ile hesabınızı gördükten sonra, daha aklıselim bir soru sordunuz mu kendinize:
Hatırladığınız ya da hatırlamadığınız bütün bu hayal kırıklıklarını yaşarken hata kimdeydi diye? Yanlış diğer insanlarda mı? Ya da sizin, insanların içerisinde aynı anda kötülüğü ve iyiliği barındırdığını unutan beklentilerinizde mi? Yaşadığınız her kırılmada tekrar tekrar sordunuz mu bu soruyu kendinize… Ve içinizden bir hesaba giriştiniz mi, çok mu şey bekliyorum insanlardan diye…
Sizi bilmem ama ben artık çok şey beklediğime inanır oldum. Evet, çok şey bekliyorum hayatımda var olan insanlardan. Eğer dürüstlük, samimiyet ve özen çok sayılıyorsa.
Bütün bunlar çok da sayılsa ben beklemekte kararlıyım. Beklediklerimi bulayım ki onlar, notu bol gönlümün ilk adımda verdiği 10 puanda kalsınlar ve tanıdıkça daha da büyüsünler. Yoksa ben göstermelik aranıp sorulmaların, sonsuz sadakatlerin, ömür boyu sürmesi şart arkadaşlıkların, dostlukların peşinde değilim. Sadece ve sadece hayatımda var oldukları sürece aklıma, yüreğime ve samimiyetime saygının peşindeyim, 10 puanlarda dostlara ve arkadaşlara sahip olmak için…
Her ne kadar hayatımın skor tabelasında yenikmiş gibi dursa da bu 10 puanlık insanların sayısı, yok sayılacak kadar da az değil
Hem düşünsenize sonsuz sayıda sıfırı toplasanız sıfırdan öte kaç edebilir ki? Haa… Sıfırdan başlayıp 10 puanlara yükselenler, yani tanıdıkça büyüyenler mi? Yukarıda yazdıklarımı tersinden düşünün, cevap ortada değil mi?
NOT:2002 yılında kaleme aldığım bir yazı bu… Bugün bu konuyu yazmaya kalksam ne yazardım bilmiyorum ama sanırım başlığı insanlar ikiye değil de dörde beşe ona ayrılır diye başlık atıp engin fikirlerimi paylaşırdım. Eskiden sanırım daha saf ve naifmişim. İnsan yaş aldıkça sanki daha bir fazla görür oluyor insanların ayrımlarını…