IOANNA KUÇURADİ İle Felsefeye Bakış…

“Türkçe, felsefe yapmaya çok elverişli bir dildir. Kullanılan terimler Batı dillerindeki gibi yüklü değil. Bu da Türkçe felsefe metinlerinin okura ulaşmasını kolaylaştırır”.
İoanna KUÇURADİ

Ioanna Kuçuradi ile 1975 yılında, yani aşağı yukarı 41-42 yıl önce tanıştım. Henüz 17-18 yaşlarındaydım. Liseyi Yeni bitirmiş, Hacettepe Üniversitesinin Felsefe Bölümünü kazanmıştım. Ioanna hanım, Felsefe bölüm başkanıydı ama aynı zamanda üniversitenin efsanevi kişiliklerinden biri, belki en önemlisiydi.

Aramızdaki ilişki bir öğretmen öğrenci ilişkisinden ziyade, anne – evlat ilişkisi gibi gelişti. Çünkü anlattıklarını anlamamızı sağlamadan önce ona inanmamızı sağladı. Körü körüne bir inançtan ya da bağlanmaktan söz etmiyorum. Önce Felsefe bölümünde bir “İyiler dünyası, iyilikler dünyası” inşa ettik. Bir üniversite bölümünden ziyade, dürüst insanlar ailesi… Biz yedi öğrenci, Felsefe bölümünün ilk lisans öğrencileriydik. Bu iyilik dünyasından rahmetli Füsun Akadlı, rahmetli Bilge Karasu, Oruç Aruoba’yı anmadan geçmeyelim.

Eğer bu yazıyı İoanna Hanım okursa bana hemen sert biçimde şu itirazı yapacaktır ve kızacaktır: “Ne demek iyiler dünyası? Kime göre iyi, Neye göre iyi? İyi nedir?”… İonna hocadan önce şunu öğrendik: Fikirlerimizi, düşüncelerimizi önce iyice tartmalı, süzgeçten geçirmeli, kendi zihnimizde mantıksal temellerine oturtmalı ondan sonra dillendirmeli ve ifade etmeliyiz. Bir de başkalarının fikirleriyle, değer yargılarıyla, kör inançlarıyla değil kendi aklımızla hareket etmeliyiz. Yani sürünün bir elemanı olarak önümüzdeki ne yapıyorsa, sormadan sorgulamadan onun yaptığını kabullenmek, aynısını yapmak değil, kendi aklımızla, kendi değerlerimizle hareket etmek…“Türk eğitim sistemi, özellikle felsefe alanında yetersizdir. En büyük ihtiyaç, çocuklarımıza bilgiye dayanarak ve bağlantıları görerek düşünmeyi; insanlarımıza da her şeyden önce ölmeyi ve öldürmeyi reddetmeyi öğrenmelerine yardımcı olmaktır. ”

Bunun için de önce körü körüne bağlandığımız değer yargılarımızı gözden geçirmemiz gerekir ve kendi değer sistemimizi yaratmak, oluşturmak… Sn. Kuçuradi değer, değer yargısı, değer biçme, değer atfetme gibi kavramların üzerinde titizlikle duruyor.. Değerler sistemimizi oluştururken bilgilerimiz, deneyimlerimiz, yaşantımızın arka planı rol oynuyor elbette, diyor.

Burada, değerler konusunda, Ioanna Kuçuradi’nin önemsediği düşünürleri öğreniyoruz: Jean Jacques Rousseau, Emmanuel Kant, Wilhelm Friedrich Nietzsche.. Hepsi bunlar değil elbette. Edmund Husserl, Albert Camus, Jean Paul Sartre gibi edebiyatçı ve düşünürlerin eserlerinde dikkat çektiği noktalar da değerlerden, özellikle de insanın değerinin korunmasından ne anlamamız gerektiği örneklendiriliyor: Rousseau, “özgürlük ve sınırını belki de en iyi anlatan düşünür: “Özgürlüklerimizin bittiği yer, başkalarının özgürlüğünün başladığı yerdir. Biz sorumluluklarımızı yerine getirdiğimiz zaman başkalarının özgürlüklerinin engellenmemesini sağlamış oluyoruz” diyor.

İoanna hocaya göre Emmanuel Kant da genel olarak şunu ifade ediyor: “Sana yapılmasını istemediğini sen de başkasına yapma!” Yani, hayatımıza getirdiğimiz ilkeler, başkalarının da ilkeleri olabilsin. Evrensel ahlak kaideleri olabilsin. Dünyanın her yerinde her zaman insanın değerini korumayı garanti edebilsin. Tam bu sözlerle olmasa da bu anlamda…

Nietzsche’in, eserlerinde insanın kendi değerlerini yaratıp o değerlerle yaşamasının öneminden, O değerlerin insanı nasıl insanlaştırdığından, yücelttiğinden söz ederdi. “…Kendi değer sistemini kurabilmiş insanı trajik, diyonizik olarak tanımlar. Üst insandır o (Ne yazık ki Nietzsche’nin “üst” insanı çoğu zaman ve hatta kasıtlı olarak “üstün” insanla karıştırılmış ve Nietzsche kafatası kavgalarına malzeme konusu yapılmıştır) Nietzsche’nin üst insanı kendi değerler sistemini kurabilmiş, insanlığın yüce değerlerine ulaşmış, evrensel değerleri benimsemiş, kendi tabiriyle dyonizosa ulaşmış insandır. Yoksa brakisefal kafalı, sarışın, alman ırkını anlatan bir saçma sapan üstünlükle alakası yoktur. Ne yazık ki bazı akademisyenler bile bu üst ve üstün insan kavramlarını karıştırarak akademik makalelerinde, tezlerinde Nietzsche’yi Kaba kuvvet felsefesi yapmakla suçlamıştır” derdi, İonna hanım.

Ioanna Kuçuradi’nin önemle üzerinde durduğu felsefenin bu noktası, hele hele günümüzde yaşananları göz önüne aldığımızda, o kadar büyük önem ve anlam kazanıyor ki..

Dini dogmalarla hareket etmek; kendi düşüncelerini ve muhakeme gücünü başkalarına teslim etmek, karanlık çıkar sahiplerinin bir robotu olarak bir ölüm makinesine dönüşmek; bütün bunların karşısına konulabilecek tek çözüm ise: İnsanın değerinin korunması, insanı insan yapan yüce değerlerin ortaya çıkarılması, evrensel erdemlerin benimsenmesidir. Sevgi gibi, güven gibi, dostluk gibi, başkalarının hukukuna, yaşama hakkına saygı duymak gibi, çevremizi yaşadığımız dünyayı korumak ve sürdürülebilir bir çevre yaratmak gibi…


Ioanna Kuçuradi’nin ısrarla üzerinde durduğu iki temel kavram “ahlak” ve “etik” kavramlarıdır. Bugün hâlâ bu iki kavramın sıkça birbirine karıştırılmasına tanık oluyoruz. Oysa bazen yüklendikleri görev bakımından birbirlerine tamamen zıt bir amaç taşıyor olabiliyorlar.

Ahlâk: Belli bir inancın, bölgenin, geleneğin doğru olarak, biraz da dogmatik olarak doğru kabul ettiği değerlerden oluşan bir sistem. Bu anlamda başka bir yerde ve zamanda sorgulanması mümkün olmayan değerlerdir. Söz gelimi bazı toplumlarda ustaca yapılan hırsızlık bir kahramanlık örneği olarak kabul edilebiliyor. Örneğin; Eski Yunan’da tilki yavrusu çalan bir çocuk tilkiyi elbisesinin içine saklar. Tilki çocuğun göğsünü pençeleyerek yara içinde bırakır. Ama çocuk bu acıya cesurca direnip ses çıkarmadığı için kahraman olarak nitelenirmiş. Etik bu konuyu, “ne şekilde ya da hangi amaçla olursa olsun, başkasına ait bir malı çalmak, erdemsizliktir.” diye yorumlar. Yani etik evrenseldir. Etiğin kuralları, zamanda ve mekânda değişmez. Etik davranış, erdemli olan davranıştır. Etik ilişki, temelinde erdemlerin bulunduğu bir ilişkidir. “Etik eğitimi yürünecek bir yoldur. Öğrencinin bir süre içinde yürüyeceği, öğretmenin de(becerebiliyorsa) yürüteceği bir yol. 12 yıllık temel eğitim herkes için aynı olmalı. Meslek eğitim değil, ‘insanlaşma eğitimi’ olmalıdır”

Belki de Dünyanın her yerinde olduğu gibi, o dönemde Türkiye’de; özellikle de Ankara’da felsefe ekolleri ya da felsefe okulları arasında tatlı bir fikir rekabeti vardı. Ankara’da, başında Profesör Teo Grünberg’in olduğu Ortadoğu Teknik Üniversitesi Felsefe Bölümü, Bilim Felsefesi’ni felsefenin en önemli başlığı olarak benimserken, başında Profesör Ionna Kuçuradi’nin olduğu Hacettepe Üniversitesi “ahlak”, “etik”, “insanı insan yapan değerler” konularını felsefenin amiral gemisi olarak niteliyordu.

Elbette iki üniversite de birbirini yok saymıyor, inkâr etmiyordu. Yalnızca önem noktaları farklıydı ve bu tatlı rekabet birçok genci, felsefenin zengin ve renkli dünyasına davet etmeyi başarıyordu.

Bugün görüyoruz ki, eşit ölçüde iki ekol de haklı ve ülkemizi modern dünyaya sokmanın çabası içinde olmuşlar. Bilim felsefesinin, pozitivizmin, bizi Amerikan faydacılığına, pragmatizme(*) teslim edeceği, insani değerlerden uzaklaştıracağı endişesi de dile getiriliyordu. Pozitivistler de ahlak ve değerler sisteminin bunca irdelenmesinin insanları bilimsel düşünceden ziyade inanç ve dogmalara taşıyacağını dile getiriyorlardı.
İkisi de yersiz kuşku ve korkulardan oluşuyordu elbette. Ama bu karşılıklı farklı bakış açısı, düşünce atmosferinde bir zenginlik oluşturuyordu…

Ioanna Kuçuradi’nin üzerinde ısrarla durduğu konulardan biri de: yaygın ve saygın olana şüpheyle yaklaşmanın önemiydi. Bir şeyin çok yaygın, bir kişinin çok saygın olması onu doğru ‘iyi’, haklı kılmaz.(Bu noktada Kuçuradi, ‘iyi’ kavramının yanına hemen şu ifadeyi eklerdi: “iyi her ne demekse”) Önemli olan, bizim değerlerimizle karşılaştırmak ve o şeyin, o durumun, o kişinin değerli olup olmadığını yargılamamızdır.

Özetle; Türkiye’de doğup büyümüş, temel felsefe eğitimini Türkiye’de almış Ioanna Kuçuradi yaşadığımız dünyaya, dünya felsefe tarihine önemli katkılarda bulunmuş bir düşünce insanıdır. Kendisi çok iddialı bulup kızacaktır mutlaka ama bence biraz filozoftur da..

Profesör Dr. Ioanna Kuçuradi, hiçbir zaman şu ya da bu ideolojinin insanı olmamıştır. Hatta bunu şöyle söylemeliyiz; böyle bir düşünce insanı için bunu iddia etmek bile çok komik olur. Oysa her cesur düşünce insanına olduğu gibi, zaman zaman ona da haksız yakıştırmalar yapıldı.
Kendi ifadesiyle: “ Bana ilk göreve başladığım Erzurum’da komünist demişlerdi, Şimdi de bazıları faşist diyor. Vallahi çok merak ediyorum: Acaba hangisiyim?”…
Bana göre Kuçuradi, İyinin ve kötünün ötesinde, ideolojilerin ötesinde, sağlıklı düşüncelerin kapısını açan bir insandır…
Bazı bilim ve sanat adamlarının Sayın Kuçuradi ile ilgili düşüncelerini de paylaşalım sizlerle:
Prof. Dr. Betül Çötüksöken: “Türkiye’de gerçekten Felsefi Antropoloji bağlamında bir ekolleşme söz konusudur ve bu ekolleşmenin en önemli aktörlerinden biri de hiç kuşkusuz İoanna Kuçuradi’dir.”
Oyun yazarı Güngör Dilmen: “İoanna benim için çağdaş Antigone’dir. Sözünü esirgemeyen, gereksiz yere konuşmayan; içine atan, sabreden ama insanca ilkelerinden hiç şaşmayan bir kişilik.”
Felsefeci Anat Biletzki: “Prof. Kuçuradi eğitimle, polis ve subay gibi çok zor işleri yapan insanların, yaptıkları işte etik konularla ilgili sorular sormalarını sağlıyor, bu da muhteşem bir şeydir. Böyle bir çalışmanın yapıldığı başka bir yer bilmiyorum dünyada.”
—————————————————————————————————————–
*İoanna Kuçuradi,1936’da İstanbul’da doğdu. İlköğrenimini İstanbul Merkez Rum Ortaokulu’nda, ortaöğrenimini ise Zapyon Rum Kız Lisesi’nde yaptı.İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden 1959 yılında mezun oldu. Aynı yıl Takiyettin Mengüşoğlu’nun asistanı olarak bu bölümde göreve başladı.
1965’te “Schopenhauer ve Nietzsche’de İnsan Problemi” adlı çalışma ile doktorasını tamamladı.
1965-68 yıllarında Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Felsefe ve Latince dersleri verdi. 1968’de Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi Eğitim Bölümü’ne geçti.
1969 yılında yeni kurulan Felsefe Bölümü’nün başkanlığına getirildi.
1970’te “İnsan Felsefesi Bakımından Değer Problemi” adlı teziyle doçent; 1978’de ise “Aristoteles’in Ousia’sı ve Substans Kavramı” adlı çalışmasıyla profesör oldu.
Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü’nün kuruluşundan bu yana(37 yıl), başkanlığını yapmaktadır.
1973 yılında Varna’da gerçekleştirilen XVI. Dünya Felsefe Kongresi’ne katıldı, Türkiye’nin ülke olarak bu kongrelerde temsil edilebilmesi için 1974 yılı başlarında Ankara’da “Felsefe Kurumu” adıyla kurulan derneğe öncülük etti.
Felsefe Kurumu’nun adı, 1979’da Bakanlar Kurulu kararıyla “Türkiye Felsefe Kurumu” olarak değiştirildi. Bu değişiklik, aynı yıl içinde kurumun Uluslararası Felsefe Kurumları Federasyonu’na (FISP) üye olmasını sağladı.1980 yılında başkanlığa getirildi. 1982’de Uluslararası Felsefe Kurumları Federasyonu’nun yönetim kurulu üyeliğine seçilerek 1988’de genel sekreter oldu. 1998’de ise federasyonun başkanlığına getirildi.
Türkiye Felsefe Kurumu, Kuçuradi’nin gerek genel sekreterlik döneminde gerekse bugüne kadar süren başkanlık döneminde, Hacettepe Felsefe Bölümü’nün öğretim üyelerinin de katkılarıyla yurt içinde hem yayın olarak değerli ürünler vermiş hem de seminerler, konferanslar, paneller, anma toplantıları gibi çeşitli önemli etkinlikler gerçekleştirmiş; yurt dışındaki çeşitli etkinlik ve kongrelere katılmada da öğretim üyelerine destek vermiştir.
Goethe Madalyası ve birçok uluslararası ödülü olan İonna Kuçuradi, 2003 yılında düzenlenen 21. Dünya Felsefe Kongresi’nin Türkiye’de yapılmasına öncülük etti. UNESCO, 21. Dünya Felsefe Kongresi’nin başarılı bir şekilde yapılmasına büyük katkısından ve bu alanda yaptığı bilimsel çalışmalardan dolayı, İoanna Kuçuradi’nin, 2003 Felsefe Ödülü’ne layık görüldüğünü bildirdi.
Üye Olduğu pek çok ulusal ve uluslararası kuruluş vardır

**Pragmatizm: Ne ki benim için faydalıdır, o doğrudur…

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın