23 NİSAN 1920; Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. ATATÜRK; “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir!” diye açıkladı, o gün, “HAKİMİYETİ MİLLİYE BAYRAMI” oldu ve çocuklara armağan edildi. 1923'te “ÇOCUKLARIN ROZET BAYRAMI”, sonrasında “ÇOCUK BAYRAMI” adını aldı, 1929'da iki bayram birleştirilerek “HAKİMİYETİ MİLLİYE VE ÇOCUK BAYRAMI" oldu... "23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI" Kutlu Olsun! Türk çocukları başta olmak üzere bütün çocuklar daima özgür, güvende ve mutlu yaşasın…

17 AĞUSTOS-6 ŞUBAT

Bazen konuşulanları anlamakta çok zorluk çekiyorum. Mikrofonu eline alan veya klavyenin başına oturan 1999 Sakarya depremi ile 2023 yılı Hatay-Kahramanmaraş depreminini karşılaştırıp duruyor. Aletsel büyüklüğü 7.4 müş diğeri 7.6 imiş. Asrın depremiymiş yok canım asrın depremi lafı bile tanımlayamaz dünyada sayılı deprem felaketlerindenmiş. Devlet bütün gücüyle orada tedbirler almış. Bir ayda konutlar inşa edilmeye başlanmış. Şu kadar çadır bu kadar konteyner ulaşmış. Karalama kampanyaları varmış. Evsiz kimse kalmayacakmış. Mış mış cek cak.

İster yaz günü olsun istese kış günü evin başına yıkılmış, demir ve betonlardan oluşan yüzlerce kiloluk ağırlığındaki blokların altında kalmış sevdiklerin. Yaşanılan çaresizlik hep aynı. Ellerinle kazarak yaralanarak, ağlayarak çabalıyorsun ve birkaç saat sonra güçsüz vaziyette çöküyor bir kenara bir mezara bakar gibi enkaza çaresizlikle bakıyorsun. Buraya kadar yaşananların birbirinden hiç farkı yok.

Sonrasında bir makine ve insan sesi duyuyorsun içinden alev alev umut yükseliyor, çığlık çığlığa bağırıyorsun, buraya buraya, çocuklarım var eşim var… Enkaz altında makine sesini duyanların iniltilerini, sessiz çığlıklarını ise kimse duymuyor. Dışardaki sesler birbirine karışıyor, buraya, hayır buraya… burada 3 kişi var burada 5 , burada bebek var nolur yetişin… Gelenler üzgün ve çaresiz koşuşturuyor,  yardım çığlıklarına yetişememenin manevi ağırlığını saatler sonra çıkardıkları bir canlı bedenle atmaya çalışıyorlar.

Biraz önce depremzede dostum Yakup Bozatlı ile konuştum. Durumu “O günlerde bir hay huyla koşuşturuyor, ayakta kalıp birşeyler yapmaya çalışıyorsun ancak neler yaşadıklarını aylar sonra idrak ediyorsun” diye izah etti.

Acıları, o gün yaşanan çaresizliği ve yaşanmaya devam eden acıları yazmaya sayfalar yetmez.

Şu an bile imzalanan inşaat ruhsatları, yapı kullanım izinleri var.  Bu acıları ve çaresizliği tekrar tekrar yaşamamak için bütün tedbirleri aldık mı yoksa halen evimizi ucuza inşa etmek için eksik belgelere rağmen inşaat ruhsatının imzalanması için rüşvet veriyor muyuz? Zemin etüdü yapılmamış binanın ruhsatına rüşvet alarak imza atıyor muyuz? Betonlarımız, kumumuz standartlara uygun mu? Demir bağlantıları nasıl? Kamu adına kontrol edenler rüşvet alsa da almasa da kontrol etmeden imza atıp geçiyor mu? Deprem bölgesinde yeni yapılan binalar sağlam mı? Bu noktalar hiç konuşulmuyor. O yıkılan binalara imza atan kontrolörler şimdi başka şehirlerde imza atmaya devam ediyorlar mı?

Ders alınsaydı tarih tekerrür eder miydi?

Şahsım ve Dergimiz adına ölenlere rahmet; yakınlarına, sevenlerine sabır ve dayanma gücü, halen tedavi görmekte olan yaralılara şifa; tekrar etmemesi için tedbir alması gerekenlere izan ve vicdan diliyorum. Bütün bunlarla birlikte, işini doğru yapmadığı, tedbir almadığı için yıkılan binalardan sorumlu olanlardan da gecikmiş itiraf; hayatlarını yitiren insanların yakınlarından, Türk Milletinden de özür dilemelerini bekliyoruz .

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın