23 NİSAN 1920; Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. ATATÜRK; “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir!” diye açıkladı, o gün, “HAKİMİYETİ MİLLİYE BAYRAMI” oldu ve çocuklara armağan edildi. 1923'te “ÇOCUKLARIN ROZET BAYRAMI”, sonrasında “ÇOCUK BAYRAMI” adını aldı, 1929'da iki bayram birleştirilerek “HAKİMİYETİ MİLLİYE VE ÇOCUK BAYRAMI" oldu... "23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI" Kutlu Olsun! Türk çocukları başta olmak üzere bütün çocuklar daima özgür, güvende ve mutlu yaşasın…

EMPERYALİZM VE DARBELER

sevr-imzalaniyor

Önce Sevr’i sonra yakın tarihimizdeki diğer kırılmaları düşündüm.

22 Temmuz 1920, Türk milleti için kara bir gündür.

O gün, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sevr Antlaşması’nı kabulü ile, ülkemizin işgali belgelenmiştir.. Osmanlı Devleti’nin güçsüzleşmesi, bu yüzden Birinci Dünya Savaşı’nda daha güçlü olan ittifakla, anlaşma imkânı bulamayıp, tamamen yalnız kalmamak için, Almanya ile ittifak yapmış ve yenik düşen devletlerden biri durumuna düşmüştür. Kazananlar kulübü, Osmanlı Devleti’ni paylaşma şartları konusunda oy birliğine varamadıkları için, Osmanlı ile Sevr Antlaşmasını imzalama kararı almışlardır.

Ama…

Araya, dünyayı şok eden bir zaferle bitirdiğimiz Kurtuluş Savaşı girmiş ve aynı Kazananlar Kulübü, Güçlü Türkiye ile Lozan Barış Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalmışlardır.

Sonra…15 Temmuz ve diğer darbeler geliyor aklıma…

BUGÜNLERE NASIL GELDİK?

12 Eylül 1980 Askeri Darbesi de kara bir gündü.

Sonrasında, devleti ele geçirmeye çalışan cemaat ve benzeri yapılanmaların örgütlenmeye başladığını gördük.

1980’li yıllarda bizler Ankara’da ailemizin güçlükle gönderdiği paralarla kıt kanaat üniversitelerde okumaya çalışırken, cemaat ve vakıfların(din adına) ele geçirdiği çocuklar çok iyi evlerde abla ve ağabeylerin gözetimi altında refah içinde okuyorlardı.

Ben ve benim gibi düşünen arkadaşlarım duyduğumuz andan itibaren o ağabey ve ablaların altında bir çapanoğlu olduğunu düşündük, rahatsızlık duyduk.

Elhamdülillah Müslümanım. 11 yaşından beri orucu hiç bırakmadım. Her sabah iki rekât namaz kılıp, dua edip güne başlarım. En önemlisi de insanları, canlıları severim. Hiç kimseye bilerek, isteyerek zarar vermedim ve inancımı ve yardımlarımı sadece yüreğim-vicdanım-Rabbim arasında yaşadım.

1994, ” Benim memurum işini bilir. ” ve ” Anayasa’yı bir kere delsek ne olacak? ” diyen rahmetli 9. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Türk halkının dünya görüşünü, ahlak anlayışını değiştirdi ki; bu, emperyalizmin egemenliğinin ilanıydı.

Kültürel emperyalizm, kolay tüketim, üretmeden refah yaşam isteği halkımızın yapısını değiştirdi. Birçoğumuz önce vatan, önce bayrak, önce şeref-namus demekten vazgeçtik; önce ” BEN ” demeye başladık.

KAYBETMEYE BAŞLADIĞIMIZ AN BU ANDIR.

Sene 1998; etnik milliyetçilik modası var…

Türkiye Barolar Birliği’nin bir etkinliği için gittiğimiz Güneydoğu’da bir ilimizde toplantıda; Karadenizli, insanı öne alan, devlete karşı gelmeyi hiç mi hiç düşünmemiş, her koşulda devletinin yanında olan, Atatürk ilkelerine bağlı cumhuriyet kadını, yüreği saf bir avukata; bana, Güneydoğu barolarımızdan bir avukat “BİZ KÜRDÜZ, BİZE TÜRK DEDİRTEMEZSİNİZ!” dedi.

Niye bu avukat arkadaşımın “Ben Türk’üm” demediğim halde, onun ” Biz Kürdüz” dediğini düşünmeye başladım. Aydınlanmaya başladığım ve emperyalizmin hedeflerinin ve emperyalist devletlerin isteğinin ” Sevr Antlaşması ” olduğunu fark ettiğim tarih budur.

Bu tarihten sonra kendi imkânlarımla yurt dışındaki haberleri ve yurt içinde çıkan kanunları sürekli takip ettim. Takip ederken de konferanslar ve etkinliklerle konuşmacı olarak bu konularda tebliğler, bildiriler sundum, yanlışlarını anlattım.

CEMAAT YAPILANMALARI, DEVLETİ VE DEVLETİN KURUMLARINI ELE GEÇİRMEYİ ÇOK ÖNCEDEN KARAR VERMİŞLERDİ.

Uğur MUMCU, Ahmet Taner KIŞLALI, Bahriye ÜÇOK, Necip HABLEMİTOĞLU öngörüsü yüksek, adını sayamadığım diğerleri, bugünün daha çok farkında oldukları için öldürüldüler!

Zararsız gibi görünen cemaat yapılanmaları ise, sistematik bir şekilde halkın manevi duygularını esir alarak, siyasetin cemaat yapıları ile el sıkışmasını sağladı. Eminim, el sıkışanlar bugün bunların olacağını öngörememişti.

Terörle Mücadele Kanunu’nun 8. Maddesi ve 765 sayılı TCK’nın 312. Maddesindeki değişiklikler dine bağlı cemaat yapılanmalarının cezasız kalmasını sağladı.

Cezasız kalmak cemaat yapılanmalarına ve amaçladıkları devleti ele geçirme planlarına yetmeyeceği için; çağdaş cumhuriyet kanunları olan Öğretim Birliği Kanunu, Harf İnkılâbı, Kılık Kıyafet, Medeni Kanun’daki miras ve evlenme ile ilgili hükümler, Köy Kanun’daki yabancılara toprak satışı ile ilgili hükümlerin değiştirilmesi gerekiyordu.

İşte benim, “oyum paketleri ” dediğim, Cumhuriyetimizin ve Türk Devleti’nin altını oyan “Uyum Paketleri ” ile bu değişiklikler gerçekleştirildi ve “hoca efendi” cemaati, devletin ve anayasa kurumlarının içine daha rahat sızıp, ele geçirmeye başladı

Sonra, Ergenekon adlı bir hayali terör örgütü yaratıldı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yüzlerce vatansever, Atatürkçü kıymetli komutanları, onları savunanlar tutuklandı, aileleriyle birlikte senelerce çile çektiler. Sonra kumpas olduğu anlaşıldı!

Ben ve Ergenekon, Balyoz Kumpası ile içeri alınan mağdurlar, arkadaşlarım bunları söylediğimiz için hedef olduk.

Acımasızca önce “Basın Mahkemesi” tarafından linç edildik. Cemaat yapılanmasının etkili olduğu mahkemeler bize en yüksek cezayı vermeye, zindanlarında süründürmeye, ailemizi bitirmeye kararlı idiler.

“Toplum Mahkemesi” de; ateş olmayan yerden duman çıkmaz.. Yaptılar, cezalarını çeksinler” diyerek, yaşanan süreçte bizleri hukuki linç etti.

Yaşananları bütün kamuoyu biliyor, artık…

Benim ve arkadaşlarımın tek suçu VATANI, BAYRAĞI CANINDAN ÇOK SEVMEK VE ATATÜRK İLKE VE İNKILÂPLARINDAN AYRILMAMAK oldu.

Bu nedenle; 11 askerin başına çuval geçirildiğinde ağladım, Özel Güvenlik Yasası çıkarıldığında ağladım. Ne Mutlu Türküm Diyene, Andımız, T.C. ibareleri kaldırıldığında ağladım…

Ben ve arkadaşlarım biliyoruz ki; asla kendimiz için değil, hep vatanımız için ağladık. Bu ve diğer nedenler için sanık olduk, hedef olduk, mağdur olduk, suçlu olduk, dışlandık. Şerefimizle oynandı, onurumuz yerle bir edilmeye çalışıldı…

Anlatılanları, yanlış bakışları, şu anda tutuklanan bir kısım devlet görevlilerinin bizlere nasıl davrandığını, bireysel olduğu için anlatmayacağım. Ben hâlâ vatanım için, bayrağım için endişeliyim, ağlıyorum.. Bütün bunlar yaşanırken canım annemin; ” Kuzum, yavrum, canımın yongası.. Keşke seni okutmasaydım!” feryadını asla unutamıyorum!

Gelinen bu noktada BİZ HAKLIYDIK demenin hiçbir anlamı ve faydası yoktur.

İsteğim; vatanımda haksız yere acı çeken hiçbir bireyin, mazlumun olmamasıdır.

Ben hukukçuyum, güçlü bir cumhuriyet kadınıyım.

Haksız yere, bu kadar yaşadıklarımdan sonra isteğim; Ülkemin öncelikle huzura, selamete ulaşması, hukuk çizgisinden ayrılınmamasıdır.

Bize yapılanların ne kadar korkunç olduğunu görüp, hukuk dışı cezalandırılmalara kalkışılmamasıdır.

Ceza evinde iken söylediğim ve basına yolladığım bir açıklama vardı; en önemli cümlesi ” MASUMİYET EN GÜÇLÜDÜR VE MUHAKKAK ORTAYA ÇIKAR! “

Bu nedenle hukuk çizgisinden, Atatürk ilkelerinden, Cumhuriyetten ayrılmadan, emperyalistlere fırsat vermeden; öngörülü, dikkatli bir yönetimle yolumuza devam etmeliyiz.

KARANLIK GÜNLERDEN AYDINLIK GÜNLERE ÇIKABİLMEMİZİN TEK YOLU ATATÜRK VE CUMHURİYET YOLUDUR.

Bu arada; Türklüğün, bayrağın hatta unutturulmaya çalışılan 10. Yıl Marşı’nın hatırlanması beni mutlu etmiştir. Çünkü başka bayrağımız, başka vatanımız ve bizi kabul edebilecek başka bir yer yoktur.

Farklı renklerde, farklı dillerde ama birlik rüyası ile el ele vatanımız korumak ve bir olmak zorundayız.

Ve yine Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ” Yurtta sulh, cihanda sulh! ” sözünün(bu büyük felsefe asla darbecilere kurban edilemez) asıl şiar olduğunu unutmamalıyız!

Bu kadar acı çekti bu ülke, bizler bu kadar acı çektik!

Sizlerden özür istemiyorum, tazminat da istemiyorum.

Ben sizlerden, halkımdan, yöneticilerimden; vatanımı, bayrağımı, cumhuriyetimi istiyorum. Bütün dünyaya, emperyalist devletlerin tekrar, tekrar, tekrar yürürlüğe koymaya çalıştığı Sevr benzeri antlaşmaların ” KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNU ” hep birlikte haykırmak istiyorum.

Av. Tülay Bekar

20 yıldan fazla bir süredir Özel Yetkili Mahkemeler ve Ağır Ceza Mahkemelerinde Avukatlık yapmakta ve Ticaret, Borçlar, İcra ve İflas, Şirketler, Sözleşmeler Hukuku; Milletler arası Hukuk ve Yabancılar Hukuku alanında çok sayıda yerli ve uluslararası şirket için danışmanlığını yürütmektedir. Adalet Bakanlığına kayıtlı ‘Arabulucu’dur. Yer aldığı sosyal sorumluluk projeler: “GELİNCİK PROJESİ", “ALO HAYAT AĞACI PROJESİ”.Judo Federasyonu Disiplin Kurulunda iki dönem başkanlık yapmış ve İngilizce bilmektedir.

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın