23 NİSAN 1920; Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. ATATÜRK; “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir!” diye açıkladı, o gün, “HAKİMİYETİ MİLLİYE BAYRAMI” oldu ve çocuklara armağan edildi. 1923'te “ÇOCUKLARIN ROZET BAYRAMI”, sonrasında “ÇOCUK BAYRAMI” adını aldı, 1929'da iki bayram birleştirilerek “HAKİMİYETİ MİLLİYE VE ÇOCUK BAYRAMI" oldu... "23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI" Kutlu Olsun! Türk çocukları başta olmak üzere bütün çocuklar daima özgür, güvende ve mutlu yaşasın…

Sarılmak İyileştirir!

İnsanın yeme, içme ihtiyacından sonra gelen en temel ihtiyacı, güvenlik-korunaklı ortamdır. Güvende hissetmek öylesine güçlü bir duygudur ki; beynimiz bize bu duygunun sürekliliğini sağlayacak konfor alanları yaratmak için durmaksızın çalışır.

İlk çağ insanları için kendisini güvende hissetmek; onları vahşi hayvanlardan koruyacak bir çatı İle mümkünken, modern çağ insanları için güvenlik daha derin anlamlara gelmektedir. Finansal/ ekonomik güvence, iş güvenliği, gıda güvenliği, sigortalar vs.…

Ama tüm bunların dışında ve üstünde ise insan sosyal ve duygusal anlamda da güven ister. İşte burada “Sarılma” eylemi devreye giriyor. 

Sarılmak, normal dışı bir durum yoksa, karşılığı olan olumlu bir eylemdir. Bu nedenle sarılma sosyal bağları güçlendirmekte en etkili eylemlerden biridir. Çünkü biz insanlar sevildiğimizi ve desteklendiğimizi bilmek isteriz. Ne mutlu bize ki; biz Türkler sarılmanın-kucaklamanın iyileştirici özelliğini binlerce yıllık bir kültür değeri olarak zaten içselleştirmiş durumdayız. Aksi olursa yadırganır.  Düşkünlere kucak açmamız da bundandır. 

Dünyada daha çok SİMYACI adlı kitabıyla tanınan ‘Büyülü Gerçekçilik’ akımının temsilcilerinden Latin Amerika kökenli yazar Paulo Coelho Aleph adlı kitabında sarılmakla ilgili şunları yazmıştır: “Sarılmanın anlamı şudur; sende bir tehlike sezmiyorum, yanında olmaktan korkmuyorum, rahatlayabilir, kendimi yuvamda hissedebilirim.”

Yuvada hissetmek…Temel mesele budur. Yapımız gereği her insanda, canlıda o hissi ararız. Kim bizi yuvamızda hissettiriyorsa o ‘sürüden’dir. Yanında güvendeyizdir.

‘Aile Terapisi’ alanının kurucusu Virginia Satir’e göre; Sarılmak bizi iyileştiriyor hatta; “Hayatta kalmak için günde dört sarılmaya, hayatı koruyucu bakımla geçirmek için günde sekiz sarılmaya, büyümek için günde 12 sarılmaya ihtiyacımız var.”

Psikolojik boyutu görece olsa bile işin ölçülebilir fizyolojik ve beden sağlığı boyutuna göre sarılmak;

– Mutluluk hormonları olan oksitosin ve endorfin salgılanmasını sağlar; bu sayede stres seviyesini dengeler, kan basıncını düzenler,

– Timüs bezini uyararak bağışıklığımızı güçlendirir,                                                              

– Kasları gevşetir, gerilimi atmamıza yardımcı olur; ağrı kesici etkiye sahiptir,

– Serotonin ve dopamini artırarak anksiyete ve depresyondan korur.

– Çocukların beyin gelişimini desteklediğine dair veriler de vardır.

Özetle; güçlü sosyal bağları oluşturmak ve daha sağlıklı yaşamak için daha çok sarılmayı deneyebiliriz. Sarılmak için evinizde, yakınlarınız, başka insanlar yoksa üzülmeyin, evde(hatta korkmuyorsanız, sokakta) beslediğimiz kedi, köpek gibi can dostlarımıza sarıldığımızda da aynı oksitosin salgılanıyor. Ağaçlara sarıldığımızda da vücudun negatif yükünü boşaltıyoruz.

Ormanlar veya bol ağaçlı yerlerde zaman geçiren kişilerin diğer insanlara oranla  daha fazla bağışıklık fonksiyonu kazandıkları ortaya çıkmış. Çünkü ağaçlar insan bağışıklığına olumlu etki eden filtonit kimyasalını salgılıyorlar. 

Diyelim ki hayvan veya ağaç bulamadınız, kendinize sarılın… Bu öz şefkatinizi geliştirerek, endişe ve korku duygularınızı azaltacaktır.

Hayata sımsıkı sarılmak dileğiyle, Sevgiler…

Bunlar ilginizi çekebilir...

Bir yanıt yazın